25 Ekim 2009 Pazar

ETNİK ÇATIŞMA TEHLİKESİ BÜYÜYOR!


BÖLÜCÜLÜĞÜN ŞAHI DEVLET BAHÇELİ EMPERYALİZMİN AJANIDIR!

PKK “barış elçisi” grupları Türkiye’ye göndermeye devam ederken, Kürt düşmanlığını tırmandıran ırkçı-şoven kışkırtmalar tehlikeli boyutlara varıyor. Bolu’da yerel bir gazetede DTP’li milletvekillerini teker teker öldürme çağrısı yapan bir gazeteyi beraat ettiren mahkeme kararı Yargıtay’da oybirliğiyle onaylandı. Elazığ’da DTP’lilerin basın açıklaması eylemi, faşistlerin polis gözetiminde saldırısına uğradı. İstanbul Valisi Güler, 1 Mayıs ve IMF gösterilerinde takındığı tavrın bir benzerini 28 Ekim’de Avrupa’dan gelmesi beklenen PKK “barış elçisi” grupları karşılamak için hazırlanan DTP’ye “kesinlikle izin vermeyeceklerini” belirterek sergiledi. Bütün bu gelişmelerin arka planında, MHP başbuğu Devlet Bahçeli’nin Genelkurmay ve AKP hükümet yetkililerinin açıklamalarından cesaret alan ve Türk-Kürt çatışmasını kışkırtan açıklamaları yer alıyor.

MHP başbuğu Devlet Bahçeli’nin açıklamalarında en fazla dikkat çekecek ifade, “İstanbul Habur değildir” cümlesidir. Bu ifade, Bahçeli’nin “Habur’da sesiniz çıkabilir, orası Kürt toprağıdır, ama İstanbul’da sesinizi boğarız çünkü İstanbul Türk toprağıdır” gerekçesini dile getirdiğini gösteriyor. Bu yaklaşım, ülke topraklarının bölünmesi projesinin Devlet Bahçeli tarafından kabullenildiğini kanıtlamaktadır. Bahçeli açıklamalarıyla, Türk ve Kürt halk kitlelerinin bir etnik çatışmaya sevkedilmesini kışkırtmaktadır. “Kürt açılımı” denilen AKP-Genelkurmay politikasının Yugoslavya’da olduğu gibi bir etnik çatışmaya yol açma olasılığı, bizzat MHP ve Genelkurmay eliyle provoke edilmektedir. Bu siyasetin asıl sahibinin emperyalizm olduğu uyarısını yapanların haklılığı böylelikle doğrulanmaktadır.

Türkiye tarihinde benzer kitlesel etnik ve mezhep temelli kıyımlar, 1915’de Ermenileri, 6-7 eylül’de İstanbul Rumlarını, 1978’de Maraş ve Çorum’da Alevileri hedef almıştır. Şimdi benzer bir ırkçı kışkırtmayla yüzyüzeyiz! Emperyalizmin bu kıyımlarda rolü kanıtlanmıştır. Yugoslavya’yı ve Irak’ı aynı temelde kanlı girdaplara sürükleyenlerin emperyalizmin ajanları olduğu biliniyor. Şimdi de MHP ve Devlet Bahçeli, aynı doğrultuda uğursuz bir rolü üstlenmeye hazır olduğunu açıklıyor. Türkiye halklarını birbirine düşürmeye ve çatıştırmaya hazırlanan ırkçı-faşistler bölücülüğün şahı olduklarını, emperyalist planların ajanı olduklarını açıkça beyan ediyor!

DTP ve PKK temsilcilerinin bu provokasyona alet olmamaları, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük taleplerini emperyalist planların hayata geçirilmesine yem etmemeleri, tarihsel bir sorumluluktur.

Bölge halkları, Türkler, Kürtler, Araplar emperyalizme karşı birleşmelidir. Ellerindeki silahların namlusunu emperyalizme çevirmelidir. Bu çerçevede, AKP hükümetinin “açılım siyaseti” içinde rol üstlenmekten vazgeçilmelidir!

23 Ekim 2009 Cuma

LİMAN İŞ SENDİKASI'NDAN AÇIKLAMA



Liman-İş Sendikası önceki gün yapılan bir eylemde sendikaya ve genel başkanına yönelik iddialara yazılı bir açıklama ile yanıt verdi.

Önceki gün Migros Genel Müdürlüğü önünde yapılan eylemde yapılan açıklamada Liman-İş Sendikası ve sendika Genel Başkanı Muzaffer Akpunar’a yönelik kimi suçlayıcı ifadelere yer verilmesi üzerine, Liman-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulu yazılı bir açıklama yaptı.

Liman-İş Sendikası’ndan yapılan açıklamada, bahsedilen eylemde sendika ve Akpunar’a yönelik ifadeler “yanlış, dayanaksız ve haksız iddia ve ithamlar” olarak değerlendirilirken, “İşçilerin Nakliyat-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atıldıkları bir ortamda, bu işyerlerinden herhangi bir üyelik başvurusu almamış olan sendikamızın hedef gösterilmesi maksatlı bir tutumun olduğunu gözler önüne sermektedir” ifadelerine yer verildi.

Liman-İş Sendikası açıklamasında bahsedilen eylemde basın açıklamasını yapan Murat Bostancı’nın sendikayı ve genel başkanını “sarı sendikacılık yapmakla”, “işçileri oyalamakla”, “işçilerin sendikaya üye olmasını istememekle” ve “sendikal çalışmanın açığa çıkmasına neden olmakla” suçladığı kaydedilirken şu sözlere yer verildi: “Öte yandan Migros bünyesinde faaliyet gösteren taşeron şirketlerin hangi işkolunda yer aldığı hususunda da belirsizlikler mevcuttur. Sendikamız bu taşeron şirketlerin hangi işkolunda yer aldığı, bu şirketlerin nerelerde faaliyet gösterdiği, bu şirketlerde kaç işçi çalıştığı hususlarında bilgi toplamaya ve gerekli altyapıyı oluşturmaya çalışırken, bir başka deyişle sağlıklı bir örgütlenme zeminini inşa etmeye gayret gösterirken, sendikamızı ve genel başkanımızı hedef alan açıklamalar son derece yersiz ve haksız olmuştur. Sendikamızın kendi işkoluna girip girmediğinin, hangi ilde kaç işyerinde kaç işçi çalıştırdığının bile belli olmadığı bir şirkette örgütlenme çalışması başlatması mümkün değildir.” Liman-İş Sendikası’nın yaptığı açıklamada, Bostancı’nın yaptığı açıklamanın gerçeklerden uzak olduğu ifade edilirken, diğer suçlamalara yönelik çeşitli açıklamalarda da bulunuldu.

Liman-İş Sendikası açıklamasında, Bostancı hakkında gerekli yasal sürecin başlatılacağı belirtilirken, açıklamanın sonunda “demokratik kamuoyunu yalanlarla dolu açıklamaları dikkate almamaya davet ediyor, sendikamızı yıpratmaya yönelik bilinçli bir çaba içine girişmiş olan kişi ve çevrelere de bu yanlış tutumlarından vazgeçmeleri çağrısında bulunuyoruz” ifadelerine yer verildi.

22 Ekim 2009 Perşembe

AÇILIMA ÜÇ YAKLAŞIM


KÜRT SORUNUNDA ARALANAN KAPI VE BEKLENTİLER

Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla ülkeye dönüşleri kabul edilen ve tutuklanmayan “barış elçisi” PKK grupları, AKP hükümetinin yürüttüğü “Kürt açılımı “ siyasetine ilişkin tartışma ve değerlendirmelerin yeniden alevlenmesine yol açtı. Meşru taleplerinin, demokrasi, özgürlük, barış ve eşitlik gibi isteklerinin, burjuva düzeni çerçevesinde ve emperyalizmin himayesinde kısmen de olsa karşılanabileceği umudu, on yıllardır zulme karşı direnen ve başkaldıran Kürt halk kitlelerinde heyecan ve beklenti düzeyini yükseltti. Kürt sorununun inkarcı ve asimilasyoncu şoven siyasetle ve askeri şiddet yoluyla tasfiyesinin olanaksızlığını, Kürt ulusal demokratik hareketi mücadeleyle ve can pahasına dosta düşmana gösterdi. Ancak şimdi tehlikeli bir dönemece varıldı. Kısmen de olsa muhatap alınma durumu nedeniyle, meşru taleplerinin karşılanabileceği yanılsamasının büyütülmesi, barış ve özgürlük isteklerinin bugünkü koşullarda siyasal bir çözümünün mümkün olduğu beklentisinin yayılması, savaş yorgunu Kürt halkını AKP’nin pro-emperyalist siyasetinin destekçisi haline getirmeye yardımcı olabilir. Dahası bu risk, Kürt ulusal demokratik hareketinin ve Türkiye solunun örgütlü anti-emperyalist dinamiklerinin tasfiyesini de hedefleyen daha genelleşmiş bir planın parçası olarak gerçekleşebilir.

Kürt halkının gerçek dostlarının, Türkiye işçi sınıfı hareketinin politik temsilcilerinin bu dönemde yaptığı ve yapacağı uyarıların dikkatle değerlendirilmesi gerekiyor.

KÜRT AÇILIMINA ÜÇ YAKLAŞIM

Kürt açılımına yaklaşımın kabaca üç grup içinde saflaştığı gözleniyor.

AKP merkezli liberal ve pro-emperyalist siyaseti kendi çıkarlarının birebir ifadesi olarak gören kesimler, açılımcılığın en has taraftarları olarak göze batıyor. Türkiye’de açılım siyasetinin meşruiyetini Amerikan kaynaklarından devşirmeyi amaçlamış bu kesim, şu sıralar Amerikalı olan her şeye mide bulandırıcı ve gülünç bir hayranlıkla tutunmaya çalışıyor. Konuyla doğrudan ilgisi olmasa da Amerikalı olması yeterli görülen film artisti Kevin Costner’dan sonra, Bush’un eski Dışişleri Bakanı ve Irak işgalinin savaş suçlusu Colin Powell da eli öpülen Amerikan büyükleri arasına katıldı (1). Amerikan muhipliğinin bugünkü temsilcileri arasında her boydan, soydan ve cinsten büyük sermaye temsilcileri sayılabilir.

AKP merkezli liberal açılıma cepheden karşı çıkmayan ancak pazarlık tavrıyla yaklaşan, kendi koşul ve taleplerini bu açılımın içeriğine katmak için kısmi eleştiri ve direnç gösterenler, ikinci grubu oluşturuyor. Sözcülüğünü CHP ve MHP’nin yaptığı ve türk-milliyetçiliğini şovenizm ve ırkçılık sınırlarında kaşıyanlar, ikinci grubun Türk tarafındakiler oluyor. Bu grubun Kürt tarafında yer tutanlar da var. Kürt ulusal demokratik hareketinin meşru demokratik taleplerini pro-emperyalist liberal siyasetin ittifak çağrılarına karşı pazarlık kozu olarak değerlendirenlerin sözcülüğünü DTP ve PKK yapıyor. (Bu son grubun peşine takılan Türk solu kökenli gruplar da unutulmamalı!) Bu grubun ortak özelliği, pazarlıkta AKP’yi ve ABD’yi muhatap almaları, etnik çatışmayı kışkırtıcı bir çizgi izlemeleri, her iki halktan işçi sınıfının ve emekçi yoksul köylülerin gündemini ve çıkarlarını görmezden gelmeleri, sofrada Türk ve Kürt egemenlerine düşecek pay konusunda kavgaya tutuşmalarıdır.

