1 Temmuz 2012 Pazar

ÜLKE VE DÜNYA GÜNDEMİ

EMPERYALİST YAĞMA SİYASETİ VE SURİYE DÜŞMANLIĞI


Suriye ve İran düşmanlığı siyasetinin belirtileri savaş kışkırtıcılığı doğrultusunda gelişmeye devam ediyor. Bu siyaset, emperyalist merkezlerden yakın coğrafyaya ve ülkemize yayılıyor, ABD, AB ve NATO, Katar ve Suudi Arabistan’daki petrodolar zengini emir ve şeyhler ve Türkiye’yi yöneten gerici faşist zümre bu siyasetin ana mihrakları olarak öne çıkıyor. Başbakan Erdoğan, Suriye halkı adına konuşma yetkisi varmış gibi haddini bilmez açıklamalar yaparak komşu ülkenin içişlerine müdahaleye heves ediyor, ülkemizi Suriye halkına karşı bir terör üssüne çeviriyor. Özel hastanelerde ve beş yıldızlı otellerde barındırılan, pasaportsuz ülkemize sokulduğu ve hükümet tarafından finanse edildiği ve silahlandırıldığı anlaşılan El-Kaide’ci çapulcu paralı askerlerin ortalıkta cirit attığı gözleniyor. Suriye’yi etnik, mezhepsel ırkçı çatlakları kanırtarak bölme siyasetiyle Tayyip Erdoğan komşu ülkede dökülen kanların, öldürülen masum insanların baş sorumlusu olarak sivriliyor. Şam ve Halep sokaklarında halk Türkiye Başbakanı’nı “çocuk katili” olarak lanetliyor.

Atlantik ittifakı çerçevesinde Suudi ve Katar hükümetleri eliyle beslenip silahlandırılan ve terör eylemleri için Suriye’ye sevkedilen, kimine göre Libyalılar veya Afgani’ler olarak anılan seyyar çeteler, 1978 sonrasında ilerici Afgan hükümetlerini destabilize etmek ve yıkmak için yürütülen yeşil kuşak karşı-devrimciliğinin geleneğini devam ettiriyor. Afgan karşı devrimcilerinin 1978 sonrasında devrimci Kabil hükümetini yıkmak için Pakistan’da üslendikleri, Afganistan içindeki gerici aşiret ilişkilerinden ve Suudi Vahabi ve Pakistan’lı yabancı unsurlardan beslendikleri, zamanında ABD ve Çin tarafından desteklendikleri ve yönlendirildikleri, El-Kaide ve Taliban örgütlerinin bu zeminden türediği biliniyor. Karşı-devrimci kirli savaş, Afganistan Demokratik Halk Partisi iktidarının yıkılması sonrasında hem Afganistan’ı hem de kirli savaşa üs oluşturan Pakistan’ı yıllar süren ve bugün hala devam eden etnik gruplar, aşiretler ve mezhepler arası çatışmaların bataklığına çevirmiş, her iki ülke gericiliğin, askeri diktatörlüğün, kanlı bir terörizmin ve yabancı işgalinin pençesine sürüklenmişti. Aynı çetelerin, ABD işgali sonrasında Irak’ta mezhep çatışmalarında binlerce masum insanın katledilmesinde ve bu yolla Irak yurtsever direnişinin kırılmasında, geçen yıl Libya’da Kaddafi’nin hunharca katledilmesinde ve Libya’nın emperyalist yağmacıların eline düşmesiyle sonuçlanan askeri operasyonlarda rol oynadığı biliniyor. Şimdi seyyar gerici terör çeteleri emperyalizmin hizmetinde bu defa Suriye halklarına karşı savaşa sevkediliyor. Geçmişte Afganistan’a karşı Pakistan’ın oynadığı rol bu sefer Türkiye’ye öneriliyor, Ziya Ül Hak despotunun yerine ise Tayyip Erdoğan hazırlanıyor.
RİYAKARLIK İKLİMİNİN MADDİ TEMELLERİ
 

