18 Ağustos 2022 Perşembe

DEĞMEYECEK OLANLARI KONUŞMAK

Yahu ne kadar çok konuştuk. Günlerce zamanımızı Teğmen Mehmet Ali Çelebi aldı hâlâ da alıyor. Adamın Halk TV’de yanıt niteliğinde açıklamasını dinledim de kendi kendime dedim ki BİR İNSAN DAHA NE KADAR SEVİYE KAYBEDER?

Devamında Cem Evleri geldi. Ajan mı, provokatör mü ne olduğu belirsiz birileri çıktı Cem Evleri’ne saldırı düzenledi. Tam bunları konuşurken de Recep Tayyip Erdoğan’ın Ankara’da Cumhurbaşkanı sıfatıyla Cem Evlerinden bazılarını ziyaret edeceği duyuruldu. Tartışmalar başladı, gerginlikler körüklendi derken bir de baktık ki Erdoğan Hüseyin Gazi Türbesi’ni ziyaret etti. Tartışmalar daha da bir ateşlendi. Kimi Alevi dernekleri Hüseyin Gazi’de Erdoğan’ı kabul edenleri ağır bir dille eleştirerek “düşkün” olduklarına dair düşünceler ileri sürdüler. Bu da kesmedi, kimin resmi indirilmiş, niye indirilmiş, Atatürk’ün resmi nerdeymiş, Hazreti Ali niçin kaldırılmış vay babam vay tartışmanın harareti herkesi bastı. Televizyon kanalları konuyu gündemlerine aldılar konu bir türlü bitirilemiyor, tartışılıyor da tartışılıyor.

Erdoğan bu girişimi ile “Alevi Açılımı” mı yapacakmış, yaparsa ne olurmuş, bu girişim Alevilere atılmış bir kanca mıymış, bu işin uzmanları konuştular da konuştular. Sonra post meselesinde tartışma sürdürüldü. Erdoğan posta oturmuş da oraya ancak dedeler otururmuş da benzeri tartışmalar bitecek gibi görünmüyor, bu yüzden de bizim gibi sosyalistler bu işlerin niye bu kadar boyutlandırıldığının iç yüzünü iyi bildiği için tartışmaların içine pat diye atlamasalar da konunun duyarlılığı açısından ister istemez bizler de tartışmanın orasına burasına ara sıra da olsa dahil olduk.

Düşkünlük sözcüğünü biraz irdeleyelim. Bu sözcük Alevi toplumunda hiç kuşkusuz tutum ve davranışlarıyla bazı kuralları bozanlar için söylenen sözdür o gibi kimseler ise bir şekilde “düşkün” ilan edilip bir şekilde cezalandırılır ve de bazı hak mahrumiyetleri ile karşı karşıya kalırlar.

Ama bu sözcük Türkçede kapsamlı bir şekilde kullanılır. Düşkün sözcüğü kimi zaman herhangi birine yüksek derecede bağlı ve düşkün olmayı ifade ederken kimi zaman da halden, takatten düşmeyi ve güçsüz kalmayı ifade eder. Düşkün sözcüğü sağlığın yitirilmesi, insanların varlıklarını yitirip yoksul hale gelmesi durumunda da kullanılan sözcüktür. Her neyse Alevi kültüründe düşkün sözcüğü dinsel ve toplumsal bir anlama da denk düşüyor olsa da hemen her kesimde aşağı yukarı aynı anlamları taşıyan ve çok bilinen bir sözcüktür özetle.

Şimdi düşkünlükle eleştireceğimiz kimselerin her kesimde karşılığı vardır. Sonuçta Alevi toplumu da bilmem ne suyu ile yıkanmış arı duru altınla tartılacak insanlardan oluşmuş değildir. Sınıflı bir toplumda yaşıyorsak, insanlar hangi sınıfa yakınlarsa o sınıfın kodlarıyla kodlandıkları için davranışları da ona göre olacaktır. Tabi her zaman söylendiği gibi istisnalar kaideyi bozmaz. Alevi olup da işçi ve emekçi olan insanlar içinde de sınıf atlamak, aynı zamanda da kapitalizmden çıkar sağlamak isteyenler de olacaktır kuşkusuz. Genel olarak toplumda Alevilerle ilgili genel bir kanı devrimci oldukları yolunda oluştuğu için Alevilerin devrimciliğe ters gelen bir davranışları olduğu zaman daha çok dikkat çekip daha çok tepki görüyorlar. Hüseyin Gazi Dergâhında yaşanan olay da tam da budur. Oysa Sünni kesimde benzeri bir olay o kadar çok yaşanır ki kimse dönüp de işin bu yanına bakmaz. Bu yüzden de sınıf analizi yerini inanç olgusuna bırakır.

Ben Hüseyin Gazi olayının içinde yer alan kimseleri iyi tanıyorum. Bunlar evet, Alevi’dir fakat bunlar aynı zamanda da imamlar toplumu kandırıp köşe dönerlerken biz niye aynı yöntemi kullanmayalım diye düşünen kimseler oldukları ve sınıf temelli düşünmedikleri için bugün tartışılan ve gündemimizi meşgul eden Erdoğan’ın ziyareti çok ama çok abartılmıştır. Burada görev alanların bazılarını dedim ya yakından tanıyorum. Bunlar aynı zamanda da Etnik köken üzerinden politika yapmaya düşkün oldukları için bazılarının neredeyse hayatının tamamı Perinçek’in peşinde geçmiştir. Doğal olarak Perinçek hangi yoldan gidiyorsa bunlarda aynı yolu tercih edeceklerdir. Erdoğan’ın oraya davet edilmesi sonuçta bir seçimdir. Çünkü bu davet sonrasında burada postta oturan bazıları daha fazla olanaklara sahip olma hayali ile yanıp tutuştukları için Erdoğan’ı bütün sınıf gerçeklerini altüst ederek davet etmeyi içlerine sindirmiş kimselerdir. Gitseniz, konuşsanız sosyalist olduklarını söyleyeceklerdir ama onların sosyalistliği de nasyonal sosyalistliktir ne yapacaksın ki?

Son söz; inanç ve etnik köken üzerinden politika yapmaya bulunduğunuz yer itibariyle bu denli önemli bir yer ayırırsanız kör kuyuya düşmeniz de kaçınılmaz olur. Ya da şöyle söyleyelim, Hüseyin Gazi Türbesi’ni ziyaret edenlerin kestikleri kurbandan tutun da türbenin içine konulan para kutusuna kadar bazı olanaklar birilerine gıda ceplerine de harçlık olur.

Son not: Dikkat ederseniz isimden söz etmiyorum. Eğer gocunanlardan birisi çıkar da bir söz ederse bilinsin ki isimlerini de yazmaktan çekinmem. Sonuçta bu bir sınıf mücadelesidir çürük elmaların ayrışmasına da kimse hayıflanmamalıdır. İşte ben döne döne buna işaret ederim.

Özellikle TELE1 ve Halk TV’ye ve de birkaç televizyona da bunları gündemden düşürmelerini öneririm.

Zaten Erdoğan’ı onlar oraya çağırarak hangi sınıftan yana olduklarını açıkça göstermişlerdir ki Cem Evleri için “Cümbüş Evleri” diyen birisiyle ortaklaşmak her babayiğidin kaldıracağı bir yük değildir. 

12 Ağu 2022

TURGUT KOÇAK (TSİP GENEL BAŞKANI)

23 Nisan 2022 Cumartesi

Devrim Partisi, 1 Mayıs'ta otokrasiye karşı işçileri ve emekçi halkı meydanlara çağrıyor

 AKP’yi halk götürecek: 1 Mayıs’ta haramilerin saltanatına karşı alanlara

"Bugün tek adam rejimine, AKP eliyle kurulan istibdada, tarikatların saltanatına, haramilerin yağma ve talan düzenine karşı mücadele düzen muhalefetinin dar ve aldatıcı siyasetine teslim edilemez."

21-04-2022 12:22

AKP’yi halk götürecek: 1 Mayıs’ta haramilerin saltanatına karşı alanlara

20 yıllık AKP iktidarının değerlendirilmesi en masum şekilde şu şekilde yapılıyor: “AKP iktidarının ilk 10 yılı önemli dönüşümler gerçekleştirse de ikinci 10 yıllık iktidar süreci, bütün kazanımları yok etmiş, Türkiye yeniden 2002 yılına dönmüştür. 20 yıl boşuna yaşanmıştır.”

Bu saptama, geçmiş dönemde AKP iktidarına desteğini esirgemeyen kesimler tarafından yapılıyor. Belki verdikleri desteği haklı çıkarmak ve geçmiş tutumlarına dayanak bulmak açısından AKP’nin 20 yıllık iktidarının yaratmış olduğu tahribata bir kılıf arıyor olabilirler. Ama, sonunda, AKP’nin 20 yıllık iktidarına yönelik bir muhasebe içerdiği açık olsa gerek.

Siyasal İslamcılarının bir kesiminin ve liberallerin bu titrek tutumuna söylenecek ilk söz, bir kez daha solun haklı çıktığını söylemek olabilir. Bundan daha ötesi ise AKP’nin “yeni Türkiyesi”nin ülkeyi adım adım geriye götürdüğü, ekonomiden dış politikaya, eğitimden tarıma kadar her alanda nasıl bir tahribat yarattığının artık başka kesimler tarafından da görülüyor olmasıdır. AKP’den dönüşüm beklemek, liberal kesimlerin siyasi ve toplumsal analizlerinin sığlığıydı. AKP, burjuva sınıfının çıkarlarını temsil eden bir sermaye partisi olarak rant, yağma, talan ve sömürü rejimiyle kapitalist Türkiye’yi yeni bir düzleme taşımış, rejimi tek adam, tarikat/diyanet ve sermaye kolonları üzerine yerleştirmiştir. Böylesi bir rejimden çıkan ise haramiler saltanatı olmuştur.