İŞÇİ SINIFI SOSYALİZMİNİN YAKLAŞIMI

Henüz siyasal çizgisi ve temsilcileri berrak bir omurga oluşturmaktan uzak bir üçüncü öbeğin, Kürt açılımına yaklaşım konusunda asıl umudun kaynağı olması beklenmelidir. Üçüncü öbek, işçi sınıfı sosyalizminin bilimsel ve devrimci çizgisinin, yani Kürt sorununda sahici bir çözümün, ancak ve yalnız anti-emperyalist devrimci bir çözüm olabileceğini söyleyenlerin çizgisidir.

İşçi sınıfı sosyalizmi açısından Kürt halkının acil talepleri, özgürlük, barış, demokrasi ve eşitlik istekleri meşrudur! Bu çerçevede Kürt dili ve kültürü üzerindeki her türlü asimilasyoncu baskı ve uygulamalara son verilmelidir. Kürt halkının özgür seçimlerle yerel ve ülke düzeyinde kendi politik temsilcilerini belirleme hakkı üzerindeki bütün kısıtlamalar ve baskılar kaldırılmalıdır. Kürt illerinde işçi sınıfının ve yoksul emekçi köylülerin politik hareketinin birliğini ve örgütlenmesini temsil eden Kürt yurtseverleri ve komünistleri üzerindeki bütün siyasal yasaklar, baskılar ve kısıtlamalar kaldırılmalıdır. Bütün siyasal tutuklular ve mahkumlar serbest bırakılmalı, bu amaçla acilen bir "genel af" ilan edilmelidir. Korucuların silahları toplatılmalı ve koruculuk örgütü dağıtılmalıdır. Kürt illerinde büyük toprak sahiplerinin mülkiyetindeki bütün ağa toprakları millileştirilmeli ve kooperatiflerde birleştirilen yoksul emekçi köylülere dağıtılmalıdır. Türk ordu güçlerinin Kürt illerinde ve sınır ötesinde giriştiği bütün askeri operasyonlar durdurulmalıdır. Kürt nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde ve komşu illerde, o arada Irak Kürdistanı bölgesinde mevcut bütün ABD üsleri kapatılmalı, ABD askerleri ve yabancı güçler çekilmelidir.

Kürt sorununda işçi sınıfı sosyalizminin temel programatik hedefi, “Kürt halkına kendi geleceğini belirleme hakkı”nın tanınmasıdır. Bu siyasal hedef, Türkiye’de anti-emperyalist demokratik bir halk iktidarının kurulmasına bağlı olarak hayata geçebilecektir. Bu hedefe yönelik çabaların temeli, Türk ve Kürt halk güçlerinin birleşik cephesinin kurulmasıdır. Kürt yurtsever halk güçlerinin direnişinin binlerce can pahasına elde ettiği örgütlü mevzilerin korunması, Kürt direnişinin emperyalizmin ve bölgedeki ortaklarının belirlediği dar alanda sıkıştırılarak tasfiye edilmesinin engellenmesi, yeni bir çıkış yapabilmesi, savaş mağduru Türk halk kitleleri içindeki ırkçı-şovenizmin geriletilmesi ve Birleşik bir Cephe’nin hayata geçirilebilmesi için yapılması gereken çağrı, silahların bölgedeki işgalci yabancı güçlere yöneltilmesidir. Türk, Kürt ve Arap halklarının bütün direniş ve muhalefet güçlerini ABD emperyalizmine karşı konumlandırmaya dayandırılacak böyle bir politika, ABD ve ortaklarının bölgeye dair planlarını bozacaktır.
______________________________________

1. Amerikalılar, hükümet ve Amerikan muhipleri için bir meşruiyet kaynağı olarak görülüyor. Politik ve toplumsal önemi kendinden menkul Kevin Costner gibi bir artistten “açılım desteği” uman AKP’li apolitik politikacıların tavrına ilişkin anlaşılabilir nedenlerle tepkisini gösteren CHP ve MHP liderleri, söz konusu olan ABD devlet yönetiminden bir eski lider (Colin Powell) olduğunda, ağızlarına fermuar çekiyor. Powell Amerikalı kimliğiyle CHP ve MHP gibi milliyetçilerden tepki görmüyor! Ancak Colin Powell TİKAD adına davetli olduğu toplantıda bu Amerikalı kimliğini temsil etmenin ötesine geçiyor. Haksız bir savaşın güya “pişman” lideri olarak Türk askeri ve politik liderlerine rol modeli oluşturuyor. Irak’ın işgalinden önce “Irak’ta kitle imha silahları var” dediği için pişmanlık duyduğunu beyan eden bu lider eskisi, “Kadın bakış açısıyla terör, savaş, işkence, dayağa karşı çıktıkları” iddiasındaki TİKAD Başkanı Nilüfer Bulut tarafından kamuoyuna şöyle takdim ediliyor: “Bir yanda asker anneleri, bir yanda çocuğunu PKK yüzünden dağda kaybetmiş anneler, ortak bir hedef için el ele verecek ve tüm dünyada barış isteyecek. En kanlı savaşın ruh halini yansıtması için Irak savaşının mimarlarından Powell’ı davet ettik.” TİKAD Başkanı, Birleşmiş Milletler’de Irak’ın işgalinden önce “Irak’ta kitle imha silahları var” dediği için pişmanlık duyduğunu belirterek savaşı ve işgali yalan yere meşrulaştırdığını açıkça itiraf ettiği halde, Powell’ın bir savaş suçlusu olarak hala yargılanmadığını, iki kuru cümleyle yapılan bu itirafın işgalciler tarafından işlenen insanlık suçlarını affettiremeyeceğini unutuyor. Dahası, Irak için yalan söylediği ve insanlık suçları işlenmesine yardımcı olduğu sabit bu eski politik ve askeri liderin güvenilmezliği kanıtlanmışken şimdi hangi yüzle Kürt açılımı konusundaki sözleri bir referans konusu ediliyor?

20 Ekim 2009 Salı

TARİHİ KİMLER YAPAR?


TARİH YAPICILIĞI VE TARİHİN YENİDEN YAZILMASI İHTİYACI

Türkiye’yi yönetenler, Türkiye-Ermenistan gösteri karşılaşmasında, kuruldukları seyirci koltuğundan “Biz burada tarih yazmıyoruz, tarih yapıyoruz” buyurmuş! Büyük güçlerin buyruklarını hayata geçirmek için uğraşanların, kendi halklarının kaderini yabancı emperyalistlerin ellerine teslim edenlerin, başkalarının yazdığı tarih senaryolarını hayata geçirmeye çalışan uşak ruhlu yanaşmaların bu böbürlenmesi en hafif tabiriyle gülümseticidir.

Tarih yapıcılığının yabancı sömürgeci devletlerin ve yerli ortaklarının basit birer aleti olan siyaset cücelerine vergi olmadığı, Marx ve Engels’ten bu yana iyi biliniyor. Haksızlığın, adaletsizliğin, zorbalığın ve kıyıcılığın temsilcileri, sahip oldukları nam ve unvanlarına, büyük servetlerine ve iktidar güçlerine dayanarak tarihi yaptıkları iddiasıyla kabarıp şişiniyor. Böyleleri sayısız benzerleri gibi ancak tarihin çukurlarında unutulmaya mahkumdur. Yapıcılık nasırlı ellerin, alınterinin işidir. Ayağını toprağına sağlam basan, bastığı yerde başı dik durmasını bilen, haram yemeyenlerin davasıdır. Tarih yapmak, ekmek pişirmeye, bağ çapalamaya, çimento karmaya, duvar sıvamaya, aluminyum doğramaya, yeraltından kömür kazımaya benzer. Tarih yapmak gece nöbetinde uykusuz hasta bakmaktır, yeni yetmelere okur yazarlığı ve bilgeliği öğretmektir.

Tarih yapanlar kendini feda etmekten korkmayan, cesaretle öne atılanlardır. İşgalciye ilk kurşunu sıkanlar, kayıkla Anadolu’ya silah kaçıranlar, işgalcinin suratına pabucun tersini yapıştıranlardır! Tarih yapanlar tahtları, taçları, saltanat koltuklarını devirenler, kralları, padişahları, çarları kovalayanlardır. Tarih kendi kaderine sahip çıkan halkların elinde yapılır. Tarih bu uğurda ölenlerin adlarını ve anısını yücelterek yaşatır. Sadece Bedreddin, Pir Sultan, Börklüce, Robespierre, Marat, Paris Komüncüleri, TKP’nin Onbeşleri, Bolşevikler, Che gibileri tarihi yapar, bu yüzden tarihin en ışıltılı sayfaları sadece onları yazar. Ölümlerinin üzerinden emniyetli sayılabilecek yeterli bir süre geçtikten sonra, hasımlarının bile onları aziz mertebesine yükseltmeleri, zararsız birer put olarak duvara asıp riyakarca saygı göstermeleri bundandır.

Tarih yaptığını buyuran ve zannedenler fena halde yanılıyor. Beyler, paşalar, ağalar, genel müdürler, reisler, CEO’lar, cüzdanı şişkinler, omuzu kalabalıklar, kuyruklu rütbe ve ünvanlarını peşlerinde taşıyanlar, bugünkü hükümleri her daim sürecek sanıyor. Onları bekleyen tarihin çöplüğüdür.

TARİHİ YENİDEN YAZMA İHTİYACI

Sosyalist sistemin çöküşünün üzerinden 10 yıl geçmeden, ABD’nin Seattle kentinde 1999’da Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı baş gösteren kitlesel protesto eylemleri, kapitalizmin nihai zaferini duyuranlara karşı yeni bir meydan okuma döneminin ilk şimşek çakmasıydı. İlerlemenin durdurulduğunu ve tarihin sonuna varıldığını ilan eden burjuva ideologlarının suratını pratiğin eşsiz tokadıyla kızartan 2000’lere, emperyalizmin azgın bir askeri saldırısıyla ve birbirini izleyen işgal operasyonlarıyla girildi. Dinsel yobazlığın, gericiliğin, piyasacılığın, militarizmin, demokrasi düşmanlığının dalgaları dünya halklarının üstüne peşpeşe çullandı. Yugoslavya, Irak, Afganistan, Kafkasya coğrafyalarında kanlı savaşlar yaşandı, yüzbinlerce insan öldü. Ortaçağın karanlık figürleri Papalar, Patrikler, Halife müsveddeleri başrollere çıktı. İnsanlığın Hitler’den bu yana gördüğü en tehlikeli ve büyük savaş örgütü NATO, Orta-Doğu ve Avrasya coğrafyalarına yayıldı. Kapitalizmin 1929’dan bu yana sürüklendiği en derin ekonomik buhran, 2008’den beri devasa boyutlarda işsizlik, açlık, yoksulluk ve sefalete yol açarak bu manzaranın üzerine eklendi.

