10 Ekim 2010 Pazar

REFERANDUM VE ANAYASA TARTIŞMALARI

12 EYLÜL’E İLİŞKİN ÜÇ TUTUM
12 Eylül 2010’da AKP’nin Anayasa tadilat paketiyle ilgili yapılacak halkoylamasına ilişkin üç temel yaklaşımı ele alırken, konuyu 12 Eylül askeri darbesiyle kurulan siyasal rejime ilişkin 1980’lerde şekillenen başlıca tutum ve eğilimler ışığında ele almak gerekiyor, zira 1980 rejimine ve bugünkü rejim tadilatına dair politik yaklaşım ve tavırlar arasındaki tarihsel ve politik devamlılığı ve ilişkiyi göz ardı edenler, aslında her iki başlıkta benzer tutum ve yaklaşımların sürdürücüleri olduklarını da örtbas etmeye çalışanlardır. Özellikle AKP hükümeti sözcüleri ve yandaşları tarafından seslendirilen propagandanın, 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği paketini 12 Eylül 1982 Anayasa’sına karşı bir demokratikleşme adımı gibi sunmaya özen gösterdiği dikkatlerden kaçmıyor.
12 Eylül darbesine ilişkin başlıca politik tepki ve yaklaşımları, üç ana odak çevresinde toparlanan ana eğilimleri ele alarak inceleyeceğiz ve bu eğilimlerin izini sürerek 12 Eylül 2010 Anayasa oylamasına ilişkin politik tutum ve yaklaşımlara geleceğiz.
12 EYLÜL’DE DÜZEN PARTİSİ NE YAPTI?
Esas olarak AP ve CHP’nin temsil ettiği burjuva siyasal güçler, bunların parlamento içi gerici ve faşist ortakları, bürokrasideki dayanakları olan çevreler (yüksek mahkemeler, ordu bürokrasisi vs.) 1960’lı ve 1970’li yılları, sahip çıkmadıkları veya açıkça düşman oldukları 1961 Anayasal rejimini içerden çürütmekle,  askeri darbeler ve sivil girişimler yoluyla kademeli olarak budamakla geçirdiler. 1969 seçimleri öncesinde Türkiye’nin tarihindeki en demokratik seçim sistemini (Milli Bakiye’li Nisbi Temsil sistemini) değiştirerek halk iradesinin parlamentoya yansımasını engellemeye çabaladılar, anayasaya aykırı 141-142. Madde yasaklarını ve komünist parti kurma yasağını muhafaza etmeyi savunup sürdürdüler, işçi hareketinin bağımsız devrimci sendikal gelişimini (DİSK’i) hedef alan ve 15-16 Haziran işçi ayaklanmasıyla engellenen yasa değişikliği girişimlerini tezgahlamaya kalkıştılar.
12 Mart darbesi, ordu içindeki ilerici, bağımsızlık yanlısı, anti-emperyalist unsurların önünü kesme telaşıyla zuhur eden programsız ve plansız bir faşist darbe girişimiydi; bu haliyle, 1961 Anayasası’na iyi tasarlanmamış yarım darbeler indirdi, anayasanın bazı demokratik hak ve özgürlüklere koruma sağlayan maddelerinde gerici değişiklikler yaptı, ancak dört başı mamur bir yeni rejim inşasına kalkışamayacak denli “iki ayağı bir pabuca girmiş bir girişim” olarak yarım kaldı, biraz da bu yüzden 1961 Anayasal rejiminin temel yapısını ve meşruiyet zeminini tamamen ortadan kaldıramadı.
1970’li yıllarda, 1961 Anayasal rejiminin tanıdığı hak ve özgürlükleri sahiplenmek ve genişletmek için örgütlenen işçi sınıfı ve emekçi halk kitlelerinin yükselen ve yüzbinleri kapsamaya başlayan mücadeleleri karşısında, bir yandan Demirel öncülüğündeki MC hükümetlerinin 1961 rejimini işlemez kılma ve içerden felcetme çabalarına, öte yandan da siyasal gericiliğin ve faşist saldırganlığın yükselişi karşısında Ecevit hükümetlerinin tutarsız ve kaypak uzlaşma eğilimlerine, 1961 Anayasal rejimini cesaretle savunmaya elvermeyen siyasal aczinin sonucu olarak demokrasinin ve anayasal rejimin sahipsiz kalmasına tanık olundu.