Tayyip Erdoğan’ın Suriye düşmanlığı siyasetinin başlangıcının, İsrail ile masaya oturarak uzlaşması ve Müslüman Kardeşler hareketinin siyasette önünün açılması taleplerinin Baas hükümeti tarafından reddedilmesi sonrasına denk düştüğünü, bizzat Beşar Esad’ın açıklamalarından, işte tam da bu ortamda öğreniyoruz. Bu taleplerin aslında ABD’nin talepleri olduğu, Tayyip Erdoğan’ın ise sahibinin sesi olduğu bellidir. Siyonizmin tescilli ve ödüllü temsilcisi olduğu halde Siyonist politikalarla uyumunu riyakar şovlarla saklamaya çalışan Tayyip Erdoğan’ın hangi toplumsal iklimin çocuğu olduğu sorusu burada önem kazanıyor. Bu sorunun yanıtı, AKP hükümetinin Suriye düşmanlığı siyasetinin maddi temellerinde aranmalıdır.
Petrodolar zenginleri, Suriye’nin komşularına Suriye’ye saldırıda rol almaları için büyük paralar saçıyor. Kirli pazarlıkların, Irak işgali öncesinde AKP hükümeti ile ABD arasında yapılan pazarlıkları andırdığı bizzat Katar Başbakanı Hamad bin Casim’in açıklamalarından anlaşılıyor. Pazarlıklarda on milyarlarca doların konuşulduğu, Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil Arabi’nin bile, kişisel olarak, dağıtılan paralardan 50 bin dolar pay talep ettiği aynı açıklamalardan öğreniliyor. Ürdün’ün 3 milyar dolar talep ettiği , ayrıca devasa inşaat ihaleleri istediği, Lübnan’da üslenen çetelere her ay için 5 milyon dolar verildiği haberleri havada uçuşuyor (Irak işgali öncesinde Türkiye’ye ABD tarafından 1 milyar dolar dolar önerildiği de anımsanmalıdır). Paralı askerliğin ve ABD ile suç ortaklığının tarifesi de böylece aşağı yukarı belli oluyor.
ABD’nin suç ortaklarına roketatarlar, havan topları, mayınlar, vs. silah ve cephaneleri, telsiz ve istihbarat olanaklarını temin ettiği de kendilerine Suriye Ulusal Konseyi denilen grubun açıklamalarından anlaşılıyor. Tayyip Erdoğan’ın riyakarlık siyaseti ve Suriye karşıtı terör eylemlerine yataklık yapması bu maddi temeller üzerinden anlaşılabilir. Emperyalizmin Suriye düşmanlığı siyasetinin bir tür sömürgecilik yatırımı olduğu, silah ve para olarak verilenlerin bir getiri hesabıyla bu işe tahsis edildiği, verilenlerin kar payını da içeren bir bedelinin olacağı ve bu bedelin belirli vadede birileri tarafından ödeneceği de öngörülebilir.
SIRTLAN PAYI İÇİN YARIŞMA VE SAVAŞ KIŞKIRTICILIĞI

Emperyalizmin yağma sofrasına oturmaya ve aslan payından arda kalacak kırıntılara tebelleş olmaya hevesli çok sayıda sırtlan adayının son haftalarda peşpeşe ortaya çıktığı ibret verici tarihsel gelişmelerle yüzyüzeyiz. Sırtlan payı için birbiriyle yarışmaya soyunan güç odaklarının arasına Kürt ulusal demokratik hareketinin temsilcisi grupların da katılmaya eğilim gösterdiği anlaşılıyor. Kürt hareketinin sözcülerinin “büyük siyasete” yüz kızartıcı yönelişi, pro-emperyalist taktikleri ve Kürt halkının kendi geleceğini belirleme hakkından vazgeçme iradesinin açıkça görünür hale gelmesi, ayrı bir yazının konusu olarak ele alınmayı hak ediyor. Ancak geçerken altı çizilmelidir, Kürt hareketinin bütün temsilcilerinin emperyalizmin ve sömürgeciliğin yanında konumlanışı, bir yandan bu hareketin artık topyekün gerici bir nitelik kazanmasının ve Kürt halkının çıkarlarını temsil yeteneğini terk etmesinin belirtisidir, öte yandan bu yeni konumuyla Kürt hareketi artık halkları birbirine kırdıracak bölgesel bir savaşın sorumluları arasında yer almaya aday olmaktadır. Amanos dağlarındaki son karanlık saldırı, eğer PKK tarafından örgütlendiyse, AKP hükümetinin Suriye’ye yönelik savaş planlarına PKK tarafından bahane yaratılmak istendiğini doğrulamaktadır. Gerek AKP gerekse PKK, sırtlan payı için giriştikleri “büyük siyaset” ekseninde bölge halklarını kaos ve savaşa elele sürüklemektedir.

AKP lideri Tayyip Erdoğan, sırtlan payı için giriştiği “büyük siyaset” yaklaşımını “sıfır sorun” söylemiyle birleştirdiğini öne sürmekte, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu Kemalist hükümetlerinin “yurtta barış dünyada barış” politikasını bu eksende eleştirerek terk ettiğini açıklamaktadır. Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın doğru ve yerinde saptamasıyla, AKP hükümetinin Suriye’de kaos ve savaş kışkırtıcılığına soyunması hayalcidir ve Türkiye halklarının çıkarlarına ters düşmektedir. Osmanlı’yı yıkıma sürükleyen ve Osmanlı halklarını emperyalist savaş girdabında kırdıran Enver Paşa örneğini izleyen AKP lideri Erdoğan’ın “büyük siyaseti” Türkiye halklarının çıkarına değilse hangi toplumsal güçlerin çıkarınadır?

Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, özel çıkarlarını emperyalist sermayenin bölgedeki sömürgeci emellerine hizmet etmeyle birleştiren bir zümrenin sözcüsüdür. Bu zümre, TÜSİAD başta olmak üzere bir dizi büyük sermaye tekelinin yağmacı ve sömürgeci niyetlerinin temsilcisidir. Türkiye halklarının sırtına kene gibi yapışmış olan büyük sermaye, kendi ülkesine yabancılaşmıştır, kendisi semirten ve büyüten burjuva cumhuriyet rejiminin yasal çerçevesini ve sınırlarını artık kendi çıkarlarına engel olarak görmektedir.
BÜYÜK SERMAYENİN YAĞMA PLANLARI VE YENİ REJİM HEDEFİ

TÜSİAD merkezli büyük sermaye tekelleri, büyümesi önündeki engelleri aşabilmek için artık ulus-devlet kabuğu içinde ücretli iş gücünü ucuzlatmak gibi önlemlerle yetinemiyor. Kapitalizmin küresel sermaye akımlarıyla bütünleşmiş bu asalak ve gerici toplumsal zümre, ülke içindeki işçi sınıfını sömürmekle alabileceği yolun bittiğini görerek açıkça yağmaya, sömürgeciliğe yöneliyor. 2000’li yıllarda hızlanan kamu işletmelerinin özelleştirilmesi siyaseti bu yönelişin bir ifadesiydi. Bu deniz de bittikten sonra şimdi sırada, ülke topraklarının yabancılara satışı, 2B yasasıyla ormanların özelleştirilmesi, Anadolu ve Trakya’daki su kaynaklarının ve maden yataklarının gözü dönmüş bir hırsla yağmalanması, kentsel dönüşüm yoluyla emekçiler barındıkları yoksul kent mahallelerinden sürülerek kentsel rant alanlarının sermaye açılması, sağlıkta dönüşüm yoluyla sağlık hakkı yok edilerek ve eczanelerde muayenehanelerde varlığını sürdüren kent küçük burjuvazisi buralardan sürülerek sağlık hizmetlerinin büyük sermayeye denetimine teslimi, Kerkük-Musul petrol yataklarının emperyalist petrol tekelleriyle ve Barzani aşiretiyle elele Irak’tan koparılıp gasbedilmesi, Kaddafi devrilerek Libya petrol yataklarından pay alınması vs. gündemdedir. Bu yağma girişimlerinin bazen düpedüz hırsızlık biçimlerine dönüştüğü örnekler basına sık sık yansımaktadır (örneğin Basra’da elektrik üreten bir Türk şirketine ait 3 mavnanın her ay 5 milyon dolardan fazla değerde petrolü çaldığı Irak Başbakanı Maliki tarafından açıklanmıştı). 

Musul ve Kerkük’te petrol ve doğal gaz içini kovalayan sermaye grupları arasında sadece petrolcülerin olmadığı, tekstilcilerin, inşaatçıların, nakliyecilerin, kuyumcuların, banka ve ticaret sermayesinin de bu işlerde dahli olduğu bilinmektedir.
50 bini aşkın ihracatçının temsilcisi olarak konuştuğunu belirten Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı M. Büyükekşi, “iç denizlere göre üretilmiş yelkenliyle okyanusta maceraya atılmak yerine, okyanus şartlarına uygun dayanıklı bir gemi yapılması gerektiğini” vurgulayarak yeni anayasal rejim beklentisini veciz biçimde dile getirmektedir. 

Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, yağma ve sömürgecilik siyasetinde sırtlan payı peşinde koşanlar sadece Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresindeki asalak zümre değildir. Küresel sermayeyle bütünleşmiş büyük sermaye tekellerinin tamamı bu siyasette kendi çıkarlarının temsilini ve sözcülüğünü görmektedir. Koç, Sabancı, Çukurova gibi TÜSİAD’a dahil geleneksel büyük sermaye tekellerinin tamamı bu siyasetin içindedir. Yeni rejim arayışı, burjuva cumhuriyetinin kurucu ilke ve ideolojisinden uzaklaşma, laikliğin ve yurtta barış dünyada barış siyasetinin terk edilmesi, ulus-devlet sınırlarının sorgulanır olması, eyalet başkanları ve en tepede bir tür padişah tarafından yönetilen yeni federal devlet amacı, yağma ve sömürgecilik stratejisinin siyasal ifadesi olarak belirmektedir.