Dünya halklarının emperyalizme karşı mücadelesi yükselen gericilik dalgasını göğüsleyerek adım adım toparlanmaya başladı. 2000’li yıllar, Orta ve Güney Amerika’da Sosyalist Küba’nın ayakta durmasından güç alan Venezuela merkezli yeni bir devrimci sürecin doğuşuna tanıklık etti. Irak’ın işgaline karşı, dünyanın dört köşesinde milyonlarca insan savaş aleyhtarı gösterilere katıldı. İşçi sınıfı hareketi, Güney Asya’da, Güney Afrika’da, Rusya’da, Güney Amerika’da yeni bir kitlesel hareketlenmenin ilk işaretlerini veriyor.

İlerleme ve gericilik güçleri arasında dünya ölçeğinde bir mücadelenin yeni bir dönemi açılıyor. Bu döneme emperyalizm ideolojik ve siyasal bir karşı saldırıyı geliştirerek hazırlanıyor. Saldırının önemli bir başlığını, sosyalizmin 20 inci yüzyıldaki iktidar döneminin karalanması oluşturuyor. Bu başlık altında Doğu Avrupa’da ve Orta Doğu’da geçen yüzyılda yaşanan tarihin yeniden yazılması önem kazanıyor. Avrupa’nın faşist geçmişini aklamak, sosyalist geçmişini mahkum etmek, ilk emperyalist paylaşım savaşının sonuçlarını iptal etmek ve 21 inci yüzyılda bölgenin yeni düzenini bu yeni tarih yazımına göre oluşturmak amaçlanıyor. Tarihin restore edilmesi çabasını 1789 Fransız Devrimi’ne kadar uzatmak isteyenler var.

Tarihi yeniden yazmak isteyenler, önümüzde açılan dönemin tarihini bu yeniden yazıma uygun olarak yapmak isteyenlerdir. Cumhurbaşkanı Gül’ün “tarih yapıyoruz” iddiası bu bağlamda anlam kazanıyor. AKP’li yönetici zümre, emperyalist mihraklar tarafından yeniden yazılan tarihin yakın geleceğe taşınması çabasının bölgesel taşeronlarıdır.

Yakın geleceği 1. Paylaşım Savaşının sonuçlarının iptali üzerinden kurmak, Osmanlı’nın restorasyonu hedefiyle dile getiriliyor. Ermeni açılımını, Kürt açılımını, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet olarak kuruluş temellerinin zayıflatılmasını içeren politikalar, Dünya savaşının ve eşlik eden etnik boğazlaşmaların yeniden hesaplaşma gündemine alınmaya davet edilmesini kaçınılmaz kılıyor.

TARİH NASIL YAPILIR?

Tarihin tek yönlü ilerleyen bir toplumsal yolculuğun öyküsü olduğunu biliyoruz. Toplumların basitten karmaşığa, ilkel biçimlerden yüksek biçimlere ilerlediğini, toplumsal ilerlemenin lokomotifinin devrimler olduğunu Marx’tan bu yana öğrendik. Burjuva ideologlarının bütün savları, bu ilerleme fikrinin öyle ya da böyle reddini ya da zayıflatılmasını amaçlıyor.

Bazılarının iddiasına göre, tarihin bütünlüklü bir toplumsal ilerleme anlatısı oluşturması mümkün değildir. Toplumsal hayat kaotik, çok parçalı ve belirli bir yönü olmayan bir özelliğe sahiptir, ilerleme diye bir şey yoktur.
Diğer bazılarına göre ise toplumsal hayatın yönetici ilkesi özel mülkiyet ve bireyin özgürlüğüdür, bu ilkenin hayata geçiş biçimine bakarak toplumsal hayatın yönü anlaşılabilir.

Başka bazıları ise, bilinemezci bir tutumla, toplumsal ilerleme kadar toplumsal gerilemenin de mümkün olduğunu iddia eder. Herşeyi belirleyen, ilerlemenin maddi nesnel temelleri değil insan iradesidir, istersek ilerleme olabilir, istemezsek gerileme de mümkündür, istek ve iradeyi neyin oluşturduğu ise belirsizdir.

Bütün bu savlar, ilerleme kavramını ve maddi temellerini reddetmekte birleşiyor. Bütün bu yaklaşımların amacı, ilerleme için mücadele eden tarihin gerçek yapıcılarının, üzerinde hareket ettikleri maddi temelleriyle birlikte toplumu bilimsel açıdan kavramalarını güçleştirmek, böylelikle ilerleme ve devrim için mücadeleleri durdurmak ve yavaşlatmaktır.

Tarihi yapanlar, kendilerinden önce varolan ve içine doğdukları tarihsel maddi koşullar temelinde, üretici güçlerle üretim ilişkilerinin çatışmasının yarattığı gerilim temelinde harekete geçer. Tarihi gerçekten yapanların meşruiyeti, üretici güçlerin gelişimi doğrultusunda temellenir. Bu doğrultunun çağımızda sosyalizasyon yönünde olduğu iyi biliniyor. Hiçbir yanıltıcı ideolojik yaklaşım bu gerçeği perdeleyemez.

Tarihi yapanlar, ilerleme doğrultusunda kesintisiz hareket edenlerdir. Karşı devrimciler, gericiler, tarihi yapanlar değil ilerlemenin kesintisizliğini ve duruluğunu çıkardıkları cızırtıyla bozmaya çalışanlardır. Tarih yazıcıları onları yazmayacak, çünkü onlar en fazla radyo yayınlarındaki parazitlere cızırtılara benziyor, tarihin ilerleme sürecinin devamını engellemeleri olanaksız, ancak duraklatmalara ve yavaşlatmalara sebep olabilirler.

Toplumsal ilerlemenin toptan durdurulması, insanlığın barbarlık ve vahşet çağına kadar geri götürülmesi mümkün mü? Tarihin gerçek yapıcısı işçi sınıfının kolektif eylemi toptan tasfiye edilebilir mi? İnsanlığın yakın tarihindeki toplumsal kazanımların tamamen geri alınması gerçekleşebilir mi?

Daha somut, yakın tarihe ve coğrafyaya ait iki soruyla devam edelim: 1917 Ekim Devrimi’nin ve 1908-1923 Türk Burjuva Devrimi’nin kazanımları toptan tasfiye edilebilir mi? Tarih 1900’lerin başlarına doğru geri sarılabilir mi?

Bu sorulara özgüvenle “Hayır!” yanıtını verenler, toplumsal ilerlemenin yasalarından aldıkları güçle bir kez daha başkaldırmak ve “Tarihi yapıyoruz” edasıyla emperyalist senaryoları hayata geçirme çabalarının gülünçlüğünü gösterecek toplumsal pratiği örgütlemekle, tarihin nasıl yapıldığını dosta düşmana göstermekle yükümlüdür.

18 Ekim 2009 Pazar

TARİHİ EMPERYALİSTLER VE YANAŞMALARI DEĞİL HALKLAR YAPACAK VE YAZACAK!


IRAK’TA İSTİKRAR BEKLENTİLERİ

Irak’ta olup bitenler ve olacaklar, uzun süreden beri, sadece bu ülkede yaşayan halkları ilgilendirmiyor. Komşu bölge devletleri, büyük emperyalist güçler, Irak’ın içişleriyle yakından ilgileniyor. CENTO üyesi Irak Krallığı ve Krallık rejimini deviren Baas Partisi iktidarı yıllarında devam eden bu ilgi, bugün de sürüyor. İşgalcilerin çizmeleri altında 2003’ten bu yana ezilen ve haydutça yağmalanan bu mazlum ülkenin acılı halklarının yazgısı, bugün için ABD ve işbirlikçilerinin elinde gözükse de, siyasal- etnik- dinsel bölünmüşlük ve kuşatılmışlık gibi son derece elverişsiz koşullar altındaki Irak halkının yurtsever direnişi, üstün işgal güçleri tarafından hala tam anlamıyla zapturapt altına alınamadı.

İşgalciler bir süreden beri, direnişin zaaflarından yararlanmayı gözeten farklı bir siyaset izliyor. Yeni siyasetin temelini, direnişi lojistik ve siyasal desteklerinden yoksun bırakan bir kuşatma aracılığıyla boğmak ve işbirlikçilerin cephesini genişletmek oluşturuyor. İran’a yakın Şii güçlerle İran üzerinden uzlaşmak, direnişe destek veren Sünni güçleri Türkiye ve gerici Arap rejimleri üzerinden tarafsızlaştırmak ve bölmek, direnişe destek vermesi olası bölgesel dinamikleri (Filistin, PKK vs.) kendi gündemlerine hapsetmek ve tasfiye etmek, işgalci emperyalist güçlerin yeni siyasetinin başlıca taktiklerini oluşturuyor. Askeri yığınağı başka bölgelere kaydırma zorunluluğu, ABD’de ve Avrupa ülkelerinde işgale karşı yükselen toplumsal muhalefetin askerlerin geri çekilmesini talep etmesi, 2008’de başlayan ekonomik kriz, ABD ve işbirlikçilerini bu yeni siyasete yönelten bir basınç oluşturuyor.

“Irak’ta istikrar arayışı”, ABD ve ortaklarının bu yeni siyasal yöneliminin başlıca söylemini oluşturuyor. Irak’ı yerle bir eden, yüzbinlerce insanı öldüren, ülkeyi yağmacı ve haydut bir zümrenin yönetimi altına sokan kendileri değilmiş gibi, işgalciler şimdi “barış ve istikrar” türküleri söylüyor.

Türkiye bu yeni emperyalist siyasetin başlıca bölgesel elebaşılarından biri olarak öne çıkıyor. El altından işgalcilere lojistik destek sağlayan, üslerini saldırgan gücün uçaklarına açan AKP hükümeti, şimdi suret-i haktan gözüken yeni bir çehreyle, ABD ve ortaklarının yeni planları için bölgede yeni müttefikler devşirmeye çalışıyor. Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de ABD’ye mesafeli duran Arap yönetimlerine ABD’ye vekaleten çengel atıyor.

Irak için öngörülen emperyalist istikrar ve barış beklentisinin maskesini düşürmek, emperyalist istikrarın mezar sessizliği ve haydutluğa boyun eğdirme anlamına geldiğini teşhir etmek, emperyalist uzlaşma ve ittifak arayışlarının bölgeye yeni savaş ve çatışmalar için mayın döşemek anlamına geldiğini sergilemek, bölgedeki anti-emperyalist güçlerin gündemine giriyor.

Emperyalizm savaş demektir! Emperyalistlerle kolkola girenler, istikrarı değil yeni savaşları davet ediyor! Kürt ulusal demokratik hareketini, Filistin güçlerini, Türkiye’deki ve Lübnan’daki anti-emperyalist muhalefeti, Irak direnişini, İran’ın yarattığı başağrısını eşzamanlı açılımlarla boğmaya çalışanlarla uzlaşmaya yanaşanlar, tarih önünde suçlanmaya hazır olmalıdır.