Bu açıdan bugün AKP ve rejiminden şikâyet edilecekse ya da muhalefet tarifi yapılacaksa sorunu sadece tek adam yönetimine karşı çıkışta görmek, emekçi sınıfları bir kez daha “demokrasi söylemiyle” oyalamak anlamına gelecektir.

Dün destek verenler, bugün şikâyet ediyorlar. Ancak dün destek verenlerin, müesses gerici rejimi değiştirme yetenekleri de olamaz. Tıpkı FETÖ ile yıllardır omuz omuza verenlerin, FETÖ ile hesaplaşamayacakları gibi. Çünkü FETÖ ile hesaplaşmak, aynı zamanda FETÖ’nün siyasal ve ideolojik kodları ile düzen tasavvuruyla hesaplaşmayı gerektirdiği için. Bugün benzer bir durum, seçimler yaklaştıkça yine emekçi sınıfların karşısına çıkarılıyor. FETÖ’den kurtulmak için nasıl ki AKP gerçek bir alternatif değilse, AKP’den kurtulmak için geçmişte AKP’nin paydaşlarının da alternatif olamayacağı somut bir gerçek olarak kalınca yazılmalıdır. Dün koşulsuz ya da liberallerin koşullu AKP destekçiliğinin bugünkü pişmanlığı, AKP’nin 20 yıllık iktidarıyla hesaplaşmanın ya da 20 yıllık iktidarın yaratmış olduğu tahribatı ortadan kaldırmanın politik zemini asla olamaz.

20 yıllık AKP iktidarıyla hesaplaşmak, AKP’nin politik, ideolojik ve toplumsal alanlarda attığı adımlara net karşı duruşla mümkündür. Yoksa, AKP’nin çizgisi iyi ama uygulamada sorun var denebilir mi?

Suriye politikasında Erdoğan kadar Davutoğlu’nun payı yok mu?

 AKP’nin ekonomi politikası sıcak paraya bağımlı, inşaat odaklı ve borçlanmaya dayalı yapısının bugün duvara çarpmasında Babacan’ın rolü yok mu?

Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığını yürüten Erdoğan’ın karşısına “NATO, demokrasinin güvencesidir” diye çıkan Kılıçdaroğlu’nun farkı nerededir?

AKP’nin temsil ettiği İslamcılık ya da siyasal İslamcılık çizgisinin doğduğu siyasetin başkanlığını yapan Karamollaoğlu ne ile hesaplaşacak?

Seçimler yaklaştıkça, bir kez daha emekçi halkın önüne AKP’nin 20 yıllık iktidarının yarattığı tahribatın tadilatına soyunanlar alternatif olarak çıkarılıyor. 1923 Cumhuriyeti’ni temellerini dinamitleyerek yeni bir rejimle karşıya karşıya kalındığı gerçeği başa yazılmadan, bu rejimle kökten bir hesaplaşma programı ortaya konmadan değişim beklemek mümkün değildir. Seçim matematiği üzerinden Meclis çoğunluğu sağlayarak ve ilk turda başkanlık değişikliği ile, siyasi, toplumsal ve ekonomik sorunların çözüleceğini düşünmek nasıl bir güvence anlamına gelebilir? Bugün ısrarla toplumdan kaçırılan şey, ülkenin temel sorunlarının hangi programla çözüleceği meselesidir.

Bugün tek adam rejimine, AKP eliyle kurulan istibdada, tarikatların saltanatına, haramilerin yağma ve talan düzenine karşı mücadele düzen muhalefetinin dar ve aldatıcı siyasetine teslim edilemez. Verili toplumsal tepkiyi sömürerek ve manipüle ederek sermaye sınıfının bir başka kanadının alternatif olarak gösterilmesi, “helalleşme” siyaseti de düşünülerse eğer, 20 yıllık gerici dönüşüme alışmak dışında bir karşılığı olmayacaktır.

Bu durum emekçi sınıflar açısından başka bir gerçeğe işaret eder: Emekçiler, mücadeleyi düzen güçlerine bırakamaz. Bugün toplumsal, ekonomik ve demokratik talepler daha da yükseltilmeli, laiklik talebi daha fazla dillendirilmelidir. Bununla birlikte, seçimlere giden bir Türkiye’de eğer büyük bir değişim isteniyorsa, bu değişim sandık siyasetine indirgenemez. Bilinmelidir ki seçim hesapları ve matematiği üzerinden sandık siyaseti, emekçilerin hak ve taleplerini yine öksüz bırakacaktır.

Yapılması gereken bellidir: Emekçi sınıflar başta olmak üzere, ülkenin ilerici ve yurtsever birikimi, AKP-MHP blokunun gerici-faşist iktidarına karşı mücadeleyi ellerine almalıdır. Sandıkta istenilen sonucun çıkmasının yolu bugün alanlarda milyonların talepleri haykırmasından, güçlerini göstermesinden geçiyor. Sonrasında haklarını savunmak açısından da…

1 Mayıs, işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak seçimler öncesi AKP iktidarına karşı halkın gücünü göstereceği gün olacaktır. Çünkü, AKP’yi götürecek tek güç halkın iradesidir!

Emekçi halkımız iradesini, 1 Mayıs’ta alanları doldurarak göstermelidir.

Gazete Manifesto/ Başyazısından...

4 Nisan 2022 Pazartesi

Rus karşıtı şovenizme Napoli'den tepki

"Dostoyevski insanlığın ortak mirasıdır"

Rus kültürünü hedef alan şoven histeri dalgasına karşı İtalya’nın Napoli şehrinde sokak sanatcısı Jorit duvar resmi ile tepki gösterdi.

Dosyoyevski'nin portresini Napoli'de bir okulun duvarına resmeden sanatçının “eylemi” hakkında Vladimir Putin de bir açıklama yaptı. "Gerçekler zamanı gelince gün ışığına çıkacak" diyen Putin’e karşı, sanatçının yanıtı ise şöyle oldu: "Savaşların gerçek nedeni salt kültürün ve sanatın varolduğu ve etkili olduğu özgürlük ortamlarında anlaşılabilir”.

Jorit şöyle devam etmekle yetindi: "Kültür evrenseldir ve  Dostoyevski insanlığın ortak mirasıdır".

GHA İta (ADK)

16 Mart 2022 Çarşamba

NAZİ PROPAGANDASI NERELERDEN BESLENİYOR?

 AMAZON, NAZİ SİMGELERİNİ SATIYOR

 Jeff Bezos’un sahibi oldugu Amazon, Ukrayna’daki Azov taburunda eğitim gören neonazilerin gamalı haç, kara güneş, Kurt gibi simgelerinin yer aldigi ürünler satıyor. Amazon’un e-ticaret sitesinde satışa sunulan t-shirt, kazak, fincan, arma gibi ürünlerde Nazi ideolojiisinin simgeleri Ukrayna bayrağı fon seçilerek satışa sunuluyor.

İkinci Dünya savaşında Üçüncü Reich’in işbirlikçisi Ukraynalı milliyetci ve Nazi  Stephan Bandera’yi idolu seçen Azov Taburunun ana finansörlerinden birinin Musevi milyarder Igor Kolomoyskyi  olduğu belirtiliyor. Pandora Papers  belgelerinde gün ışığına cıkan bir başka sav da, Kolomoyskyi’nin Volodimir Zelenski’nin kurucusu olduğu televizyon yapım şirketi Kvartal 95 Stüdyo’ya 40 milyon dolar bütçe desteği verdiği yönünde.

İtalya’da La Repubblica gazetesi ve Kültür bakanı Enrico Franceschini, Musevilerin gelenekleri gereği Nazilerle işbirliği yapmalarının mümkun olmadığına vurgu yapsa da gerek Azov Taburunun finansörlerinden Igor Kolomoyskyi’nin gerekse Ulusal Muhafız birliğinde Nazileri gorevlendiren Zelenski’nin Musevi kökenli olmaları bu mazeretleri yalanlıyor

Ukrayna’da Nazi ideolojisinin kökeninin geçmişe giden bir sorun olduğu biliniyor. The Guardian’in 2017’de Azov cocuk ve gençlik kampında çektigi belgeselde, genç Ukraynalılarin askeri eğitimden geçirildiği, Aryanlarin başka ırklardan üstün oldukları gibi ırkçı bilgilerle donatıldığı belgelenmişti.

Birleşmiş Milletlerin birçok raporunda da Ukrayna’da filizlenen Nazi ideolojisi ve bu ideoloji doğrultusunda işlenen savaş suçları kayda geçmişti. 

GHA/ Milano- İtalya (AK)

7 Mart 2022 Pazartesi

TÜRKİYE’Yİ UKRAYNA LEHİNDE SAVAŞA DAHİL ETME ÇABALARI

 İstanbul'da polis nezaretinde Kırımlılar ve Ukraynalılar gösterisi

İstanbul Tepebaşı’nda, eski TÜYAP fuar merkezinin önündeki alanda, Rusya aleyhtarı bir gösteri yapıldı. Ukrayna, Kırım, Türk bayrakları taşıyan göstericiler “Boğazlar kapatılsın”, “Kahrolsun Putin” sloganları attı. Çoğunluğu Türkiye’de yaşayan Ukraynalı kadınlardan oluşan göstericiler dışında, Kırımlılar ve Türk devlet görevlisi kılıklı kişiler de yer alıyordu. Taşınan pankartlarda ise elleri kanlı Stalin ve Putin portreleri yer alıyordu.