1980 yılına gelindiğinde, “kurtarıcı generaller” ve onların akıl hocaları (TÜSİAD, Yeni Forum dergisi) kılığında pusuya yatmış sivil ve askeri cunta üyelerinin yolu düzlenmiş bulunuyordu. Siyasal kaos, ekonomik kriz ve can güvenliği sorunları karşısında aciz ve savunmasız bırakılmış, içerden felcedilmiş, 12 Mart’ta kolu kanadı budanmış 1961 Anayasası’na dayalı burjuva-demokratik rejim, büyük sermayedar zümresi ve Düzen Partisi saflarındaki burjuva politik özneler tarafından üvey evlat gibi cami avlusuna terk edilmişti. Bu durum  “Yeni Rejim” peşindeki cunta üyelerinin işini kolaylaştırmıştı. “Yeni Rejim”in yolunu açanlar ise, kendi meşruluklarının altını oyanlardı, kendi anayasal rejimlerine sahip çıkmayanlardı, yeni rejime meşrulaşma olanağını kendi meşruiyetlerinin kaybedilmesi pahasına kendi elleriyle sağlayanlardı, Düzen Partisi (AP, CHP, MSP, MHP, vs. parlamento içi politik özneler, Yüksek Mahkeme ve Ordu bürokrasisi) unsurlarıydı. 12 Eylül askeri darbecileri, 1961 rejimini, bir üfürükte kurumuş bir yaprak gibi kopardılarsa, bunun başlıca sorumluluğu, demokrasiye ihanet eden Büyük Sermaye zümresine ve Düzen Partisi’ne aitti.
12 EYLÜL’CÜ YENİ REJİM TARAFTARLIĞININ “BÜYÜK KOALİSYON” TAKTİĞİ
Sanılanın tersine, 12 Eylül basit bir askeri cunta operasyonundan ibaret değildi. 12 Mart’ta olduğu gibi ordu içindeki başka gelişmelerin önünü alma telaşıyla aceleye getirilmiş, plansız ve programsız bir girişim olarak sınırlanmış bir darbe de sayılamazdı. Bütün bu örneklerden çok daha kapsamlı, örgütlü, planlı ve programlı bir müdahale stratejisinin siyasal iktidarı ele geçirme ve yeni bir rejim inşa etme girişimiydi. İşin çapı, vitrindeki generallerin çapını, siyasi aklını ve iradesini fersah fersah aşıyordu.