“Emperyalist istikrar” eşliğinde avanta ve yağma hayalleri kuranlar avuçlarını boşuna oğuşturuyor. Bölgede emperyalist güçlerin hükmü sürdükçe, yenilenlerin ve teslim olanların boşalttığı safları yeni ve taze direniş güçleri dolduracak. Tarihi onlar yapacak, onlar yazacak!

17 Ekim 2009 Cumartesi

HANGİ SALGIN DAHA TEHLİKELİ?


DOMUZ GRİBİ Mİ GERİCİLİK Mİ?

Sağlık Bakanlığı, gazeteler, televizyonlar, radyolar, hep bir ağızdan uyarılar yayınlıyor. Yaklaşan kış aylarında “domuz gribi” salgını çok sayıda insanı etkileyecekmiş! Korunma önlemleri tartışılıyor. Salgın tehlikesi herhalde gerçek, ancak önlenmesi ve denetim altına alınması zor ve olanaksız değil. Abartıldığını ve “pazarlandığını” düşünenlerin sayısı da az değil. Başka bir salgın ise bu sırada sualtından sessiz sedasız yol alıyor, halkı ve ülkeyi teslim alıyor.

Kamuoyu “domuz gribi” tehlikesine gözünü dikmiş onu tartışmakla meşgul iken asıl salgının yayılması gözden kaçırılıyor. 1930’lar Almanyası’nda faşizmin yükselişini kuşatan Yahudilik tehlikesi söylemi gibi, 1950’ler ABD’sinde soğuk savaşı başlatan McCarthy’ciliğin yükselişini halkın gözünden saklamaya hizmet eden “Marslıların istilası” gibi veya yakın dönemde Bush gericiliğini perdelemeye yarayan “Saddam’ın kitle imha silahları, şarbon saldırısı” tevatürü gibi “domuz gribi” salgını tehlikesine dair söylem de başka ve gerçek bir salgını unutturuyor: Gericilik!

Tıpkı “domuz gribi” hastalığında olduğu gibi gericiliğe de bir “virüs” sebep oluyor: Piyasacılık! Az sayıda büyük servet ve mülk sahibinin özel çıkarlarına göre toplumu yönetmesinin adı olan piyasacılık, üretmenin, çalışmanın, yaşamanın temel ilkesini kazanç ve özel çıkar peşinde koşmak olarak tarif ediyor. İnsanları bir arada tutan ortak ve genel çıkarların ikinci plana atılmasını hatta toptan unutulmasını vazeden bu anlayış, insanı insanın kurdu haline getiriyor. Özel çıkar peşinde koşarken insanlığını unutturuyor. Bencilliği, güçlüye biat etmeyi, ahlakça düşkünlüğü benimsetiyor. Para sahibi olmayı “değerli” olmakla eş tutuyor. Güçlünün zayıfı ezmesini öğretiyor. İnsanlığı birleştiren ortak ve genel çıkarlar için kendi aklımıza ve ellerimize güvenmek yerine, yeryüzünde ayağımızı yere sağlam basmak yerine, gökyüzüne sığınmayı, acılarımızı sisler aleminin güçlerine sığınarak teskin etmeyi öneriyor.

Bencillik, bireycilik, paragözlük, güçlüye secde etmek, haksızlığa ve adaletsizliğe boyun eğmek, aklını hurafeciliğe teslim etmek, kulaktan dolma yalan yanlış bilgilere inanmak, akıl ve bilimden uzaklaşmak, değişmeye ve ilerlemeye karşı çıkmak, yüzlerce binlerce yıl önceki eski inanç ve yaşam tarzlarına tutunmak, gericiliğin başlıca belirtileri olarak biliniyor.

Tehlikeli olan, gericiliğin salgın biçiminde hızla yayılması ve gericilikten muaf olduğu düşünülenlere de bulaşmasıdır. Edebiyatta, sanatta bunun defalarca örneklendiğini hatırlatalım. Ionesco’nun “Gergedan” oyununda, insanların teker teker giderek topluca gergedana dönüşmesi anlatılır. Portekizli yazar Saramago’nun filme de çekilen “Körlük” adlı romanında insanlar arasında hızla yayılan tuhaf bir körlük salgını anlatılır. Yazar Elias Canetti’nin “Körleşme” romanı da faşizmin insanlığı göz göre göre felakete sürüklemesinin mecazi bir anlatımıdır. Okumamış olanlar, bu kitaplara bir göz atabilir. Biz ülkemizin günlük hayatından gazetelere yansıyan gerçeklere bakalım.

RAMAZAN AYINDA GERGEDANLAŞANLAR

Sarıyer Belediyesi tarafından düzenlenen 1. Uluslararası 1 Eylül Barış Festivali’nde, laikliğin sahibi olduğu varsayılan CHP, AKP’nin “medeniyetler uzlaşması- dinler koalisyonu” siyasetine eklemlendi. İstanbul Müftüsü ve Türkiye Musevileri Hahambaşı toplantıda sahne aldı. Rum ve ermeni papazları, Vatikan eksikti, artık onlar da seneye gelirler inşallah! Bir de Müftü değil Halife olsaydı pek yakışırdı, ama ne yazık henüz bir Halifemiz yok!

Toplantıda söz alan CHP Genel Başkan yardımcısı Bihlun Tamaylıgil, eşsiz bir tarih analiziyle, “Türkiye’de bir çok etnik unsurun birlikte barış içinde yaşayabilmesinin Atatürk devrimleri sayesinde olduğu” teziyle gündemi sarstı! “Hangi barış?” diye kimse sormadı. 86 yılda ortalığın defalarca kan gölüne döndüğü ülkemizde Tamaylıgil ülkenin yarısında çeyrek yüzyıldır savaş çemberinde yaşandığını es geçiyor, “Atatürk devrimleri” dediği şeyin CHP’nin ve CHP sürgünlerinin marifetiyle yerle bir olduğunun bile farkında değil! CHP’nin süs bebeği politikacıları 86 yıl öncede takılmış plak gibi aynı nağmeleri terennüm ederek güya Kemalizmi savunuyor! Katıldığı toplantıda barışın dini liderlere emanet edildiğini görmezden geliyor, bunun AKP siyaseti olduğuna gözlerini yumuyor. Kimse de ona 1 Eylül’ün gerçek anlamını hatırlatmıyor.

ŞEYHLER, MECZUPLAR VE MÜRİTLER MEMLEKETİ

2 Eylül 1925’de Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılması hakkında karar kabul edilmişti. 30 Kasım 1925’de yürürlüğe giren karar ile tarikatlar da yasaklanmıştı. Bu kararın habercisi 30 Ağustos 1925 Kastamonu konuşmasında, Mustafa Kemal’in şunları söylediği biliniyor: “Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için lekedir… TC şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz”.

Tarihin diyalektiği öyle işliyor ki, Mustafa Kemal’in açtığı yoldan ilerleyen burjuva cumhuriyeti, önce CHP’yi sonra DP ve diğerlerini birer tarikat haline dönüştürüyor. Mustafa Kemal ölümünden sonra kendisinden medet umulan bir puta dönüştürülerek Anıtkabir bir modern türbe haline getiriliyor. Ortalığı çok sayıda Kemalist geçinen sözde laik şeyh ve meczup müsveddeleri ve müritleri kaplıyor. Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılması hakkında karar böylece kendi inkarını ve zıddını meşrulaştırarak kapatılanların yeniden açılmasının ve ülkeye egemen olmasının da yolunu açıyor. Türkiye Cumhuriyeti tam da Mustafa Kemal’in işaret ettiği gibi, ölülerden medet umulan, şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi oluyor. Özel mülkiyetin dine, dinsel kurum ve uygulamalara, şeyhlere, dervişlere, müritlere ve meczuplara ihtiyacı mütemadiyen yeniden ürettiği toplumsal koşullar, bugünkü gericiliğin ürediği bataklığı oluşturuyor. Gericiliğin reddi, gericiliğin içinde ürediği bataklığın yani özel mülkiyet düzeninin reddini gerekli kılıyor.

Gericiliğin bulaşmasını ve belirtilerini görmemek toplumun bu salgına karşı direncini düşürüyor ve yayılması tehlikesini büyütüyor. Bu nedenle, çatlak sesi çok çıkanların suskunlukla geçiştirdiği bu tehlikeye karşı halkımızı uyarmak, salgının kaynağına karşı harekete geçmek acil bir görevdir.

GHA rastgeldiği gericilik örneklerine ve kaynağına ışık tutmayı sürdürecek.

14 Ekim 2009 Çarşamba

MEDYA ELEŞTİRİLERİ


CUMHURİYET GAZETESİNİN KÖR NOKTALARI

30 Ağustos 2009 Zafer Bayramı kutlamalarına ait haberlerin sunuluş biçimi, resmi Kemalist muhalefetin kör noktalarını bir kez daha gösterdi. Gazetenin bazı haberleri ve köşe yazıları, AKP hükümetinin ideolojik ve politik konumunu paylaşan yazılarıyla, cumhuriyetçi ve kemalist okur kitlesini paralize ediyor, gericilik ve emperyalizm karşısında gerçeklerin tam ve tutarlı bir resmini göremez hale getiriyor.

Cumhuriyet gazetesinin 30 Ağustos törenleri konulu ve Ankara Bürosu mahreçli haberlerinde (TSK Görevinin Başında, 31.9.2009; sayfa: 4-6), “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” sloganı çerçevesindeki resmi törenlere ilişkin hiçbir eleştiri yer almadı. Kuru militarizm övgüsüyle yetinildi. Oysa resmi törenler, 30 Ağustos’u salt bir askeri zafer olarak sunuyordu. AKP hükümeti ile mutabık Genelkurmay siyasetinin bu eleştirisiz benimsenme biçimi, gazetenin Kemalist okurlarının aklını karıştırmaktan başka işe yaramıyor.

Kemal Derviş’in 2000’lerin başında Ecevit hükümetinde uygulamaya soktuğu ekonomik programı “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” aynı deterjan reklamı dilini kullanıyordu. Bu ekonomik programın AKP hükümeti tarafından devralındığı ve Türkiye ekonomisinin emperyalizm tarafından yağmalanmasına ve sömürgeleştirilmesine giden yolun kapılarını açtığı biliniyor.

30 Ağustos’u salt askeri bir zafer olarak takdim eden, zaferin siyasal koşulu olan emperyalist işgale karşı savaşımı ve Sovyet iktidarıyla ittifak çizgisini suskunlukla geçiştiren bu ‘siyasetten arındırılmış dil’, bugünkü koşullarda kullanıldığında, başka bir siyasetin, emperyalizm ile uzlaşmanın dilidir. 30 Ağustos zaferinin bu “siyasetsiz” anlatımı, Türk militarizmini ABD emperyalizminin bölgesel aracı olarak önermekten başka amaca hizmet etmez.