Gösteri görevli polislerin nazik nezareti altında yürütüldü. Gösterinin bitiminde “Türk Polisi teşekkür” sloganları atıldı. İzleyenler, kendi halkına ve çocuklarına gösteri yaparken ölçüsüz şiddet uygulayan polisin bu nezaketini ve “farklı tavrını” kaydetti!

5 Mart 2022 Cumartesi

UKRAYNA’DAN LEJYONER BİRLİĞİ ÇAĞRISI

Zelensky’nin çağrısıyla Avrupalıların desteğiyle Ruslara karşı savaşmak icin Lejyoner Birliği kuruluyor. Avrupa Birliği ülkelerindeki Ukrayna elçiliklerinde ve konsolosluklarında yapılan duyurularda, yabancı ülkelerin vatandaşları Rusya’ya karşı savaşmaya çağrılıyor. Ukrayna’nın Milano Başkonsolosluğu resmi sitesinde yayımlanan çağrıda, “Konsolosluğumuzun kapıları lejyoner adaylarına açıktır. İlgilenen İtalyan vatandaşlarının aşağıda ilettiğimiz telefon numaralarından randevu almaları rica edilir” ifadesine yer verildi.

Başkonsolosluk açıklamasında, Ukrayna adına savaşmak üzere kurulan lejyoner taburlarına yazılanlara 400 avro verilecegi duyuruldu. Şu anda Ukrayna’da 17 bin paralı askerin bulunduğu, Avrupa ülkelerinde bu yönde bir hareketlilik gözlendiği, ilk grup gönüllü savaşçıların İngiltere, Avustralya, Kanada ve ABD’den yola çıkmaya hazırlandıkları belirtiliyor. İtalya’dan Ukrayna’ya destek vermek için bugün itibarıyla hareket edenlerin ise 60 kişi oldukları ifade ediliyor.

Öte yandan, İtalya’da Mario Draghi yönetimindeki hükümetin Ukrayna’ya ölümcül füzeler, silahlar ve mühimmat gönderme kararı, parlamentodaki tartışmalara karşın resmiyet kazandı. Rusya’ya karşı yürütülen savaşa Ukrayna’dan yana müdahil olan İtalya’nın gönderdiği silahlar, Atlantik (NATO) Antlaşmasının üçüncü ve dördüncü maddeleri gereği doğrudan Ukrayna’ya verilemediği için, ilk aşamada Romanya ve Polonya’ya ulaştırılıyor. Her iki ülkede İtalyan “STAM” ve Amerikan “Blackwater” gibi özel savaş şirketleri devreye giriyor. İstihbarat eğitimi ve özel birliklere askeri destek konusunda uzman STAM ile özel ordu hizmeti veren Blackwater bu silahları paralı askerlere ulaştırıyor.

Putin’i “cani” olarak itham eden Mario Draghi’nin İtalyası’ndan gönderilen silahların, geçmişte Batı Asya’daki Amerikan işgali sırasında üstlendikleri rol nedeniyle savaş suçu işlemekle yargılandığı bilinen Blackwater benzeri şirketlerin elinde nasıl bir etki yapacağı endişeyle izleniyor.  

3 Mart 2022 Perşembe

İtalya'da kültür ve edebiyata sansür: Dostoyevski kursuna iptal

Milano Bicocca universitesi akademisyen Paolo Nori’nin Dostoyevski’yi konu alan kursunu iptal etti.

Üniversite yönetimi “Gerilimin tırmandığı bu dönemde tartışmalara set çekelim” diye açıklamada bulunurken Doçent Dr Nori, gözyaşlarını tutamayarak sansüre uğradığını söyledi. Gelecek çarşamba günü başlaması planlanan, “herkese açık ve ücretsiz Dostoyevski kursu, Milano Bicocca üniversitesinde “Between Writing” programı çerçevesinde gerçekleşecekti.

“Hala  kan akıyor- Dostoyevski’nin İnanılmaz Hayatı” başlıklı kitabın yazarı Nori, üniversitenin e-posta aracılığıyla ilettiği yasak kararını Instagram aracılığıyla paylaşınca cok sayıda kullanıcıdan sansüre karşı destek aldi. Akademisyen Paolo Nori, “Bugün İtalya’da yaşayan bir Rus olmak bir yana, artık hayatta olmayan bir Rus olmak veya 19uncu yüzyılda yaşamış bir Rus edebiyatçı olmak da suç sayılıyor”

GHA/ Milano- İtalya (AK)


2 Mart 2022 Çarşamba

RUS DÜŞMANLIĞINDAN SONRA BİR DE ZEYTİN DÜŞMANLIĞI

ZEYTİN DÜŞMANLIĞI

Mart başından itibaren, elektrik üretiminde kullanılan kömür sahası ile zeytin ağaçları aynı yere rastlarsa, zeytinlikler şirket tarafından kesilebilecek! Enerji Bakanlığı, zeytinlikleri yok edebilmesi için maden şirketlerinin önünü açtı. Hem de "kamu yararı" gerekçesini sunarak. Hem de yönetmelik yoluyla daha üstün olan zeytinlikleri koruma yasasını çiğnemeye yeltenerek. Hem de dinci ideolojik safsatalardan güç alarak. Hem de burjuva ekonomik ideolojilerin savlarına dayanarak. 





Düzen Partisi'nin Devrim Partisi'ne Rusçuluk Putin'cilik suçlamasıyla saldırma hastalığı: Ukrayna savaşı sürecinde NATO'culuğun büyük basıncı histerik bir şovenizm dalgasına dönüştü. Yakın geleceği bu dalgaya direncin başarısı belirleyecek

Fatih Yaşlı’nın yazısı NATO’cu şovenizm dalgasına karşı Türkiye solunun direncini ele alıyor. Daha önemlisi, NATO’cu şovenizm ile otokrasiye karşı ulusal-liberal Düzen muhalefetinin arasındaki bağlantıyı sergilemiş.

Ancak bu değerli yazıya sol Portal yanıltıcı bir başlık atmış. Yazının içeriğinin tersine bir anlamı başlığa çıkartmış.


ABD’nin, NATO’nun arkasında hizalandırmaya çalışan networkün aynı elemanlardan oluşması basit bir tesadüf olarak görülebilir mi?

   

02.03.2022

FATİH YAŞLI

Hayır, elbette ki böyle bir hastalık yok. Türkiye solu bırakın bugün “Rusçu” olmayı, Sovyetler Birliği ayaktayken dahi ona dair ciddi eleştiriler getirebilmiş, onunla arasına zaman zaman mesafe koyabilmiş bir geçmişten geliyor. Şimdi ise Putin Rusya’sına bakışında herhangi bir tereddüt taşımıyor, bugünkü Rusya’nın kapitalist bir devlet olduğunu ve emperyal hevesler taşıdığını biliyor, bunu da açıkça dile getiriyor.

Peki nereden çıktı bu “Rusçuluk” meselesi, bu iddia nereden kaynaklanıyor?

Bunun gerisinde, Türkiye solunun uzunca bir süredir aşındırılmak istenen aklının ve reflekslerinin her şeye rağmen solun temel ilkelerini unutmamasına duyulan öfke var. Evet, özellikle son yirmi-otuz yılda solun “emperyalizm” kavramını lügatinden çıkarması için ciddi bir ideolojik saldırı gerçekleştirildi, emperyalizm kavramının artık dünyayı açıklamadığından tutun da komplo teorisyenliği anlamına geldiğine uzanan bir genişlikte sola ideolojik girdiler yapılmaya çalışıldı, bunda kısmen de sonuç alındı ama solun ana gövdesi bu kavramdan vazgeçmedi, anti-emperyalizmi vazgeçilmez bir ilke olarak görmeye devam etti.

İşte sol, Rusya-Ukrayna (ABD/Batı/NATO) krizine bir kez daha buradan, kendi aklı ve ilkelerine güvenerek ve emperyalizm üzerinden bakınca, doğrudan emperyalizmi mahkûm edince, başta sola sözünü ettiğim ideolojik girdiyi yapmaya çalışan kesimler olmak üzere, liberali, milliyetçisi, İslamcısı, hatta bir kısım sosyal demokratı, koro halinde “Rusçuluk” türküsünü söylemeye başladılar.

Sol, meseleyi “hür dünya” ile “despotizm” arasındaki bir kavga olarak okumayı da, “yaşlanan bir diktatörün son çılgınlığı” olarak görmeyi de reddetti; fakat bunu yaparken Putin’den anti-emperyalist bir direnişçi, Putin Rusya’sından emperyalizme karşı savaşan bir ülke çıkarmak gibi işlere de girişmedi.

Ancak sözünü ettiğim koroya bu yetmedi; solun Putin’in ve Putin Rusya’sının ne olduğunu söylemesi yeterli değildi, soldan Ukrayna vesilesiyle Amerikancılığa, NATO’culuğa, “hür dünya”cılığa mutlak biat talep ediliyordu ve bunun kabul edilmeyeceği görülünce işte bu Rusçuluk, Putincilik sopası sallanmaya başladı.