12 Eylül darbesi, emperyalizmin Türkiye’ye ilişkin bölgesel siyasal-askeri planlarını da kapsayan, Türk kapitalizminin sermaye birikimi sürecinde içine sürüklendiği yapısal krizi aşmak üzere uzun erimli bir programla yeniden yapılandırılmasını ve bu çerçevede uluslararası sermaye ile yeni bir temelde bütünleştirilmesini de içeren, bu bütünleşmenin bir koşulu olarak ülkenin siyasal-toplumsal-ekonomik ilişkilerine askeri zor yoluyla müdahaleye dayanan geniş çaplı, planlı, programlı bir “Yeni Rejim” inşasını öngörüyordu. Esas itibarıyla faşist bir diktatörlük olarak kurumlaşan “Yeni Rejim”, Türk-İslam sentezi ideolojisini esas alan, Başkanlık ve Hükümet odaklı yürütme gücüne ağırlık veren, Meclis ve Mahkemeleri göstermelik ve ağırlıksız güçler derecesine indiren, devlet bürokrasisindeki merkeziyetçiliği pekiştirerek MGK-YÖK-Hazine-RTÜK-HSYK vs. kurumlarla siyaseti vesayet ve denetim altına alan yeni bir anayasayı dayattı. Faşist “Yeni Rejim” için yeni partiler ve yeni politik kadrolar sahneye davet edildi. Daha darbe öncesinde siyaseten iflas etmiş ve kendi eliyle kendi ipini çekmiş Düzen Partisi’nin devamı ve kalıntısı olan siyasal özneler, 1961 Anayasası’na sahip çıkamazdı, darbecilerin meşruiyet-dışılığını sergileyemezdi ve 12 Eylül cuntası tarafından dayatılan yeni anayasa taslağına “Hayır” kampanyası ile muhalefet etmek politik seçeneğinden uzak durmak zorundaydı. CHP ve AP liderleri sessizce kenara çekildi ve kendi seçmen tabanlarını “Ya Evet oyu kullanırsınız ya da Askeri Cunta’nın yönetimi sivillere devretmemesine rıza gösterirsiniz” şantajıyla karşı karşıya bıraktı. Böylece, 12 Eylül öncesinde TÜSİAD tarafından önerilen “büyük koalisyon” (AP-CHP mutabakatı) 12 Eylül Anayasası için yapılan halkoylamasında sandıkta ve namlu ucunda tehditle gerçekleştirildi.
12 Eylül’cü yeni rejim taraftarlığı, başka biçimlere de bürünerek devam etti. 1960’ların sonundan başlayarak 1961 Anayasası’nın temsil ettiği demokratik ilkelere saldırının sokaktaki vurucu gücünü temsil eden unsurlar (Komünizmle Mücadele Dernekleri, Ülkü Ocakları, Akıncılar) devlet güçlerinin himayesinde kalkıştıkları onca cinayet, kitle katliamı ve provokasyon sonrasında, mahkemelerde “fikirlerimiz iktidarda biz hapisteyiz” samimiyetiyle şecaat arzediyordu. Bu unsurların içindeki birkaç tetikçi haricinde kalanlar ise “büyük koalisyon”un bir diğer zemininde ANAP bünyesinde hükümete taşındı. ANAP beş eğilimi bir arada tutan bir büyük çatı partisi olarak inşa edilmek istendi.
12 Eylül’cü yeni rejim taraftarlığının üçüncü ve son örneğini ise 2000’lerde AKP temsil etti. Bütün burjuva eğilimlerden devşirilmiş unsurları İslamcı-gerici-faşist-liberal bir koalisyon halinde iktidara taşıyan AKP, 12 Eylül rejiminin yıpranmış yapısında tadilat öngören yeni bir anayasa paketiyle 12 Eylül 2010’da halkoyu onayı bekliyor. 12 Eylül’ün restorasyonuyla eşanlamlı bir anayasal tadilat paketini 12 Eylül’e karşı bir demokratik girişim olarak sunma yüzsüzlüğü ise önümüzdeki halkoylaması sürecinin başlıca demagojik yönünü oluşturuyor. 