30 Ağustos zaferine, cumhuriyetin varlığını tehdit eden güncel gelişmelere ve cumhuriyet tarihine bakarkörlüğün temsilcilerinden biri, yazar Orhan Bursalı’dır. Bu cumhuriyet yazarı, AKP gözlüğüyle yazmakta, AKP görüşlerini savunmaktadır. Yazar resmi 30 Ağustos törenlerine damgasını vuran teknik ve politikadan arındırılmış dili kullanıyor. Uluslaşmanın başarısızlığını zenginleşmeyi başaramamış olmaya, ekonomide başarısızlığa indirgiyor. Seçilen kapitalist yolun ülkeyi yeniden emperyalizme esir etmiş olmasını açıkça eleştirmekten sakınıyor. Bağımlılığın sebebi olan burjuvazinin egemenliğine dil uzatmıyor. Problemin kaynağını açıkça göstermiyor. (Türkiye Bir Mucizedir, 31.9.2009; sayfa: 6)

Bursalı’ya göre Türkiye’nin 1908-1923 devrim süreci ideolojik ve siyasal hedeflerine ulaşamamış ve yenilgiye uğramıştır. “Türkiye uluslaşmayı ve kuruluş aşamasını başaramamıştır” teziyle beyaz teslim bayrağını yükselten Bursalı, bunun nedenini “Uluslaşmada ‘ekonomik zaferin’ eksik kalması” olarak açıklıyor. Yazara göre, “Zenginlik yaratılabilseydi, Türkiye için bir arada ve çağdaş yaşamanın adı olurdu”.

Cumhuriyet gazetesinin aynı sayısında, Orhan Bursalı’yı doğrulamayan haberler, başka türlü bakmanın gereğini de gösteriyor. “Güçlü ekonomi”, “Güçlü Ordu” söylemleri, G20 grubuna dahil olacak ölçüde büyüme ve sermaye birikiminin başarılmış olması, sorunun zenginliğin yaratılmasında değil, Bursalı’nın hiç sözünü etmediği başka bir gerçekte, zenginliğin paylaşılmasında yattığının altını çiziyor. Zenginliğe el koyan emperyalizm ve onun yerli ortakları (Türk burjuvazisi) ise Bursalı’nın analizlerinde yer almıyor. Yazar zenginliği “mümkün kılacak olansa, sürekli dış kaynak girdilerine muhtaç olmayan, kendi yaratıcı gücünü harekete geçirebilmiş, ekonomide başarmış bir Türkiye…” ifadesiyle, “yumurtasız omlet” özlemini dile getiriyor. Kapitalist yolu seçen, emperyalizm ile bütünleşen, emekçi halkın ürettiği değerlere yabancı güçlerle ortaklaşa el koyan burjuvazinin yönetiminde nasıl olacaksa, dışa bağımlılık ihtiyacı olmayan ulusal bir kapitalizm inşa edilseymiş, uluslaşma ve cumhuriyetin kuruluşu başarılabilirmiş!

Cumhuriyet gazetesinin 30 Ağustos zaferinin tarihsel anlamına dair (2004’de yazılmış imzasız yazısının yeniden basımı) ise Ekim Devrimi ile Kurtuluş Savaşımızın kader ortaklığını vurgulayan saptamasıyla önemlidir. Bu başyazıda, 30 Ağustos konulu haberlerden ve Orhan Bursalı yazısından farklı olarak, şu önemli saptama dile getirilmektedir: “1917 Rus Devrimi Türkiye’nin Milli Kurtuluş Savaşı bakımından bir talihtir; ‘Anadolu İhtilali’ dört taraftan kuşatılmak tehdidinden kurtulmuş, Kafkasya’da sırtını güvenceye almıştır”. (Tarihi İyi Okumak, 31.9.2009; sayfa: 1-8)

Bu başyazıda, yukarda değinilen “30 Ağustos’u salt bir askeri zafer olarak görmekle sınırlı bakış açısı” da eleştirilmektedir: “30 Ağustos’u yalnız bir askeri zafer olarak sınırlandırmayı kendi siyasetleri için gerekli görenler, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın alfabesinden yoksundurlar”.

Bugünkü Kemalist akımın bu saptamaya katılan kesimleri, tutarlı olmak istiyorlarsa, bugünkü Genelkurmay- AKP siyasetiyle ve bu siyasetin dayandığı 1920’lerin Kemalist önderliğinin siyasal tercihleriyle hesaplaşmaktan kaçınamaz.

Kemalist önderlik burjuva dinamikleri temsil eden yapısı nedeniyle, 1920’lerde ve 30’larda Türk-Sovyet dostluğunu ve ittifakını ‘köprüyü geçene dek’ benimsedi. Bir yandan da, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni kapitalist yola yönelterek en başından itibaren bu kader ortaklığına ihanet etti. Tarihin diyalektiği, muzaffer sosyalizm ile ittifak siyasetine ihanet çizgisinin, kendi varlığına ve kaderine ihanet ile eşanlamlı olduğunu gösterdi.

100. Yıldönümüne 14 yıl kala Osmanlı’nın restorasyonuna rücu eden Türkiye Cumhuriyeti, 1920’lerde muzaffer sosyalizm ile sağlam bir ittifaka dayanarak kapitalist olmayan yol siyasetini tercih etmemenin karşı-devrimci sonuçlarıyla bugün yüzyüze geliyor. Bu sonuçtan kaçınmanın bugünkü tek yolu, bundan çıkarı olan toplumsal güçlerin, işçi sınıfının ve emekçi halkın sosyalist iktidarını kurmaya yönelmektir.

1920’lerde kapitalist olmayan yol tercihi, Sovyet iktidarı ile askeri- siyasal ittifak ve ülke içindeki yükselen Bolşevik akım ile Kemalist akımın ortak cephesi temelinde hayata geçirilebilirdi. Bugün Sovyet iktidarı yok, Kemalist akım ise başlangıçtaki merkezi bütünlüğünü ve güç dayanaklarını yitirmiş durumdadır. Kemalist akımın Cumhuriyet tarihi boyunca verdiği sürgünler (DP, AP, 12 Mart’çı ve 12 Eylül’cü Genelkurmaylar, Hasan Cemal’ler, Aydın Engin’ler, Oral Çalışlar’lar vs.) emperyalizmin işbirlikçisi, bağımsızlık davasıyla ilgisiz, yozlaşmış ve çürümüş dinamikleri temsil ediyor. Bugünkü koşullarda, bağımsızlığın kazanılmasının temeli, bu dinamiklere karşı mücadele eden yurtsever, demokratik bir halk cephesini isteyen güçlerle birleşmektir.

Cumhuriyet gazetesi ve okurları, bugünkü Genelkurmay- AKP siyasetiyle ve bu siyasetin dayandığı 1920’lerin Kemalist önderliğinin tarihsel tercihleriyle hesaplaşmayı ertelemekle veya açıkça yapmaktan kaçınmakla, yurtsever-devrimci dinamiklerden uzak düşüyor, AKP siyasetinin değirmenine su taşıyor. Okurları tarafından tutarsız ve hedefleri belirsiz olarak algılanıyor. Kemalist akımın kendi tarihi içinde bolca verdiği karşı-devrimci sürgünler hatırda tutularak, Cumhuriyet gazetesinin uyanıklığını korumasının bir varlık-yokluk meselesi olduğu unutulmamalıdır.

GHA, bazı Cumhuriyet yazarlarının bu tutarsızlığın ve belirsizliğin önde gelen kaynakları olduğunu, örnekleriyle sergilemeye devam edecek.

1 Ekim 2009 Perşembe

İŞÇİ HABERLERİ BÜLTENİ (EYLÜL 2009)