Türkiye soluna “siz Rusya’yı hala sosyalist sanıyorsunuz” şeklindeki bütünüyle uydurulmuş bir argümanla saldıranlar, aslında kendileri Rusya hala sosyalistmişçesine hareket ettiler ve Sovyetler Birliği ile bugünkü Rusya arasında bir devamlılık ilişkisi olduğunu öne sürerek mayalarındaki antikomünizmi bir kez daha toplumun üzerine boca etmeye çalıştılar.

Bu noktada şunu çok net olarak söylemek gerekiyor: Türkiye’de bırakın solun “Rusçuluğunu”, ciddi bir Rusya etkisinden dahi söz etmek mümkün değildir. Rusya’nın Türkiye’de okulları, akademisyenleri, kanaat önderleri, devasa şirketleri, markaları, burs mekanizmaları, askeri üsleri, ciddi bir lobisi yoktur ama bu saydıklarımın hepsini de içeren bir Amerikan varlığı, bu varlıktan kaynaklı bir Amerikan etkisi ve ciddi bir Amerikancılık on yıllardır hüküm sürmektedir.

Zaten sola yönelik basıncın altyapısı da buradan kaynaklanmaktadır; bugün Türkiye’de Amerikancılık ve buna paralel bir şekilde NATO’culuk, düzen siyasetinin bütün aktörlerinin, sermayenin, akademinin, düşünce dünyasının, medyanın başat, hegemonik ideolojisidir ve ne kadar güçlü olduğu son yaşananlarla birlikte bir kez daha ortaya çıkmıştır. Türkiye Amerikancılığın merkez üslerinden biridir ve bu üste çok sayıda kişi “istihdam” edilmektedir.

Öyle ki bu istihdam edilen zevat, bir yandan “iyi ki NATO üyesiyiz” diye slogan atarken, “NATO üyesi olmasak biz de Ukrayna’nın durumuna düşebilirdik” diye “analiz”ler yumurtlarken, Türkiye’deki Amerikan/NATO üslerinden tutun da geçmişte ABD’nin gerçekleştirdiği sayısız işgale karşı tek bir eleştirel tutum sergilememişken, Türkiye soluna “postal yalayıcı” dahi diyebilmektedir.

Dün Afganistan işgaline dâhil olanların, Irak işgali öncesi “at pazarlığı” yapanların, Suriye sınırında kurulan CIA kamplarında cihatçı yetiştirenlerin, Yemen’de soykırıma girişenlerin peşinden gidenlerin, bunların adamı olanların, bugün barıştan söz etmeleri ve solu savaş yanlılığıyla, militarizmle, barış istememekle itham etmeleri sahtekârlıktan başka bir şey değildir.

ABD ve NATO’nun genişleme politikalarına tek laf etmeden, Yunanistan’a, Bulgaristan’a, Polonya’ya, Romanya’ya son birkaç yıldır yapılan yığınağı görmeden, Rusya’ya yönelik çevreleme politikasını dillendirmeden savaş karşıtlığı yapmak da bu sahtekârlığa dâhildir.

Ve elbette NATO’yu Kanarya Sevenler Derneği gibi sunmak, onun sadece ve sadece bir savunma örgütü olduğunu, üyeliğin gönüllülük esasına dayandığını, üye devletler arasında eşit ilişkiler bulunduğunu söylemek de bu sahtekârlığın bir parçasıdır.

Ve belki de en büyük sahtekârlık, NATO’nun demokrasinin teminatı olduğu yalanın koro halinde söylenebilmesidir. Oysa NATO, bünyesindeki Glaido ile on yıllar boyunca hem Avrupa hem Türkiye’de “derin” operasyonlar düzenlemiş, suikastlara, kitle katliamlarına imza atmıştır.

Türkiye’de 1960’lı yılların ortasından itibaren başlayan toplumsal uyanışa karşı yürürlüğe konulan operasyon, Gladio’nun ve içerideki uzantılarının eseridir. 70’li yıllardaki gazeteci, yazar, akademisyen cinayetlerinden tutun da Maraş katliamına, 12 Mart’tan tutun da 12 Eylül’e uzanan bir genişlikte ABD/NATO ve legal/illegal uzantıları, bu ülkeye, bu halka karşı çok kanlı, çok kirli bir savaş yürütmüştür.

Bunlara dair söyleyecek tek sözü olmayanların kendilerini demokrat ilan etmeleri de bugün yaşananları demokrasi ile diktatörlükler arasındaki bir savaş olarak göstererek solu diktatörlükler safında konumlandırmaya dair uğraşları da bir kez daha söylemiş olalım, büyük, çok büyük bir sahtekârlıktır.

Bugün Rusya-Ukrayna savaşı da dâhil, dünyada yaşanan eşitsizliklerin, adaletsizliklerin, krizlerin, savaşların gerisinde uluslararası bir sistem olan kapitalizm ve onun işleyiş biçimi olarak emperyalizm vardır.

Sadece ve sadece kâr elde etmek ve bir grup azınlığın çoğunluğun yoksullaşması sayesinde zenginleşmesi üzerine kurulu bir sistemin artık insanlığa savaşlardan, krizlerden, çevre felaketlerinden başka verebileceği hiçbir şey kalmamıştır.

Bugün Türkiye’de AKP-sonrası konuşulurken, daha şimdiden, Türkiye toplumuna kapitalizmden başka bir alternatif sunulmasının, emek hareketinin ve sosyalist siyasetin etkin bir özne olmasının yolu kapatılmak istenmektedir ve işte son günlerde yürütülen sol düşmanı kampanya, biraz da bununla ilgilidir.

AKP-sonrası Türkiye’de düzeni restore etme arayışının akıl hocalığına soyunan networkle, fırsat bu fırsat diyerek sola saldıran ve onu emperyalizmin, ABD’nin, NATO’nun arkasında hizalandırmaya çalışan networkün aynı elemanlardan oluşması basit bir tesadüf olarak görülebilir mi?

Türkiye’nin büyük kırılma anlarında solun rızasının alınması ya da sindirilmesi adeta bir toplumsal yasadır, bunun için ise her türlü araca başvurulur. Bugünkü saldırı her şeyden önce bununla ilgilidir; bu saldırıyı göğüsleyebilen bir sol, AKP-sonrası Türkiye’nin etkili öznelerinden, güçlü aktörlerinden biri olma şansını da elinde tutacak demektir.

 


1 Mart 2022 Salı

Dil ve kavram tercihleri, neyi anlatıyor?

 Aytek Soner Alpan'dan aktarmayla:

Siyaseten hizalamak için mutlaka bir umacı buluyorlar.

2003 ABD'nin Irak'ı işgaline muhalefet = Saddamcılık 2002 - 2015 AKP karşıtlığı = ulusalcılık 2010 Hayır = Darbecilik 2012 Suriye'de cihatçı lejyonerlere karşı çıkmak = Esadcılık ... 2022 NATO karşıtlığı = Putincilik

Ukrayna rejiminin katliamlar sabıkası: Donbass'tan Belgesel Video

#Rusya'nın neden Ukrayna'da özel askeri harekatı düzenlemeye karar verdiğini soruyorsanız fotograf sergisini görmenizi tavsiye ediyoruz.  

📷Online sergi: #Ukrayna Yönetiminin İşlediği Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlar #Donbass.

👉https://disk.yandex.com/d/NxzaukFVNmSHSA


Video link için bakınız:

 https://twitter.com/i/status/1498610777292431360

NATO ÖNDERLİĞİNDEKİ “BARIŞ” GÖSTERİLERİNE DİKKAT!

 


GHA UYARIYOR: SÜRÜDEN AYRILIN!

İtalya’da geçtigimiz hafta sonu Roma ve Milano’da Komünist Rifondasyon (Yeniden İnşa) Partisi, İtalyan Solu partileri ve sendikaların örgütlediği protestolarda, öğrenciler, “barış yanlısı” yurttaşlar ve İtalya’da yaşayan yüzlerce Ukraynalı yer aldı. “NATO bize yardım et”, “AB Ukrayna’yı al”, “Biz de Avrupalıyız”, “Katil Putin” sloganları atan Ukraynalılara İtalyanlar “Barış hemen şimdi!”, “Savaşa Son” sloganlarıyla destek verdi.

Avrupa’daki Barış Hareketi, son gelişmelerle birlikte Rus karşıtı histerik bir şovenizme yöneldi, sol örgütleri peşine taktı ve  NATO Gladio örgütlerinin denetimine girdi. “Avrupa Solu”nun kuyruğuna takılan Türkiye’deki barış yanlısı ve sol örgütler, benzer eylemlerle Rus karşıtı şovenizm dalgasının peşinde sürüklenmekten sakınmalıdır.

Türkiye Barış Güçlerini ve sol partileri uyarıyoruz: Çağrısı yapılan sahte “barış” eylemleri, savaş karşıtı değildir, tersine NATO’nun Ukrayna’daki harekatının destekçisi konumuna düşmektedir. TKP Gençliği, Emek Gençliği ve Sol Genç adıyla çağrısı yapılan “Savaşa Son” eylemleri, halk güçlerini NATO ve Gladio denetimine sokmayı hedeflemektedir. Ukrayna Ankara Büyükelçiliği ve arkasındaki emperyalist odaklar ile aranıza mesafe koyunuz. “Sürüden ayrılınız!”


Savaş sürecinde Rusya hakkındaki değerlendirmeler

Saldırgan ve emperyalist kim?