12 EYLÜL’E KARŞI İLERİCİ VE SOL GÜÇLERİN TUTUMU
Burjuva-demokrasisini sahiplenmeyen, hatta demokrasiye karşı düşmanca tertip ve provokasyonlara kalkışan burjuvaziye karşı, demokrasi mücadelesinin önemini vurgulayanlar ve demokrasiye sahip çıkmaya çalışanlar, dönemin ilerici sol güçleriydi. 1960’lar ve 1970’ler boyunca, ilerici sol güçler, burjuvaziye rağmen ve burjuvazi olmaksızın 1961 Anayasası’nın demokratik hak ve özgürlüklerine sahip çıkmaya ve demokrasinin sınırlarını genişletmeye çalışan bir mücadele çizgisini izledi. 1960’larda YÖN çizgisi, devamında MDD’ci devrimci-demokratlar ve TİP, 1961 Anayasası’na sahip çıkmayı öngören bu mücadele çizgisinde büyük ölçüde ortaklaşmıştı. 12 Mart sonrasında, 1961 Anayasası’nın budandığı koşullarda, demokrasi mücadelesinin önemi daha da büyümüştü. Anayasa’dan geriye kalanlara sahip çıkmak, demokratik hak ve özgürlükleri genişletmek, 1961 Anayasası’nı tümden ilga ve feshetme peşindeki  siyasi gericiliğe karşı direnmek ve faşist tertipleri durdurmak, 1970’li yıllarda ilerici ve sol güçlerin başlıca gündemi haline gelmişti. Bazı sol güçlerde ise o dönemde demokrasi mücadelesine burun kıvırma, seçimleri boykot etme, 1961 Anayasası’nı tümden ilga ve feshetmeye yönelik faşizm tehdidini “oligarşinin bir iç meselesi” olarak ele alma, mevcut rejimin eksik ve kısıtlı da olsa bir burjuva demokrasisi olarak işçi sınıfı ve emekçi halk güçleri açısından sahiplenilmesini küçümseme sekterliği baş gösteriyordu. Sol sekterliğin demokrasi mücadelesine kayıtsızlığının trajik yanılgısı, 12 Eylül darbesiyle zincirlerinden boşalan faşist terörün azgınlığıyla yüzyüze gelindiğinde açıkça ortaya çıktı. Burjuvazinin ihanet ettiği, ilerici ve sol güçlerin ise birleşik bir cephe halinde sahip çıkmayı başaramadığı 1961 Anayasası, 12 Eylül’cülerin baş hedefi oldu.
1982 yılında faşist diktatörlüğün terörü altında yapılan halkoylamasında, bütün olumsuz koşullara rağmen %10’a yakın seçmen 12 Eylül Anayasası’na “Hayır” oyu kullandı. Bu oy tabanı, başta işçi sınıfı sosyalizmi olmak üzere 1970’lerde faşizme karşı direnişi sürdüren bütün ilerici-yurtsever-sol güçlerin toplumsal desteğinin çapını yansıtıyordu.
12 Eylül’cü yeni rejimin iktidar ve yaptırım gücü, 1989 sonrasında işçi hareketinin yükselen Bahar eylemleri ve Zonguldak madencilerinin Ankara yürüyüşü sürecinde sarsılmaya başladı. Kürt halk güçlerinin devrimci yurtsever başkaldırısının da eklendiği toplumsal muhalefet, 12 Eylül’cü unsurları işbaşından uzaklaştırmaya yetti. Düzen Partisi’nin geleneksel hizipleri, muhalefet dalgasının sırtında yeniden hükümeti ele geçirdi. 2000’lere gelindiğinde, 12 Eylül rejimi, işlemez bir Anayasa ve diktatörlük kalıntısı gerici-faşist yasalarla yıpranmış, iktidar ve yaptırım gücünü büyük ölçüde yitirmiş bulunuyordu. AKP hükümetinin işbaşına getirildiği 2002 seçimleri, 12 Eylül’ün restorasyonunu öngören güçlerin Düzen Partisi hiziplerini tasfiye ettiği yeni bir gericilik dönemini başlattı. 12 Eylül 2010’da yapılacak Anayasa tadilat paketi oylaması, iktidar ve yaptırım gücü kaybolmuş 12 Eylül’cülere faşist diktatörlüğü yeniden toparlama (restore etme) olanağını vermeyi gözetiyor. 
Bu koşullarda, 12 Eylül 2010 Anayasa paketi halkoylaması, 1982’de yapılan Anayasa oylamasına denk düşen bir anlama ve öneme sahiptir. Demokrasi mücadelesinin devam eden önemi, 1982’de olduğu gibi bugün de, halkoylamasında “Hayır” demeyi gerekli kılıyor.