• Sakarya’nın Hendek ilçesinde bir havai fişek fabrikasında meydana gelen patlamada, 2 işçi yaralandı. Patlama nedeniyle çıkan yangın, fabrika personeli tarafından kısa sürede söndürüldü. Vücutlarının çeşitli yerlerinde yanıklar oluşan işçiler, Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki ilk müdahalenin ardından Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yanık Tedavi Merkezi’ne sevk edildi. Aynı fabrikada 17
Ağustos’ta meydana gelen patlamada 1 işçi ölmüş, 32 işçi yaralanmıştı.
• Samandıra Ferhatpaşa’da kurulu bulunan Nur Plastik’te 30 Eylül sabahı saat: 11.00'de kıyım makinesine mal sürdüğü sırada, beraber çalıştığı arkadaşının düğmeye basması sonucunda makineye sıkışan Bektaş parçalanarak can verdi.23 yaşındaki İbrahim Bektaş, bu işyerinde 2 senedir sigortasız ve 14 saatte varan uzun ve yorucu bir çalışma temposu içinde mesai ücreti almadan çalışıyordu.
• Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi'nde kurulu Süsler Candy Grubu’na bağlı Renta firmasında işten çıkartılan 18 işçi direnişlerini sürdürüyor. DİSK Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye oldukları için 8 Eylül tarihinde performans düşüklüğü gerekçe gösterilerek işten çıkarılan işçiler, 23 Eylül günü direnişe başlamıştı.
• Esenyurt Belediyesi’nde çalışırken belediye yönetimi tarafından işten atılan ve parça parça yaşanan kıyımlarla sayıları 14’ü bulan Belediye-İş Sendikası üyelerinin direnişi devam ediyor. Direnişçi işçiler ve destek veren kurumlar 30 Eylül günü belediye önüne yürüyüş gerçekleştirdi.
• TÜRK-İŞ’e bağlı Basın-iş Sendikası, para, altın, pasaport, nüfus cüzdanı, ehliyet ve kıymetli diğer eşyaların üretildiği Darphane ve Damga Matbaası’nda greve gidiyor. Ocak ayından bu yana süren toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine, Basın-İş Sendikası, aldığı grev kararını 1 Ekim 2009 Perşembe saat 12:30’da Gülhane’de bulunan Damga Matbaası ve 15:00’de Yıldız’da bulunan Darphane’de sendikaların ve emekten yana örgütlerin de katılımı ile asacak.
• İstanbul Tabip Odası'ndan yapılan açıklamaya göre, Sağlıkta Dönüşüm Programı'na karşı tüm sağlık emekçilerinin 18 Ekim Pazar günü Kadıköy'de düzenlenecek mitingte buluşacağı bildirildi.
• Laboratuvar ve röntgen birimlerinden sonra, 112 acil birimlerinde de taşeronlaşmanın başladığı bildirildi. Taşeron firmada çalışan işçilere sağlık hizmetleri ile ilgili eğitim verilmediği ve her türlü risk göze alınarak, sağlık alanında çalıştırıldıkları, hem işçinin hem de hastaların sağlığının tehlikeye atıldığı ileri sürüldü. 300 bin kamu çalışanının görev yaptığı Sağlık Bakanlığı 108 bin taşeron işçisi ile kamuda en fazla taşeron işçi çalıştıran bakanlık.
• Kızılay Yönetimi tehdit ve baskıyla engelleyemediği sendikal örgütlenmeyi yine işten çıkarmayla sindirme çabalarına devam ediyor. Son olarak Ankara’da sendikal örgütlenmenin öncüsü üç sağlık emekçisinin iş akitleri, sadece Devrimci Sağlık İş Sendikası tarafından yapılan basın açıklamasına katılmaları gerekçe gösterilerek 24 Eylül 2009’da tazminatsız olarak fesh edildi.
• Mersin'in Erdemli ilçesinde bir inşaatta işçi olarak çalışan 42 yaşındaki Ergül Yıldırım, seyyar asansördeki kovayı almak isterken halatın kopması sonucu 8. kattan düşerek olay yerinde hayatını kaybetti.
• Şırnak'ın Silopi ilçesine bağlı Ballıkaya köyünün kuzeyinde mayın patlaması sonucu, baraj yol yapım çalışmalarını yürüten işçileri taşıyan araçta bulunan bir işçi öldü, bir diğeri yaralandı.
• Samsun’un Tekkeköy ilçesinde bir demir çekme fabrikasında 10 gün önce meydana gelen patlamada yaralanan 2 işçiden biri, tedavi altına alındığı hastanede hayatını kaybetti.
• Uşak'ta Akbulut Proje İnşaat Şirketi adlı bir taşeron şirketin depreme karşı güçlendirme çalışması yaptığı Orhan Dengiz Anadolu Lisesi binasında, bodrum katının su yalıtımı için dış cephe duvarının yanına kazılan 2 metrelik çukurda sabah saatlerinde göçük oluştu. Çukurdaki işçilerden biri hayatını kaybetti.
• Sel felaketinde 8 işçinin ölümüne neden olan Pameks patronu için 15 yıla kadar hapsi istendi.
• DİSK'e bağlı Limter-İş yazılı bir açıklama yaparak, emek karşıtı politikalara karşı bir basın açıklaması yapacağını açıkladı. Basın açıklaması Tuzla Gemi Tersaneleri önünde 26 Eylül Cumartesi saat 17:00'de yapılacak.
• İşten atılan Kent A.Ş. işçileri yürüyüşlerinde 9 günü geride bırakırken, bir işçi kaza geçirdi.
• Samsun'un Tekkeköy ilçesinde faaliyet gösteren Yeşilyurt Demir Çekme fabrikasında 19 Eylül gece saat 01.30 sıralarında 2 işçi yanarak ağır yaralandı.
• Zonguldak’taki kömür ocaklarında bu yıl 16 madenci hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenlerin 6’sı Türkiye Taşkömürü Kurumu'na (TTK) ait ocaklarda, 10’u ise kaçak ocaklarda çalışıyordu.
• "İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Şenliği" 22 Eylül akşamı İstanbul Gaziosmanpaşa'da gerçekleştirildi. Şenlikte, emekçileri açlığa yoksulluğa mahkum eden, kardeş halkların üzerine kurşunlar yağdıran barbarlık düzenine karşı tek alternatifin sosyalizm olduğu vurgulandı.
• Bir süredir toplu iş sözleşme görüşmelerinin sürdürüldüğü ve uzlaşmazlıkla sonuçlandığı Bursa'daki Olay Medya’da 12 basın emekçisi, işten çıkarıldı. Bunun yanısıra, özel eşyalarını toplamalarına da izin verilmediği bildirildi.Cavit Çağlar'ın sahibi olduğu Olay Tv ve gazetesini barındıran Olay Medya, 2008 yılının Mart ayında TMSF'ye geçmişti.
• Türk - Eğitim Sen bir açıklama yaparak 35 binden fazla öğretmen açığı olduğunu duyurdu.
• Ankara’ya doğru yürüyüşlerinin dördüncü gününde Manisa’nın Salihli ilçesine gelen Kent A. Ş. işçilerini, TKP, ÖDP, EMEP, Yurtsever Cephe üyeleri ve Salihli belediyesi işçileri karşıladı.
• Sel felaketinde, insan taşımaya uygun olmayan kapalı kasa minibüsten çıkamadıkları için boğularak hayatını kaybeden tekstil işçisi kadınlar için yapılan eylemler devam ediyor.Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası tarafından düzenlenen eylem, işçilerin çalıştığı Pameks tekstil fabrikasının önünde yapıldı. Sefaköy İnönü Mahallesi’nde başlayan yürüyüşün ardından fabrika önüne gelen gruba halktan da destek geldi.
• İzmir'in Kemalpaşa ilçesinde Göztepe Spor Kulübü Eski Başkanlarından Levent Ürkmez'e ait ‘Levent Kağıt’ adlı kağıt fabrikasında, sabaha karşı hamur kazanını temizlemek için içerisine giren 3 işçi metan gazından zehirlenerek öldü, 1 işçi hastaneye kaldırıldı.
• Samsun Tabip Odası, KESK ve TMMOB yaptıkları ortak açıklamada, hükümetin hazırladığı İş Sağlığı ve İş Güvenliği konusundaki yönetmeliğe tepki gösterdi.
• İzmir’in Karşıyaka ilçesinin bölünmesinin ardından işten çıkarılan Kent A.Ş. işçilerinin Ankara yürüyüşü devam ediyor. Ankara’da CHP Genel Merkezi'ne ulaşmak isteyen ve İzmir’den yola çıkan işçiler, Manisa sınırları içerisinde yürüyüşlerini sürdürürken, işçilere yolda karşılaştıkları işçiler, vatandaşlar da yürüyüşe alkışlarla destek veriyor. İşçilerin üç gün önce başlayan yürüyüşünün 30 gün sürmesi bekleniyor.
• İstanbul’u vuran “sel” ardında büyük bir çamur birikintisi bırakarak çekilirken, belediyenin ilgilenmediği balçık, metro inşaatının taşeron işçileri tarafından temizleniyor.
• Limak Holding tarafından Siirt’te yapımı devam eden Alkumru barajında dün gece geç saatlerde yaşanan patlama sonucu 1 işçi hayatını kaybederken, 1’i ağır 3 işçi yaralandı.
• Sağlık kuruluşlarından alınan katkı paylarında artış yapıldı. Buna göre hastaneye giden halkın cebinden artık daha fazla para çıkacak.
• İkitelli sel bölgesinde eksik ve geç gelen yardım nedeniyle vatandaşların tepkisini çeken AKP'li Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay, dün de belediye işçilerinin protestosuyla karşılaştı. Aylardır maaşlarını alamayan işçiler Küçükçekmece Belediye binasının önünde toplandı. Belediye Başkanı'ndan açıklama bekleyen işçiler, maaşlarının ödenmemesi durumunda greve çıkacaklarını belirttiler. İşçiler, Belediye Başkanı Özel Kalem Müdürü Ömer Okumuş'un maaşların ödeneceğine dair açıklamasından sonra belediyenin önünden dağıldı.
• Pameks Giyim'de çalışan 8 işçinin hayatını kaybetmesiyle ilgili tekstil patronlarından açıklama geldi. İHKİB, TGSD VE TOBB Konfeksiyon ve Hazır Giyim Komitesi'nden yapılan ortak açıklamada, "80 yılda bir görülen bu doğal afetin sorumluluğu, 8 çalışanını kaybeden Pameks Giyim A.Ş. başta olmak üzere bir kaç firma veya kişiye yüklenilmeye çalışılmaktadır. Bunu kabul edilemez bulmaktayız" denildi.
• ETİ patronu grevin ardından işçi kıyımına başladı. Toplusözleşme görüşmelerinin tıkanması nedeniyle işçiler 14 Ağustos’te greve çıkmış, 9 gün süren grevin ardından patron talepleri kabul etmek zorunda kalmıştı. İşçilerin yeniden işbaşı yapmasının üzerinden 3 hafta geçmeden patron aralarında Tek Gıda-İş'li sendikacıların da bulunduğu 23 işçiyi işten attı.
• Manisa Turgutlu'da Tukaş Konserve Fabrikası'nın 5 nolu kazan dairesinde saat 01.25 sıralarında henüz belirlenemeyen nedenle patlama oldu.9 işçi yaralandı.
• KESK, İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde yaptığı açıklamayla sel felaketinin sorumlularını protesto etti.
• Genel-İş üyesi Kent AŞ işçilerinin 16 Eylül Eylül günü İzmir'den yola çıkarak başlattıkları Ankara yürüyüşünün 2. gününde jandarma engeli vardı. Belkahve mevkiinde işçilerin yolu jandarma tarafından kesildi. İşçiler bu durumu sloganlarla protesto etti. Jandarma ile yapılan görüşmeler sonucunda, daha önce planlanmış yürüyüş güzergâhı için izin verilmedi. Sendika yöneticilerinin kendi aralarında yaptıkları görüşmeler sonucunda işçiler dağdan Kemalpaşa merkeze indirildiler. Kemalpaşa’da işçileri KESK’e bağlı sendika üyeleri karşıladı. Burada bir süre dinlenen işçiler daha sonra yollarına devam ettiler. İzmir il sınırına ulaşıldığında devreye bir kez daha jandarma kuvvetleri girdi ve yürüyüşü engellemeye çalıştı. İşçiler Kemalpaşa’nın bir köyünde dinlenmeye çekildi.