H. Murat Yurttaş

gazetemanifesto.com

27-02-2022 13:43

NATO propagandası Rusya’nın ABD Başkanı Ronald Reagan’ın deyimiyle “Şeytan İmparatorluğu”nun devamı, yeniden doğuşu olduğuna inanmamızı istiyor.

Rusya’yı Çarlık’tan Sovyetler Birliği’ne ve Sovyetler Birliği’nden bugüne bir bütün olarak, bir devamlılık içerisinde görmek Ukrayna milliyetçiliğinin ve daha sağda Nazi artığı aşırı sağcı Ukraynalıların en temel ortak yanları. Benzerlerini tarihsel olarak Rus düşmanlığı üzerine kendisini var eden Baltık ülkeleri ve Polonya için de söylemek mümkün.

Bu ülkelerin bir başka ortak yanının ise komünist partilerin yasaklandığı, tarihin yeniden yazıldığı, dünya sosyalist sisteminin ve komünist ideolojinin her türden izlerinin bir tür “etnik temizlik” keskinliğinde ve sistematik olarak yok edildiği, Avrupa’nın en gerici ve işbirlikçi rejimleri olması da tesadüf değil elbette.

*          *          *

Dünya’da ve Türkiye’de, sol ve hatta komünistlerin bir kısmı dahi dahil olmak üzere, yoğun bir NATO propagandasına kolaylıkla teslim olunabildiği görülüyor.

Soyut bir “Savaşa Hayır” sloganı arkasında Rusya’yı saldırgan, emperyalist, işgalci diye niteleyen açıklamalar görüyoruz. “NATO’ya karşıyız ama Rusya’ya da karşıyız” deniliyor mesela. “Donbass’ın Ukrayna’ya karşı korunması lazım ama Rusya emperyalist rekabet için orada.” diyor bir kısmı, başkaları daha ileri gidiyor Rusya’nın işgali diye başlayıp Donbass’taki iki halk cumhuriyetini “sözde” diye tanımlıyor.

Bu açıklamaların NATO’nun propaganda dili ile örtüşmesi özünde çıkış ve beslenme noktaları ne kadar farklı dahi olsa bir kez yanlış yollara girildiğinde sonuçların ne kadar vahim olabileceğini göstermesi açısından ibretlik sayılmalı.

İşin bu kısmı belki henüz milyonları ilgilendirmiyor ve “mahallemizin” tartışması olarak görülebilir. Ancak hemen hemen tamamı ABD şirketlerinin kontrolündeki sosyal medyadan beslenen aşırı duyarlılığı istismar eden bir propagandanın daha da güçlenmesine katkı sunmak anlamına gelen bir siyasetin neticede en hafifinden söylenen amaçlara uygun olmamasının yanı sıra açıkça ortaya konması da gerekiyor.

*          *          *

Peki, o zaman bazı çok haklı veya en azından öyle görünen sorular var.

Rusya emperyalist, saldırgan ve işgalci mi?

İki emperyalist gücün kavgasında taraf tutulabilir mi?

Emperyalist ABD, AB ve NATO’nun yıllardır sürdürdüğü yayılmacı ve çevreleyici politikalara karşı kapitalist Rusya’nın askeri harekatının desteklenmesi mümkün mü?

Ukrayna’da son 10 yılı nereye ve nasıl koymalıyız?

Komünistler barıştan yana değil midir?

Putin’in Sovyetler Birliği’ne, Bolşeviklere, Lenin ve Stalin gibi liderlere olan düşmanlığı ortadayken oligarklara dayanan bir Rus milliyetçisine onay mı vereceğiz?

*          *          *

 

Bu sorulara bazıları teorik, bazıları ideolojik veya siyasal cevaplar verilebilir. Ama bu cevapları verirken belirli ilkelerin konulması gerekir. Bu ilkeler konulmadan ve bunlara sadık kalınmadan doğrulama imkânı ortadan kalkacağı gibi sonuçların sizi getireceği nesnel konum da niyetlerinizin çok ötesine geçebilir.

Bir parantez açarak, Türkiye’de özellikle sol adına siyaset yapanlar açısından bunun maliyeti var mı diye sorabilirsiniz, orta ve uzun vadede mutlaka olmaktadır. Birkaç yıl önce kongre/konferans düzenleyerek Türkiye’nin Erdoğan sorunu vardır diyen bir siyasi parti, sonra birdenbire Türkiye’de sorunun Erdoğan olduğunu söylemenin düzeni aklamak olacağını söyleyip aynı anda Erdoğan’a karşı CHP’nin adayına oy vereceklerini söyleyebilir.

Bu ilkelerin başında sosyalist devrime, sosyalist iktidara ulaşma hedefine yararlı olma, sizi ona yakınlaştırma imkanlarının değerlendirilmesi gelmelidir.

İkincisi işçi sınıfı ile burjuvazinin çıkarlarının birbirine karşıt olacağı, örtüşmeyeceği ve zıt gelişeceğini değerlendirmek gerekir.

Üçüncüsü işçi sınıfı siyasetinin bir hakemlik müessesesi olmadığını, bir sosyalist sistemin olmadığı günümüz koşullarında az sayıdaki sosyalizm veya bir tür sol halkçılık iddiasındaki ülkeleri ayırsak bile neredeyse bütünüyle kapitalist olan bir dünyada işçi sınıfı siyasetinin havanda su dövmeden somut bir siyaset belirlemesi gerektiğini vurgulamak gerekir.

*          *          *

Böylece baktığımızda, her kapitalist gücü ve emperyalist güce karşı direnç oluşturan her gücü emperyalist sayan bir anlayış Lenin’in emperyalizm teorisinden hiçbir şey anlamamış demektir. Dahası onu, Lenin’in deyimiyle sansürlenmiş yüz yıl önceki haliyle ancak bir şablon gibi uygulamaya kalkışırken bile beceriksiz ve bilgisizce hareket ediyor demektir.

Bu değerlendirmeleri biz güncel olarak Suriye’den biliyoruz. Bir kısım Troçkist hareketlerin Rusya’nın Suriye’deki varlığının altını oymak için her gün uydurdukları zırvalardan en önde gelenleriydi bunlar.

Rusya’nın kapitalist bir ülke olduğu kuşkusuzdur. Putin’in NATO’ya veya AB’ye alınsa mutlu olacak bir “Yeltsin” olmadığını söyleyen çıkmayacaktır yine kuşkusuz. Ülkesini savaşa sokarken kendisinin liderliğini gösterebilmek için Bolşevikler, sosyalizm, Lenin ve Stalin hakkında ne kadar atıp tutsa da neticede Büyük Yurtseverlik Savaşı, faşizme ve nazizme karşı mücadele gibi komünistlerin onurlu tarihine sığınmak zorunda kalan Putin’in oligarkların temsilcisi olduğunu söylemek neredeyse gereksiz sayılmalıdır.

Ama Rusya’nın emperyalist sayılması, bir pazar kavgasında olduğunu söylemek kapitalizmin emperyalist aşamasını anlamamak, ekonomisi doğalgaz, petrol, ağaç ithalatına dayanan bir ülkeyi sırf Sovyetler Birliği’nin ordusu ve silah teknolojisinin mirasçısı diye olmayan bir yere yükseltmek, 1991’den bu yana dünya siyasetinden hiçbir şey anlamamış olmak demektir.

Rusya, Sovyetler Birliği mirası sayesinde ekonomik ölçeğinden çok daha büyük bazı deneyimlere, bilgi birikimine ve teknolojik imkanlara sahip olsa da bunun ABD, AB ve NATO ile boy ölçüşebilecek bir düzeyde olduğunu iddia etmek ancak kahve sohbetlerinin konusu olabilir.

Öte yandan, 1991’den beri önce bir yandan Yugoslavya’yı parçalayarak Rusya’nın “kardeşi” Sırbistan dışındaki tüm parçalarını, diğer yandan eski Varşova Paktı ülkelerini Avrupa Birliği ve NATO’ya dahil ederek Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanını işgal eden ABD ve AB emperyalizmi 2008’de Gürcistan ve 2014’ten itibaren Ukrayna ile doğrudan Sovyetler Birliği’ni oluşturan ülkelere de musallat olmasıyla Rusya’nın bir savunma pozisyonunda olduğunu söylemek gerekiyor.

2008’de Gürcistan Savaşı’ndaki koşullar neyse bugünkü Ukrayna Savaşı’nda da aynıdır. Kapitalist Rusya’nın halkların kurtarıcısı olması mümkün değilse de bu o günkü Sorosçu Gürcistan’ın araç olarak kullanılıp NATO’nun Kafkaslara yerleşmesinde bir ileri adım atmasına nasıl karşı çıkıldıysa bugünde sendika binalarında insanları diri diri yakan 3 bini çocuk 9 bin sivil olmak başta olmak üzere 14 bin insanı anadilleri Rusça diye katliama tabi tutan Nazi artığı Banderacı Ukrayna’nın araç olarak kullanılıp NATO’nun Rusya sınırına yerleşmesinde bir ileri adım atılmasına da öyle karşı çıkılması gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.

İşçi sınıfının uyarılması, dikkat etmesi ve kendini kaptırmaması gereken çerçevenin söylenmesi ile bugün ABD ve Rusya’yı bir görmek, ABD ve AB’nin Yugoslavya, Afganistan, Irak, Libya, Suriye gibi ülkelere müdahaleleri ile Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesini kıyaslamak en hafif deyimle bir siyasi körlük olabilir.

*          *          *

Ancak bunlardan daha önemlisi Türkiye’de bir iktidar arayışımız varsa söylenmelidir.

