19 Ekim 2010 Salı

DÜNYA DEVRİMCİ SÜRECİNDEN



ZAMANIN RUHU

Portekiz Komünist Partisi merkez organı "Avante!" (İleri!) dergisinde yayınlanan yazı, Çin Halk Cumhuriyeti ile ABD emperyalizmi arasındaki güncel ilişkileri ve çelişkileri ele alıyor. Dünya Devrimci Süreci’nin ana eksenini oluşturan Komünist ve İşçi Partileri’nin günümüz dünyasına bakışına ışık tutan bu yazıyı hareketimizin öncü kadrolarının dikkatine sunuyoruz.

Yazar Luis Carapinha, Portekiz Komünist Partisi Uluslararası Buro üyesidir.

Bugünkü Çin’in büyük bir ekonomik güç statüsüne yükselmesi görmezden gelinemez. 2007’de Almanya’yı geride bırakan Çin, bu yılın üçüncü çeyreğine ilişkin Ağustos ayında yayınlanan gayri safi milli hasıla verilerine gore, halihazırda ABD’nin ardından dünya ekonomisinin ikinci büyük gücü durumuna gelmiştir. Bütün işaretlerin gösterdiği üzere 2010 sonuna dek devam edeceği görülen bu konum, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ikinci büyük dünya ekonomisi haline gelmiş olan Japonya’yı daha alt sıralara doğru itelemektedir. Gezegenin en kalabalık ülkesi, halen dünyanın en büyük ihracatçısı ve en büyük döviz rezervi sahibidir. Seçkinlerin G7 kulübüne (Rusya dahil G8 oldular) dahil olmayan Çin, ülke içi yatırımların büyüklüğü açısından da dünya lideridir.

Ne var ki rakamlar bir yana, Çin yönetimi, gerçeklere göz yummuyor. Nisbi olarak Çin’de kişi başına GSMH henüz dünya sıralamasında mütevazı bir mertebededir (her ne kadar satınalma gücü paritesi dikkate alındığında bu mertebe daha yüksek olsa da). Pekin gözüyle, Çin kalkınmakta olan bir ülke olarak sosyalist inşanın ancak ilk aşamasında görünmeye devam ediyor. Ekonomik ve üretici güçlerin büyümesi merkezi önceliği taşımaya devam ederken, son otuz yılda benzeri kaydedilmemiş büyüme hızlarına eşlik eden derin eşitsizlikler ve dengesizlikler Çin Komünist Partisi’nin ve Çin devletinin başlıca kaygısı haline geldi.

“Çin renklerini taşıyan sosyalizm” sürecinin yüzyüze geldiği çelişkiler ve muazzam zorluklar küçümsenemezken, düşüncesizce hızlı değişen eski imparatorluğun ekonomik, teknolojik ve toplumsal ortamının dünya halkları ile barış ve toplumsal ilerleme güçleri için taşıdığı anlam da görmezden gelinemez.  

Çin’in günümüzdeki yükselişi, 1949 devriminin açtığı yoldan ve Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan ayrı düşünülemez. Bu yükselişin afyon savaşları ve emperyalizme yarı-sömürge biçimindeki bağımlılık ile damgalanmış yüzyıllık geçmişi geride bırakması, büyük kapitalist güçlerin ve en başta da ABD’nin saplantılı takıntısı haline gelmiş, Çin’i büyük bir ekonomik tehdit, daha ötesi bir askeri tehlike olarak değerlendirmelerine yol açmıştır.  

Bu yaz, Çin karasularını sınırlayan denizlerde, ABD’nin en yeni savaş teknolojilerini ve gücünü olağanüstü boyutlarda sergilediği bir dizi askeri tatbikat ve manevraların daha once eşi benzeri görülmemiş provokatif bir tırmanış göstermesi, Çin’e gözdağı verme endişelerinin bir göstergesidir.  Güney Kore ve Japonya birlikte bu bilinçli tahrik siyasetiyle ittifak kurdu. Waşington Seul ile anlaşarak, bu askeri tatbikatları, bu yıl sonuna dek her ay tekrarlamayı kararlaştıracak denli ileri gitti. Tatbikatlar Güney Kore’nin Cheonan isimli savaş gemisinin tuhaf ve meşkuk batırılması bahanesiyle (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti bundan hiç bir biçimde sorumlu olmadığını kesin bir dille açıklamasına rağmen) ve Kore savaşının başlangıcının 60. yıldönümüne denk gelecek biçimde yürütülüyor (R.Rozoff, Global Research, 10.08.18 )

ABD’nin Güney Çin denizine yayılan askeri tatbikatları, emperyalizmin diyalog ve politik ilkeler temelinde tavır almadan çözümlenemeyecek bölgesel egemenlik kavgalarını ve ekonomik çıkar çatışmalarını kurnazca kullanarak, Güney Doğu Asya devletlerini Çin’in askeri olarak kuşatılması çabalarına dahil etme arayışlarına hizmet ediyor.  

Böylece ABD’nin güç gösterisi, Tayvan’a yeni silahlar satacağını açıklamasını, ticari, ekonomik ve politik baskıları artırmasını izleyerek Çin’in dünya haritasının diğer gerilim odaklarındaki tavrını hedef almayı gözetiyor. Bu gambot politikasının hedefi Pekin hükümetidir. ABD’nin son ekonomik verileri, 1945’den bu yana yaşanan en kritik kapitalist krizde stagnasyon (durgunluk) senaryosunu doğrularken, ABD’nin en büyük alacaklısına karşı Beyaz Saray’ın takındığı kibirli küstahlık, barış ve uluslararası güvenlik açısından kötü bir işarettir. Ne var ki, Çin’in bin yıllık sabrını suistimal etmeyi denemek çok tehlikelidir. Zaman, emperyalizmin hegemonyacı stratejisinin lehinde değildir.

6 Eylül 2010