• Ödemiş'te Erim Konfeksiyon işçilerinden yetki alan YCİB dün işverenle görüşme yaptı.
• “Türkler Çıldırmış Olmalı/Afrika” adlı sinema filminin ekibinden bazı sinema emekçileri işten çıkarıldı. DİSK Sine - Sen’in yaptığı açıklamaya göre, yapımcılığını Avşar Film ve MassMedia şirketinin üstlendiği filmin kostüm tasarımcısı Hale İşsever, çalışma saatlerinin uzunluğuna ve kendilerine mesai ücreti ödenmemesine itiraz ettiği gerekçesiyle, kendisine destek veren asistanları ile birlikte işten çıkarıldı. “İş Yasasının öngördüğü kurallar çerçevesinde ‘Haksız Fesih ve 45 saat iş günü aşımı’ üzerinden ekibim ile birlikte uğradığım haksızlığın arkasını aramakta kararlıyım.” diyen Hale İşsever’e, MassMedia şirketi yetkililerinin “Son ana kadar işten çıkarılmanızı engellemek için elimizden geleni yaptık ama karar bizi aşıyor” dedikleri belirtiliyor.
• Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (Türk-İş) bağlı sendikaların temsilcileri, Belediye-İş Sendikası’na üye işçilerin sendika değiştirmeye zorlandıkları gerekçesiyle Şişli Belediyesi’ni protesto etti.
• Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’nün önünde yapılan basın açıklamasında DİSK’e bağlı Dev Sağlık-İş sendika sözcüsü Özgün Aktükün sosyal hizmetlerin, devletin asli kamu görevlerinden olduğunu, devletin asli görevi olan sosyal hizmetlerin; özel ya da tüzelkişilere devredilemeyeceğini, taşeronlaştırılamayacağını belirtti.
• İzmir’in Karşıyaka İlçe Belediyesine ait Kent AŞ’de işten çıkarılan işçiler “Ankara yürüyüşüne” başladı.
• Çapa Kızılay Kan Merkezi’nde sendikalaştıkları gerekçesiyle önce sürülen ve ardından da işten çıkarılan sağlık işçileri işe iade davasını kazandı.
• Türk-İş’in sendikal hak ihlalleri raporuna göre, sendikalı oldukları için geçen yıl Türkiye’de 12 bin 359 işçi çeşitli nedenlerle mağduriyet yaşadı.
• Emekliler Birliği Sendikası (EMEKLİ BİR-SEN) üyeleri, emekli maaşlarına yapılan zam oranını protesto etti.
• Esenyurt Belediyesi, sendika üyesi 3 işçiyi daha işten attı. Belediye önünde direniş sürüyor.
• Şişli Belediyesi’nde çalışan ve Belediye-İş üyesi olan işçiler Genel-İş’e geçti.
• Daha önce de set işçilerinin ölümüyle gündeme gelen Gold Film adlı yapım şirketi tarafından yapılan Sonbahar adlı dizinin setinde 25 gün önce Fatma Elif Develi adlı figüran, aşırı çalışma nedeniyle bayılmış, gerekli müdahale yapılmadığı için kalbi durmuştu. Elif Develi’ye o sırada sette bulunan eşi Mustafa Develi kalp masajı yaparak müdahale etmiş, böylece set işçisi ölümden dönmüştü. Ancak Elif Develi 25 gündür yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor.
• Eğitim-Sen üyesi öğretmenler birçok ilde eylemler yaparak, ek ders ve tedavi ücretlerinin ödenmemesini protesto etti.
• ODTÜ’de Tez Koop-İş üyeleri, toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamamasını protesto etti. İşçiler ODTÜ yönetimi ve Kamu-İş sendikasının tavrını protesto etmek amacıyla Rektörlük önünde bir toplu basın açıklaması gerçekleştirdiler.Sendikalı işçiler dışında Yurtsever Cephe ODTÜ Emekçileri, Eğitim-Sen üyeleri ve ODTÜ'lü öğrenciler de eyleme destek verdi.
• Araştırma görevlilerinin iş güvencesi talebiyle yaklaşık bir yıldır yürüttükleri mücadeleye, rektörlük tarafından açılan soruşturmalarla set çekilmeye çalışılıyor. İstanbul Üniversitesi’nde (İÜ) araştırma görevlilerinin yanı sıra eylemlere destek veren İÜ idari personeli de soruşturmalardan nasibini alırken, personele açılan soruşturmalara karşı Beyazıt Merkez Kampusu önünde protesto eylemi gerçekleştirildi.
• Tek Gıda -İş Sendikası, ABD'den füze alınmasına tepki gösterdi. Yapılan açıklamada, "Füzeler düşmanlık biriktirmekten başka bir işe yaramıyor. Füzeler karın doyurmuyor" denildi.
• Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu üyeleri İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde eylem yaptı.
• DİSK'e bağlı Nakliyat İş'den yapılan açıklamada, Ambarlarda 1100 İşçi adına sürdürülen Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinin uyuşmazlık aşamasında iken 25.08.2009 tarihinde anlaşmayla sonuçlandığı belirtildi. Toplu İş Sözleşmesi ile ücretlere yapılacak olan zam oranları 1.yıl, yıllık % 8,75 ile %16,5’e arasında olmuştur. 1.yıl ortalama ücret artışı Ortalama % 11’dir. Net ücret Toplu İş Sözleşmesiyle belirlenen ücret artışı yine % 11’dir. Toplu İş Sözleşmesi ile aylık ücretlere rakamsal olarak ta net 90 TL ile 170 TL’ye arasında zam yapılmıştır. Yılda 4 maaş ikramiye, İşçi Sınıfının Uluslar arası birlik, dayanışma, mücadele günü olan 1 Mayıs ve bayan işçiler için 8 Mart’ın ücretli izinli olması, haftalık çalışma süresinin 42,5 saat olması, fazla mesai ücretlerinin % 100 zamlı olması gibi haklar açısından, yapılan toplu iş sözleşmesi ile kazanımlarımız aynen korunmuştur.
• BOTAŞ ve TPAO’da, toplu iş sözleşmelerinin imzalanmamasına tepkiler sürüyor. Türk-İş’e bağlı sendikaların üyeleri toplu iş sözleşmesine hükümetin engel çıkardığını belirterek AKP’yi protesto etti. AKP Adana İl Örgütü önünde toplanan Türk-İş üyesi işçiler, “AKP şaşırma, sabrımızı taşırma”, “Toplusözleşme yoksa huzur da yok”, “AKP’den hesabı emekçiler soracak” şeklinde sloganlar attı. “Vur vur inlesin AKP dinlesin” diye haykıran işçiler alkış ve ıslıklarla AKP’yi yuhaladı.
• Kumbağ’da sular altında kalan tuğla fabrikalarında çalışan yüzlerce işçi mahsur kaldı. Uzun çalışmalar sonucu 131 işçi karadan, 180 dolayında işçi de Skorsky tipi helikopterlerle kurtarıldı.
• Körfez ilçe İlimtepe’de oturan, Kullar’da bulunan Gemont adlı şirkette 25 yıldır vinç bakımcısı olarak çalışan Aziz Ekiz(48), arızalanan vinci şirketin İstanbul Kurtköy’deki bakım atölyesine götürdü. Burada bakım yapılırken hava basıncı nedeniyle vinçte patlama meydana geldi. Patlama sırasında fırlayan bir parça Aziz Ekiz’in vücuduna saplandı. Aziz Ekiz olay yerinde hayatını kaybetti.
• Edirne'nin Keşan ilçesi Küçükdoğanca köyü yakınlarındaki bir kömür ocağında meydana gelen iş kazasında 1 işçi öldü.
• Manisa'nın Saruhanlı ilçesinde fabrika işçilerini taşıyan minibüsün devrilmesi sonucu 3'ü ağır 9 işçi yaralandı. İşçilerin Bandırma ilçesindeki fabrikadan, Manisa'nın Turgutlu ilçesine kamyonla gönderilen tavukları indirmek üzere yola çıktıkları öğrenildi.
• Samsun'un Vezirköprü ilçesinde, işçi taşıyan minibüs şarampole yuvarlandı. Kazada H.S. ve K.B. isimli 2 işçi öldü, 9 işçi yaralandı.
• Milas ilçesi Orman İşletme Müdürlüğü personelini taşıyan minibüs kaza yaptı. Kazada 12 orman işçisi yaralandı.
• Tarsus'ta tarım işçilerini taşıyan minibüsün devrilmesi sonucu araçta bulunan iki işçi yaralandı.
• Çanakkale merkeze bağlı Kumkale Beldesi'ne mısır sökmek için çalışmaya gelen işçileri, oturdukları Çan'ın Etili Beldesi'ne taşıyan minibüs, Bayramiç İlçesi Beşevler Mevkii'nde şarampole devrildi, 3'ü ağır 13 işçi yaralandı.
• Ankara 9. İdare Mahkemesi Devlet Memurları Kanunu'nun 4/C maddesine göre istihdam edilen ve ne memur ne işçi sayılan, daha çok özelleştirme mağdurlarının istihdam edildiği geçici personelin sendika üyesi olabileceğine karar verdi.
• İstanbul İkitelli'deki sel felaketinde 7 kadın işçinin boğulduğu minibüsten kurtulan F.K de kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.
• Haziran ayında özlük hakları için mücadele eden 50d’li asistanlardan altısına soruşturma açan İ.Ü. Rektörü Prof.Dr. Yunus Söylet, 4 ay sonra aynı sebeple 40 asistana daha soruşturma açtı.
• Zonguldak'ın Gelik beldesinde özel bir kömür ocağındaki dinamitin patlaması sonucu bir işçi ölürken bir işçi de yaralandı.
• KESK, DİSK, Türk-İş, Tekstil-Sen, Küçükçekmece İşçi Platformu ayrı gruplar halinde Pameks fabrikası önünde kadın işçilerin selde ölümünü protesto etti.
• İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı'nda yürüttükleri sendikal örgütlenme mücadelesi toplu işten atma saldırısıyla karşılaşan Hava-İş Sendikası üyesi işçiler, 10 Eylül günü gerçekleştirilen yürüyüşle protesto edildi.
• İzmir Kemalpaşa Kızılüzüm köyü mevkiindeki Erze Ambalaj Plastik Fabrikasında sendikalaşan Petrol-İş üyesi işçiler baskı ve tehditle sendikadan istifaya zorlanıyor.
• Petrol İş'ten bir açıklama yapılarak "Türkiye genelinde sendikamız üyesi 3 bin 450 TPAO (Türkiye Petrolleri A.O.) işçisi ile bin 860 BOTAŞ (Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş.) işçisi, kamu kesimi toplu iş sözleşmesinde anlaşma sağlanamaması nedeniyle bugün (11 Eylül) saat 17. 00'de AKP il binalarının önünde siyasi iktidarı protesto ederek taleplerini iletecekler" denildi.
• İstanbul Orhanlı Sanayi bölgesindeki Primo Ambalaj ve Kimya Sanayi Ticaret A.Ş'ye ait 5 katlı fabrikanın kozmetik kimyasallarının bulunduğu depoda dün saat 18.00 sıralarında meydana gelen patlamanın ardından yangın çıktı. Yangında ölen veya yaralanan olmadı.
• Çanakkale'nin Biga ilçesinde sağanak yağışlar nedeniyle domates tarlalarında çalışan 175 mevsimlik tarım işçisinin çadırlarını su bastı.
• Balıkesir'in Bandırma ve Gönen ilçelerinde şiddetli yağış sonucunda meydana gelen seller nedeniyle iki beyaz et üretim tesisinin işçileri işyerlerinde mahsur kaldı. İşçiler askeri helikopterlerin ve komandoların yardımıyla kurtarıldı.