Türkiye bir NATO ülkesidir. Dolayısıyla kapitalist Rusya’nın akıbetinden önce NATO’nun yenilgisi Türkiye’yi etkileyecektir.

Her gün dış güçlerin müdahalesinden şikâyet eden AKP iktidarının NATO askeri olarak Ukrayna’da savaşa ABD, AB ve NATO içerisinde katılmasını engellemek veya sınırlandırmak üzere siyaset yapmak en asgari siyasi hedef olabilir. Bunun ötesinde derdimiz NATO’nun yenilgisi olmalıdır. Zira, NATO yenilgisi kökleri nazilere dayanan kirli bir savaş makinesinin yenilgisi olacaktır.

Rusya’nın kendisini hedefleyen NATO yayılmacılığına karşı bıçağın kemiğe dayandığını düşündüğü noktada yaptığı müdahaleler sonuçta NATO ile uzlaşacağı bir yer arayışından fazlasını beklememizi gerektirmese de hakemlik yapıp not vermeyeceksek esas düşmana yönelmek gerekli ve zorunludur.

Daha önemlisi Rusya’yı eşit görüp nesnel olarak NATO propagandasına su taşıdıkça çatışmanın genişlemesi ihtimalinde Türkiye’de kamuoyuna sunulmuş bir “düşman Rus” imajının pekişmesine sessiz kalınmış ve bu hazırlıkların tamamlanması es geçilmiş olacaktır.

Tüm bunlar gösteriyor ki, komünistler için soyut bir savaş karşıtlığı yapmanın, “nalına da mıhına da vurduk” diyerek övünmenin bir karşılığı yoktur. İki taraf bir değilse bu zaten böyledir ama iki taraf birse bile Rusya’yı yenen bir NATO değil Rusya’ya yenilen bir NATO bizi ilgilendirdiğinden bu yine böyledir.

Avrupa'da Cadı Avı uygulamaları

 

Avrupa’da Mussolini dönemini hatırlatan cadı avı uygulamaları

Rus karşıtı olmadığı için eleştirilen

Rus orkestra şefi Gergiev

Milano La Scala Operası  tarafından görevden alındı

Avrupa’da salgın döneminde başlatılan ve Ukrayna’daki savaşla birlikte yayınlaşan uygulamalar, Mussolini dönemini anımsatıyor. Sokak gösterilerine getirilen yasaklamalar, polis baskısı ve müdahaleleri, politik nedenlerle görevden almalar, Avrupa’nın bir çok yerinde yaygınlaşma eğilimi gösteriyor.

Son örnek olarak İtalya’da yaşananlar dikkati çekiyor. Milano La Scala operası, Rusya’nın Ukrayna’daki askeri harekatına karşı çıkmadığı ve Putin’le arasına “mesafe” koymadığı gerekçesiyle Rus orkestra şefi Valeri Gergiev’i  görevinden uzaklaştırdı. Gelecek 5 Mart’ta La Scala’da sahnelenecek olan “La Dama di Picche”nin yönetiminden alınan şef Gergiev, birkaç gün önce Milano Belediye Başkani Giuseppe Sala tarafından  akademik açılış toreninde “Rusya’nın Ukrayna’da yürüttüğü askeri harekata karşı bir tutum sergilemesi” yönünde uyarılmıştı. Putin’e karşı çıkan soprano Anna Retrebko’yu örnek gösteren Milano Belediye Başkanı Sala, Rus şefin 24 saat icinde geri adım atmamasi durumunda Münih Filarmoni Orkestrası ile yürüttüğü işbirliğine de son verileceğini aciklandi. Gergiev üzerindeki baskının bir başka örneği olarak Gergiev’in uluslararasi menajeri Marcus Felsner’in de Gergiev’le çalışmak istemediği ileri sürüldü.

İtalyan sanat eleştirmeni ve siyasetçi Vittorio Sgarbi, Rus sef Valeri Gergiev’in Milano La Scala operasindan dışlanmasını eleştirerek, “Putin’i hedef alan grotesk tepkileri animsatan bu karar, nefret duygusunu besliyor” dedi. Adnkronos ajansina konusan Sgarbi, “Gergiev, Putin’in dostu olabilir,ancak orkestra yönetmesi için Putin’e karşı olması gerekmiyor” diyerek tepkisini dile getirdi.

Mussolini dönemini hatırlatan cadı avı uygulamalarına bir başka örnek ise, İtalyan devlet kanalı RAI-1 ve RAI-2’nin Moskova muhabiri Marc Innaro’nun, “Haritaya bakarsak son birkaç yıldır Avrupa’da yayılan asıl gücün Rusya değil ABD olduğu görülebilir” açıklaması karşısında karşılaştığı baskı oldu. Açıklama Demokrat Parti (eski İtalya Komünist Partisi) Genel Sekreteri Enrico Letta’yı rahatsız etti. “RAI gibi bir kanalda Rusya hakkinda gerçek dışı haber yapmakla” suçlanan deneyimli gazeteci Innaro’nun bu görevinden alınması istendi.

Benzer bicimde RAI News haber kanalında belgesel film yönetmeni ve savaş bölgeleri psikologu Sara Reginella da kendisiyle yapılan röportajı nedeniyle hedef alindi. Donbass’a odaklanan “La Guerra Fantasma” adlı kitabın da yazarı olan ve Ukrayna’daki 2014 Maidan darbesi sonrasında bölgede 8 yıldır Rus kokenli Ukrayna yurttaşlarına uygulanan zulmü çektigi belgesellerle sergileyen Reginella, “gerçekleri anlatmadigi" suçlamasıyla hedef alınıyor.

AZK- Milano/İtalya (GHA)

27 Şubat 2022 Pazar

 26 Şubat 2022 saat 22:00

BASINA VE KAMUOYUNA DUYURU

 

Ukrayna’da 3. günü dolan Rus askeri operasyonları etrafında dünya medyasında büyük bir yalan ve tezvirat kampanyası yürütülüyor. En son örneği Suriye ve Irak’taki Batı operasyonuna benzer bir kampanya…  Türkiye kamuoyu, aydınlar, ilerici, barışsever, sol partiler, emperyalist medyadan gelen yalan ve tezvirat kampanyasına karşı uyanık ve dikkatli olmalı.

Ukrayna hakkındaki medya kampanyası, çok ilginç biçimde Türkiye içinden değil, yurt dışındaki merkezlerden yönetiliyor. Kampanyanın amacı, Türkiye’nin savaşa Batı yanlısı Zelenski hükümeti lehinde müdahil olması için Türkiye yönetici çevrelerine ve kamuoyuna baskı, etki ve dayatma yapmaktır. Kampanyanın görünür merkezi, Ankara’daki Ukrayna Büyükelçiliğidir. Günlerdir basın açıklamaları yaparak, sokakta İslamcı ve faşist gruplarla toplantılar düzenleyerek, Türkiye kamuoyuna ve içişlerimize açıkça burnunu sokan Ukrayna Büyükelçisi, savaş kışkırtıcılığı yapmaktadır. Türkiye’nin savaşa müdahil olması yönündeki etkileme çabaları, ulusal güvenliğe ve Türkiye halkının çıkarlarına aykırıdır. Diplomatik gelenek ve kurallara ters düşmektedir. Demokratik ve barışsever kamuoyu, Dışişleri Bakanlığı yetkilileri bu çabaları reddetmeli, diplomatik teamüllere aykırı olarak yetkilerini kötüye kullanan Ankara’daki Ukrayna Büyükelçisi persona non grata ilan edilmelidir. Barışsever kişi, örgüt ve çevreler, Ukrayna Büyükelçisinin persona non grata ilan edilmesini, içinden geçtiğimiz kritik süreçte, barışın korunması için somut bir görev olarak görmeli ve bu taleple harekete geçmelidir.

Türkiye’yi Zelenski hükümeti lehine savaşa sürüklemek isteyen Ankara’daki Ukrayna Büyükelçisinin tek başına davranıyor olması düşünülemez. Arkasında muhtemelen İngiltere ve ABD yönetimlerinin bağlantıları olan bir uluslararası kampanya bulunuyor. Bugün (26 Şubat 2022) İtalya’dan gelen bazı haberler, Türkiye’yi savaşa sokmak, Rusya ile çatıştırmak isteyen uluslararası bir komplonun adım adım geliştirildiğini doğruluyor. İtalya’da 26 Şubat günü Sky TV ana haber bülteninde, Dire Haber Ajansı yayınlarında, Corriere della Sera’da ve La Stampa’da Türkiye’nin Rusya gemilerine boğazları kapattığı hakkında doğru olmayan haberler yayınlandı. Bu sistematik gerçek dışı haber kampanyası, Ankara’daki Ukrayna Büyükelçisini kaynak gösteren bir paralel yalan propagandasının yurt dışında da yürütüldüğünü gösteriyor. Türk Dışişleri Bakanlığı bu konuda derhal açıklama yapmalıdır. Ankara’daki Ukrayna Büyükelçisinin içişlerimize karışan açıklamaları ve faaliyetleriyle, ülkemizin barış ve güvenliği açısından tehlike yarattığı da bu son haberler vesilesiyle doğrulanmış olmaktadır.