Halkoylamasında üç tutum öne çıkıyor. AKP arkasında dizilen güçler, 12 Eylül’cüler, Genelkurmay, ABD ve AB emperyalizmi, liberaller, Büyük Sermaye, TÜSİAD, “Evet” tercihleriyle faşist diktatörlüğün restorasyonu hedefliyor. Düzen Partisi’nin hizipleri, CHP, MHP, DP gibileri bu restorasyonun kendilerini tasfiyeyi de kapsadığının farkında oldukları için “Hayır” tercihlerini seslendiriyor. Ancak bu “Hayır” tercihi tutarsızdır ve 12 Eylül’cülerin esas olarak 1961 Anayasası’na ve demokrasiye düşmanlıklarına karşı demokratik bir muhalefet çizgisini temsil etmiyor, 1961 Anayasası’nı ve demokrasiyi tutarlı biçimde sahiplenme siyasetine uzak duruyor. Baraj tartışmalarında takındıkları tavır, mevcut rejime seçenek olarak demokratik bir rejimi açıkça savunmayı akıllarına bile getirmemeleri, bunun kanıtıdır.
Halkoylamasında asıl önemli olanın ilerici-yurtsever-sol güçlerin takınacağı tavır olacağı anlaşılıyor. BDP çevresinin “boykot” tavrı, bazı devrimci-demokrat çevrelerce de sahiplenileceğe benziyor. Boykot tavrının 1970’lerde demokrasi mücadelesinin önemini algılamayan ve faşist güçlerin hedef aldığı 1961 Anayasası’na sahip çıkmanın gereğini görmeyen devrimci-demokrat tavra benzediği ortadadır. Boykotçuluk, sol cenahta özellikle devrimci-demokrat saflarda politika kaçkınlığının, apolitizmin geleneksel göstergelerinden biri haline gelmiştir.
Yaklaşan Halkoylamasında doğru komünist tutum, “Hayır” oyu kullanılmasıdır! TKP dahil bazı ilerici sol güçlerin “Hayır” oyu kullanacaklarını seslendirmeleri bu açıdan olumlu bir gelişmedir. “Hayır” demeyi savunan sol güçlerin 1961 Anayasası’na sahip çıkmayı kapsayan somut demokratik bir taleple “Hayır” oyunu birleştirmeyi düşünmemeleri ise eksik ve yetersiz bir politik tutumun kanıtıdır. Komünistlerin “Hayır” oyu kullanma çağrısını, Düzen Partisi hiziplerinin, özellikle CHP ve MHP’nin peşine takılmak olarak nitelendirenler ise, olan biteni kavramakta tamamen yeteneksiz görünüyor.
12 Eylül 2010 Anayasa Halkoylamasında “Hayır!” diyenler, 12 Eylül Anayasası’nın restorasyonuna “Hayır” demekte, 12 Eylül’ün darbeyle ilga ettiği 1961 Anayasası’nın meşruluğuna sahip çıkmaktadır. Yaklaşan Halkoylamasında siyasetimizin ayırdedici yanı budur. Düzen Partisi’nin tasfiyesine karşı “Hayır” diye mırıldanan CHP ve MHP gibileri, 1961 Anayasası ve demokrasi konusunda sessizdir. CHP, DP ve MHP’nin önderleri, 1982 Anayasa Halkoylamasında, seçmen tabanlarını “Hayır” oyu kullanmaya çağırmamıştır! Geçmişte ve bugün 1961 Anayasası’na ve demokrasiye sahip çıkmayanların, 12 Eylül’e karşı oldukları söylemi, en az AKP’nin 12 Eylül’e karşıtlık söylemi kadar inandırıcılıktan uzaktır.  
12 EYLÜL’E HAYIR!
12 EYLÜL ANAYASASI’NIN RESTORASYONUNU AMAÇLAYAN AKP PAKETİNE HAYIR!
1961 ANAYASASI VE SEÇİM YASALARI YENİDEN YÜRÜRLÜĞE KONULMALIDIR!
1961 ANAYASASI VE SEÇİM YASALARI TEMELİNDE YENİ BİR KURUCU MECLİS SEÇİLMELİDİR!
1961 ANAYASASINI TAĞYİR, TEBDİL VE İLGA EDEN 12 MART VE 12 EYLÜL DARBECİLERİ YARGILANMALIDIR!