Gerçek Haber Ajansı

GHA

24 Temmuz 2021 Cumartesi

SERMİN ÖNER YOLDAŞIMIZI YİTİRDİK

 


SERMİN ÖNER YOLDAŞIMIZI YİTİRDİK / TURGUT KOÇAK (TSİP GENEL BAŞKANI)


Dün öğleden sonra Sakarya/Geyve İlçesi Boğazköy Mahallesi’nde yoldaşımız Sermin Şahin Öner’i toprağa verdik. Arkadaşımızı uzun yıllar öncesinden tanıyan birisi olarak onun ne kadar direngen ve kararlı olduğunu iyi bilirim.

Biz onlarla kimsenin sokağa bile çıkmaktan çekindiği dönemlerde Sakarya’da Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ni kurduk. Partimiz kurulmasının hemen arkasından ülkücü ve dinci kesimlerden tepkiler aldık. Bu tepkileri savuşturduğumuz gibi üstelik partimize ve bizim derneklerimize saldıranlara da hak ettikleri ders her zaman verildi. Dolayısı ile Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin o günlere atılmış imzası var. İmzası var çünkü Erzurum’dan, Yozgat’tan getirilen ne kadar Ülkücü ve dinci kesimlerin partimize karşı yürüttükleri her saldırı varsa, püskürtülmekle kalınmadı, onlar aynı zamanda olabildiğince geriletildi.

Bu mücadelede Birgül Şahin’in payını unutmamak gerekir. Birgül Şahin daha ortaokulu bile yeni bitirmişti fakat Birgül Şahin daha o yaşta Adapazarı’nda faşistlerin korkutup sindiremediği en önde gelenlerin arasındaydı. Sonra bu mücadeleye Birgül Şahin’in ablası Sermin Şahin de katıldı. Onları çok yakından tanıyan biri olarak hemen her anlarını yakından izledim ve olanlara da tanıklık ettim. Her ikisi de yılmaz birer partiliydi. Öyle zamanlar oldu ki Adapazarı’nda Türkiye Sosyalist İşçi Partisi üye ve yandaşlarını susturmak için güçlü olmalarına karşın Adapazarı’ndaki ülkücü ve dinci kuruluşlar yetmedi dışardan çok sayıda oraya buraya saldırmak için getirilen ülkücü ve dinciler oldu. Bunların yapmak istedikleri tüm kışkırtıcı eylemler boşa çıkarılmakla kalmadı onlar her defasında yenilgiye uğratıldılar. Bu mücadelede hem Sermin Şahin’ Öner’in hem de Birgül Şahin Öner’in gösterdiği yürekliliği bir ben bilirim.

Sonra 12 Eylül 1980 faşist darbesi yaşandı. Arkasından da zor günler gelip çattı. Parti bütün gücüyle faşizme karşı direnme mücadelesi veriyordu bu mücadelede Sermin Şahin İstanbul’da tutuklandı. Uzun süre içerde kaldı. Sermin Şahin içerdeyken de örnek bir devrimci olarak geçirdi mahpusluk günlerini. İçerde Reha İsvan’larla birlikte kaldı. Daha sonra Sermin’in içerdeki öykülerini bu yiğit insanlardan da dinledim.

Dışarı çıktıktan sonra her devrimci gibi Sermin yoldaşımız da zor günler yaşadı. Ama her zorluğa katlanan bir devrimci olarak ödünsüz bir dik duruşu oldu. İşsiz geçen günlerin acılarına katlanıldı. Hiç kuşku yok ki her ağaç fırtınaya dayanamaz ama bazı ağaçlar vardır onları en büyük fırtınalar bile yerinden sökemez. Bir başka deyişle savaşırlar ve kazanırlar. Sermin yoldaşımız da böyle biriydi. Savaştı, dimdik ayakta durdu. Çoğu insan sosyalizmden umudunu keserken Sermin çoklarının aksine sosyalizm kavgasını seçen sosyalistlerle birlikte davranarak partinin yeniden açık siyasete başlamasında rol aldı. Çeşitli kademelerde görev yaptı. MYK üyesi seçildi.  Gerçi Sermin Şahin Öner gibi arkadaşlar için unvan şan çok da önemli değildi bu yüzden de bir parti neferi gibi son anına kadar savaştı. O acıdan kıvranırken bile aklından an olsun partiyi partili olmanın gerçeğini aklından çıkarmadı. Yaşamını yitirmesinden kısa bir süre önce bile benimle telefonda sadece ama sadece partiyi konuştu.

O iyi ve yürekli bir partiliydi. Çalıştığı basın kolunda DİSK Basın-İş’in örgütlenmesinde özveri ile çalıştı. Grevlere katıldı, grevler yönetti. Basın-İş Sendikası’nın da Genel Saymanlığı görevi üstlendi. Son çalıştığı işyeri Sadun Aren’in oğlunun işyeriydi. Orada işçileri örgütlediği ve greve götürdüğü için işinden oldu. Tabi her emekçi gibi o da işsiz kalınca ağır ekonomik koşullara katlanmak zorunda kaldı. Emekli olup sadece parti ile ilgilenirken kansere yakalandı. Eşi Ali Öner’in de sık sık sözünü ettiği gibi bir direnme savaşçısı olduğunu kanserle savaşırken de gösterdi. Yaşamını da bu yüzden yitirdi.

22 Temmuz 2021 günü onu sonsuzluğa uğurlarken mezarının başında yaptığım kısa bir konuşma da dedim ki "…Kimi insanlar vardır sesi evinin avlusunun dışında bile duyulmaz, kimileri de vardır sesi Batman’dan da duyulur, Rio de Janerio’dan da. Ahbazya’dan da duyulur dünyanın malum halklarının başkentlerinden de".

İşte Sermin Şahin Öner böyle biriydi.

Onun sesini duyulur kılan şey de hiç kuşku yok ki sosyalist birisi olması ve direngenliğiydi. Onu şimdi sonsuzluğa uğurluyoruz fakat onun sesi bu mavi göğün altında sonsuza kadar duyulacak.

Şan olsun Sermin Şahin Öner yoldaşıma, şan olsun sosyalizme ve partimiz TSİP’e…”

27 Nisan 2021 Salı

 AHMET KAÇMAZ’I YİTİRDİK! / TURGUT KOÇAK (TSİP GENEL BAŞKANI)

Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin kuruluşunda Genel Başkanlığa getirilen Kaçmaz’ın sadece TSİP’e değil, Türkiye sol ve sosyalist anlayışına da yepyeni bir renk kattığını tanıyan, bilen herkes bilir. Bizler konu üzerine bir sürü şey yazarak emekleri geçmiş hiç kimseyi kötülemeyecek denli kadir kıymet bilenlerdeniz. Bu yüzden de bizim tutum ve davranışımız bazıları ile örtüşmeyebilir.
12 Eylül 1980 sonrası yurtdışına çıkan ve mücadelesini sürdüren Kaçmaz’ı nasıl tanırsınız diye bir soru sorulduğunda bizlerin ilk aklına gelen şey onun ilkeli ve disiplinli bir kişiliğe sahip olduğudur. Gelişigüzel anlayışlardan hoşlanmazdı. Böyle bir duruş bazılarının hoşuna gitmese de bizler biliriz ki doğru olan da böyle bir duruş sergilemektir.
Evet, bizler tartışmalar yaşadık. Kaçmaz da bu tartışmaların tam da göbeğindeydi. Benim tartışmaların hepsini noktasına virgülüne kadar bilen bir insan olmama karşın bu konuları çok konuşmadık. Niye? Çünkü gerçek komünistlik ağzı avaralığı kaldırmaz. Ketum olmayı gerektirir. Bu yüzden kendisinin yeri bizim yanımızda ayrıdır. Ayrıdır çünkü kimi seviyesiz tartışmaların hep dışında kalmış, kimse için de ileri geri konuşmadan yurt dışından döndükten sonra da aynı tutumunu değiştirmemiştir.
Yoksa ketumluğu bir yana bıraksaydı biliyoruz ki başkalarının söylediklerinin belki de en fazlasını o yazar ve söyleyebilirdi. Bir kenara çekildi ve tartışmaların dışında kaldı.
En hoşlanmadığı şeylerden birisi de hiç kuşku yok ki ahbap/çavuş kafasıyla partili yoldaşlığı birbiriyle karıştırmaktı. O ketumluğu seçerek bu konuda kimseyi kırmadan aramızdan ayrıldı.
Bir bakıma ünlü ozanımız Nazım Hikmet’in şiirinde olduğu gibi geldi geçti fakat TSİP’liler üzerinde de silinmez etkisi oldu.
Şiiri yazayım, çünkü Kaçmaz bu şiiri hak edenler arasında yer alan bir yoldaşımızdı.
"Birden
Bire kuş gibi
Vurulmuş gibi
Kanadından
Yaralı bir atlı yuvarlandı atından
Bağırmadı
Gidenleri geri çağırmadı
Baktı yalnız dolu gözlerle
Uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına
Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
Dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak
Beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak"
Ahmet Kaçmaz’ı 27 Nisan 2021 Salı günü Bodrum / Akyarlar Kemer gömütlüğünde 12.30 da uğurlayacağız. Bütün partililere, kendisini sevenlere başsağlığı diliyoruz.
Güle güle başkan, güle güle değerli yoldaş…
Yaşasın Sosyalizm!
Yaşasın Türkiye Sosyalist İşçi Partisi!

6 Mayıs 2020 Çarşamba

"Bella Ciao": Direnişin ve direncin aracı olarak her yerde




İtalya'dan bütün dünyaya yayılan sevilen partizan marşı "Bella Ciao" faşizme karşı yürütülen kahramanca savaşımın simgesi oldu on yıllar boyunca. Şimdi Koronavirüs salgınına karşı karantina ve sosyal kısıtlama önlemlerine katlandıkları ve ölümün kol gezdiği günlerde, aynı marşı paylaşan İtalyanlar, "Bella Ciao" ile direnci örgütlemeye devam ediyor her yerde, balkonlarda, evlerinde...

COVID-19 SALGIN SEYİR DEFTERİ İtalya

YÜKSELENLER, YİTİP GİDENLER VE FIRSAT ARAYANLAR KISKACINDA 
İTALYA SALGINDA DENETİM 
VEYA AÇILIM YOLLARINI TARTIŞIYOR
‘Immune’ ve ‘AllertaLom’
18 Nisan 2020 

Covid-19 virüsünden kaynaklanan salgını Nisan ayı ortası itibarıyla tam denetim altına alamayan İtalya’da hükümet ve bölgesel yönetimler, 4 mayıs'ta başlayacak İkinci Evre’de uygulanacak karantinanın boyutlarını ve sınırlarını tartışıyor. Ülkenin ekonomi motoru Lombardiya’da, fabrikaların ve şirketlerin tam zamanlı üretime geçmesi için hükümete baskı yapan Sanayiciler Birliği, virüsün bulaşma değerinin 1’in altına inmesini beklemiyor.

Bilim insanları, Lombardiya’da yoğun bakım ünitelerinde tedavi gören hasta sayısının azalmasına karşın, Milano ve çevre belediyelerde virüsün yayılmaya devam etmesinden ve ölüm grafiğinin yüksek olmasından ötürü kaygı duyuyor. Lombardiya’da halen virüs nedeniyle “kırmızı bölgelerin” olduğu anımsatılsa da kuzeyin sanayicileri halen yüzde 45’i faaliyete devam eden bütün fabrikaların ve şirketlerin açılmasında ısrarcı.

Ülke karantinanın dördüncü haftasında büyük bir kaos yaşıyor. Her yerel yönetim, başına buyruk kararlar aldığı için salgının boyutu ve gidişatı konusunda kararlı adımlar atılmıyor. 18 Nisan rakamlarıyla doktor ölümlerinin 130’a tırmandığı, huzurevlerinde resmi rakamlara göre 2500, resmi olmayan rakamlara bakılırsa 5 bin yaşlının ölüme terk edildiği Lombardiya bölgesinde, muhalefet partileri Attilio Fontana’nın başkanlığındaki yerel yönetime acilen bir komiser atanmasını talep ediyor.

Salgın haritası için app
İtalyanlar bahar aylarını karantinada geçirirken, Covid-19 salgını kriz masası yöneticisi Domenico Arcuri, Bending Spoons S.p.a şirketinin geliştirdiği “Immuni” (Bağışıklar) uygulaması (App) konusunda anlaşmaya vararak korona virüsün yayılma haritasını çıkaracağını duyurdu.

Contact Tracing uygulaması, Avrupa’da uygulanan PEPP-PT Konsorsiyumunu model alan bir uygulama. 4 mayısta başlayacak II. Evre’de bu uygulama, salgının yayılma haritasını büyük bir hızla çıkaracak. Bending Spoons’un yöneticileri,“özel yaşam”a dair bilgilere sızılmayacağını garantileseler de, Avrupa bütünündeki kontrol amaçlı bu uygulamalar, vatandaşlar arasında kaygı uyandırıyor.

“Immuni” uygulması, şu aşamada zorunlu bir seçim değil, dileyen vatandaşlar bu uygulamayı akıllı telefonlarına indirebilecek. Bu uygulamada ilk sistem, Bluetooth teknolojisiyle takibe alınan vatandaşın iletişimde olduğu kişilerin haritasını çıkarmayı öngörüyor. Yine Bluetooth sayesinde Covid-19 pozitifliği saptanan kişinin ilişkiler ağı, birbirlerine birer metre uzaklıktaki iki kullanıcının akıllı telefonundan hareketle saptanabilecek, böylece virüsün bulaşmış olabileceği temaslı kişilerin belirlenmesi ve karantinaya girmeleri hedefleniyor. Bu uygulamayı indiren vatandaşların telefonlarında o kişinin kimliğini tanıtan anonim kodlardan oluşan bir liste belirecek.

“Immuni” uygulamasının ikinci işlevi, doktorların hastanelerde tuttuğu klinik dosyanın bir benzeri gibi düşünülebilir. Bu dosya cep telefonu kullanıcılarının (cinsiyet, yaş, varsa kronik hastalıkları, kullandıkları ilaçlar) gibi bilgilerine ulaşılmasını sağlayacak. Bu dosya kullanıcılar tarafından her gün genel sağlık durumları ve var ise olası değişiklikler i konusunda eklemelerle güncellenecek.

Covid salgınını teknolojinin desteğiyle denetim altında tutmayı hedefliyor İtalya. Immune uygulaması ilk aşamada birkaç bölgede 'pilot uygulama' biçiminde başlayacak. Salgın komiseri Arcuri, “Vatandaşların kitlesel katılımını bekliyoruz” diyor.

Avrupa Birliği Komisyonuna başkanlık eden Ursula van der Leyen, geçtiğimiz günlerde “Aşı bulunana kadar “olağan” bir yaşam sürmemiz mümkün görünmüyor” diyerek 70 yaş üzeri yaşlıları yıl sonuna kadar evde kalmaya davet etti. İtalya da karantinanın ikinci evresinde 70 yaş üzerindeki yaşlılar ile 18 yaşın altındaki gençlerin yıl sonuna kadar evden çıkmaması için yeni kurallar hazırlığında. Bu tartışmalı seçim, gerek gençler gerekse yaşlılar arasında kaygı utandırıyor.

1968 kuşağı, “Evde ölümü beklemeyeceğiz!”
Covid-19 salgınını yönetmek konusunda aciz kalan, binlerce yaşlıyı ölüme terk eden İtalya’da 1968’i yaşayan 70 yaş kuşağı gazetelere yazdıkları mektuplarda, sürü bağışıklığını savunan AB’yi ve onun kurallarını uygulamayı planlayan İtalya’daki hükümeti eleştirerek, “Evde ölümü beklemeyeceğiz” diyor.

Kim bu Bending Spoons?
“Immune” uygulamasının mimarı, Bending Spoons S.p.a kim? Milano’da gece yaşamıyla tanınan Corso Como’da şehrin ünlü diskoteği Hollywood’la aynı binayı paylaşan bir şirket. Yaratıcı yazılımlar üreten bu teknolojik şirket, 2013’de Danimarka’da 4’ü İtalyan, 1’i Danimarkalı beş genç tarafından kuruldu. Bugün tüm dünyadan 48 kurucu ortağı var. Başlangıçta Start-up ve uygulamalar üreten şirket, bir yıl sonra merkezini İtalya’da Milano’ya taşıdı. Ürün yelpazesi zaman içinde küresel düzeyde tanındı ve başarı kazandı. Evde videolu fizik egzersiz yapmayı sağlayan “30 Days Fitness”, akıllı telefonlarda küçük çapta video montajı sağlayan “Splice” şirketin ürünlerinden bazıları.

Bending Spoons, 4 temmuz 2019’da yaptığı açıklamada, Silvio Berlusconi’nin çocukları Barbara, Eleonora ve Luigi Berlusconi’nin hissedarı olduğu H14’ün şirketin ana sermayedarı olduğunu duyurdu. Berlusconi ailesinin yanı sıra, Lombardiya’da salgının haritasını vatandaşların cep telefonlarıyla çıkarmaya çalışacak olan Bending Spoons’un öteki hissedarları ise Hong Kong’lu Pao/Cheng ailesinin holdingi Nuo Capital ile yüzde yüz Tamburi Investments Partners S.p.A’nin denetimindeki StartTip (dijital teknolojiler).

“Immune”ün Lombardiya’da Covid-19’un yayılım haritasını çıkarabilmesi için vatandaşların yüzde 60’ının bu uygulamayı indirmeyi kabul etmesi gerekli. Salgından belini doğrultamayan İtalyanlar, demokrasinin ilkeleri ile örtüşmediği ve birçok konuda özel yaşama müdahale edilmesine yol açabileceği kuşkuları yaratan, ulusal ölçekte bir toplumu denetleme ve izleme sistemi kurmayı hedefleyen bu uygulamaya kabul edecekler mi bilinmiyor.

Immune uygulamasının yanı sıra Milano yerel yönetimi, önceki gün Lombardiya’da ikamet eden bütün vatandaşlara bir mesaj ileterek bu kez “AllertaLom” adlı bir başka uygulamayı indirmeleri çağrısında bulundu. Ailesel çerçevede yaşlıları da gözeterek doldurulması gerekli bu modül de Covid-19’un bölgesel çerçevede haritasını çıkarmayı hedefliyor.

Yerel yönetim, vatandaşların sağlık durumlarıyla ilgili bilgilere ulaşarak salgını ve yayılımını takip etmeyi planlıyor. 1.3 milyon adet hazırlanan broşür için şimdilik 750 bin Lombardiyalı uygulamayı indirdi.

Bu uygulamalar, vatandaşların her hareketini, gittikleri mekanları, iletişim içinde oldukları kişilerle görüşme ve buluşma trafiğini, sağlık sorunlarıyla ilgili her ayrıntıyı büyüteç altında tutacak. Şimdilik bu uygulamaları indirmek zorunlu değil. Açıklanmış görünür gerekçe, “sinsi düşman” Covid-19’un Lombardiya’da izini sürmek!

GHA İtalya/ ADK