• 10 Eylül'de, TTK'ya bağlı Karadon Müessese Müdürlüğü Kilimli İşletmesi Maden Ocağı'nda bir göçük meydana geldi. Ali Ziya Kısaboyun ve Caner Albuzlu isimli iki işçi göçük altında kalırken saatler süren kurtarma çalışmalarından sonra iki işçinin cesedine ulaşıldı.
• İstanbul'da yaşanan selde servis aracı olarak kullanılan minibüste yaşamını yitiren yedi kadın işçinin çalıştığı Pameks Tekstil’in patronu ve idare amiri tutuklandı.
• Yurtsever Cephe İşçi Birliği, Trakya ve İstanbul'daki sel baskınıyla ilgili açıklamasında, "Kadir Topbaş başta olmak üzere tüm yetkililerin istifa etmesini, ölümlerin gerçekleştiği işyerlerinin patronlarıyla birlikte yargı önüne çıkartılmalısını" istedi.
• Kocaeli’nin Gebze ilçesinde kurulu bulunan BERİCAP’ta sendikal örgütlenme çalışması başlatarak Türk-İş’e bağlı Petrol-İş Sendikası’na üye olan BERİCAP işçileri, işten atma saldırısına karşı 14 Ağustos günü fabrika önünde direnişe geçmişlerdi. 6 işçinin sürdürdüğü direniş, 19. gününde sendikanın talimatıyla bitirildi.
• İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı'nda sendikal örgütlenme mücadelesi yürüten Türk-İş'e bağlı Hava-İş Sendikası yeni bir saldırı dalgasıyla karşı karşıya kaldı. Sendika üyesi 73 işçinin işine son veren İFenerbahçe Kulübü Yönetim Kurulu üyesi Nihat Özdemir’in LİMAK Holding ve Malezyalılarla ortaklığı olan ISG Yer Hizmetleri A.Ş. anti-sendikal baskı ve dayatmalarını sürdürüyor.
• Ciner Dergi Grubu’nda 5 dergi birden kapatıldı. 90 gazeteci bir anda işsiz kaldı.
• Alsancak Garı'nda görevli tren teşkil memurları, bilgileri dışında bölge içi nakilleri yapıldığı gerekçesiyle açlık grevi başlattı. İzmir'de Basmane Garı'nda aileleriyle birlikte toplanan memurlar ve Birleşik Taşımacılık Sendikası (BTS) İzmir Şubesi üyeleri ellerindeki pankartlarla kendilerinden habersiz yapılan nakilleri protesto etti.
• Ödemiş’te faaliyet gösteren Erim Konfeksiyon işçileri ile yapılan toplantıda YCİB, işçilerden kendilerini temsil yetkisi aldı.
• Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde taşeron firmaya bağlı çalışan sağlık emekçilerinin iş bırakma eylemi sonuç verdi. Bir süredir DİSK’e bağlı Dev Sağlık-İş sendikası bünyesinde örgütlenen 308 işçi 2,5 aydır ödenmeyen ücretleri için Pazartesi sabahı iş bırakıp Başhekimlik önünde direnişe geçmişti. Eylemin ilerleyen saatlerinde hastane yönetimi ile yapılan görüşmeler sonunda hastane yönetimi bir aylık maaşları elden verme, bir aylık maaşlarını da ertesi gün bankaya yatırma sözü verdi. Direniş işçilerin ücretlerini almasıyla sonuçlandı.
• Birkaç gün öncesinden meteoroloji uzmanları tarafından duyurulduğu halde valilik ve belediye yetkilileri tarafından işyerlerinin tatil edilmesi ve nüfusun tahliyesi dahil hiç bir önlem ile karşılanmayan şiddetli yağışların yol açtığı sel felaketinde, İstanbul İkitelli'de işe giden Pameks Tekstil çalışanı 7 tekstil işçisi kadın servis aracı olarak kullanılan nakliye aracında boğuldu, TIR park yerinde kalan aralarında yabancıların da olduğu 16 TIR şöförü sel sularına kapılarak can verdi. Trakya'da ise bahçıvanlık yapan 5 kişilik bir aile, sele kapılarak öldü.
• Kartal Koşuyolu Devlet Hastanesi’nde taşeron şirket Piripak AŞ.'ye bağlı olarak çalışan 300'ün üzerinde işçi Sağlık Bakanlığı’nın 32’nci sayılı genelgesi kapsamında yapılan yeni ihale ile ücretlerinin düşürülmesine tepki göstererek iş bıraktı ve direnişe geçti. Aralarında bilgi işlem, anestezi teknisyeni, bioteknisyen, hasta bakıcı ve temizlik işçilerinin bulunduğu ve bir kısmı Dev Sağlık-İş sendikasında örgütlü olan 300'ün üzerinde işçinin hastane içerisinde sloganlar atarak beklediği, yürüyüş düzenlediği bildirildi.
• Pirelli'de işten atılan 30 işçi ve 6 işyeri temsilcisinin açtığı dava sonucu iptal edilen ve 15 Eylül'de yeniden yapılmasına karar verilen delege seçimleri için işçiler ve temsilciler Lastik-İş Sendikası'na geldi. Delege başvurusunda bulunan işçilerin ikişer kişilik gruplar halinde içeri girmesini isteyen sendika yöneticileri ve işçiler arasında arbede yaşandı. İşçiler üye oldukları sendikaya şartlı alınmak istenmesine tepki gösterdi. Yaşanan arbedeyi görüntülemek isteyen basın mensuplarına sendika yöneticileri sert müdahalede bulundu.
• Davutpaşa’daki maytap atölyesinde 25 Ocak 2008 tarihinde meydana gelen patlamada ölen ve yaralanan işçilerin yakınlarının adalet arayışı sürüyor. Henüz açılmış bir dava ise bulunmuyor.
• İşten çıkarılan Kaynak İplik Fabrikası işçileri Uşak Valiliği önünde yolu trafiğe kapattı. Polis işçilere biber gazıyla saldırdı.
• Erzincan HSA Mermer Fabrikasında, Kristal-İş Sendikası’na ilk üyeliği gerçekleştiren dört işçinin işine son verilmesi üzerine önceki gün kent merkezinde basın açıklaması yapıldı. Diğer işçilerin de sendikadan ayrılmadıkları takdirde işten atılma tehdidiyle karşı karşıya olduğu HSA Mermer’de sendika düşmanlığına ve işçi kıyımına son verilmesi çağrısıyla Kristal-İş tarafından Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen eyleme, Eğitim-Sen, TKP, ÖDP, DTP, ESP, Partizan, Gençlik Derneği de destek verdi.
• Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi'nde, hastanenin temizlik işleri ihalesini yeni kazanan taşeron firmanın (Tuana) işçileri 7 eylül pazartesi günü ödenmeyen maaşları için iş bıraktılar.
• 2007’de Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda aldığı puan doğrultusunda engelli kadrosunda işe başlayan yüzde 80 görme engelli, bir çocuk babası 33 yaşındaki Yusuf Onur, santral operatörü olarak görevlendirildi. Mevcut Belediye Başkanı Mustafa Akay’ın yerine 29 Mart’taki yerel seçimlerde AKP’li Zeki Çaylı’nın göreve seçilmesinden bir süre sonra Onur, Fen İşleri Müdürlüğü’ne bağlı şantiyeye atandı. Görme engeline rağmen yaklaşık dört ay inşaat işlerinde, parke taşı döşemede ve mezarlık temizliklerinde görevlendirildiği öne sürülen Onur’un, daha sonra verimsiz olduğu gerekçesiyle iş akdi feshedildi.
• Ordu'dan Urfa'ya dönen fındık işçilerini taşıyan kamyon kaza yaptı 18 işçi yaralandı.
• Stajyer Avukatlar, 5 Eylül Cumartesi günü saat 13.00' de İstanbul Beyoğlu’nda, sağlık güvencesiz ve sigortasız çalışmaya, stajyer avukatların ucuz iş gücü olarak kullanılmasına ve hukukun piyasalaştırılmasına izin vermiyoruz demek için buluşacaklar.
• Sağlık Bakanı'nın “Silikozis hastalarına yardımcı olacağız” açıklamasına rağmen, Dicle Üniversitesi Hastanesinde hastalıktan yaşamını yitiren İbrahim Güloğlu isimli işçinin ailesine, oğullarının cenazesini teslim ederken borç senedi imzalatıldı. Kot kumlama işçisi İbrahim Güloğlu 2004’ten bu yana silikozisten ölen 43. işçi oldu.
• TPAO işçilerinin toplu iş sözleşme sürecindeki taleplerinin kabul edilmesi için başlattığı eylemlerin ikinci gününde TPAO işçilerine hitap eden Petrol-İş Ankara Şube Başkanı Mustafa Özgen, çalışanlar arasında kapsam dışı-kapsam içi ayrımı yapılmasına karşı çıktı. Geçen hafta 2 günlük işyerini terk etmeme eylemi, ardından grev yasağına rağmen 1 günlük iş bırakma eylemi, son olarak da vizite eylemi yaptıklarını anlatan Özgen, Şube yöneticileri olarak başlattıkları açlık grevinin de sonuç vermemesi halinde tüm işçilerin bu eyleme katılacağını söyledi. Eyleme destek vermeye gelenler arasında Yurtsever Cephe Ankara İşçi Birliği sözcüsü Tuncay Çelen de söz aldı. Yol-İş Genel Teşkilatlanma Sekreteri Fahri Yıldırım da, TPAO işçilerinin, teslim olan sendikaların üyeleri adına da direndiğini söyleyerek eylemi selamladı. TPAO Genel Müdürlüğü’nün yakınında bulunan ODTÜ’den Yurtsever Cepheli işçiler öğle saatlerinde grev çadırına ziyarette bulundular.
• Adana Demirspor, sol görüşlü taraftarlarının organize ettiği özel maçta İtalya’da işçi sınıfının ve komünistlerin takımı olarak bilinen Livorno’yu ağırlıyor.
• İzmir'de Erze Ambalaj'da örgütlenen Petrol-İş Sendikası baskılarla karşılaştı. Baskı ve tehdit yoluyla Erze işçilerini Petrol-İş Sendikası’ndan istifaya zorlayan patron bu amacına ulaşamayınca 2 Eylül tarihinde sendikadan istifa etmeleri için Kemalpaşa 1. Noteri'ne işyerinden araç ayarlandığını ve topluca istifaya gidileceğini duyurdu. İstifa etmeyenleri ise işten çıkarmakla tehdit etti.
• TMMOB İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleriyle ilgili yönetmelikte yapılan düzenlemeler için yargıya başvurmaya hazırlanıyor.
• Uşak'ta işten çıkarılan TEKSİF üyesi bir grup tekstil işçisi, PTT önünde eylem yaptı. İşçiler işe iade talebiyle Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı ve çalışma Bakanı'na şikayet dilekçesi gönderdi.
• Tekstil-Sen üyesi Ayzi Tekstil işçileri, birikmiş alacaklarının ödenmesi konusunda patrona geri adım attırdı. Hesaplanan ödenmemiş işçi alacaklarına dair patron tarafından 65 bin TL değerinde senet imzalattırılarak sendikaya teslim edildi.
• Petrol-İş Eti Bor tesislerinde grev kararı aldı.
• DİSK, Türk-İş, KESK konfederasyonlarına bağlı sendikalar, ÖDP, EMEP, SEH, Ürün Dergi Çevresi, İKP, İSP, SDP, DİP Girişimi gibi kuruluşların da aralarında bulunduğu çok sayıda örgüt, "İşten Atmalar Yasaklansın!" kampanyası başlatıyor.
• ATV-Sabah işyerlerinde greve devam eden TGS üyeleri Cumartesi eylemlerine Yargıtay kararı açıklanana kadar ara verdi.
• Grevdeki Asil Çelik Fabrikası'nda sendikacılar tarafından işyerinin kamulaştırılması talebiyle yürütülen açlık grevine son verildi.
• Van'ın Gürpınar ilçesinde, özel bir şirkette iş makinesinin devrilmesi sonucu 1 işçi öldü.
• Esenyurt Belediyesi'ndeki işçi kıyımı 1 Eylül günü 2 işçinin işten atılmasıyla sürdü.
• Petrol-İş Ankara Şube yöneticileri TPAO Genel Müdürlüğü önünde açlık grevine başladı.
• Türk-İş'e bağlı Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası'nın (TÜMTİS) Balıkesir tabakhaneler mevkii tren yolu üzerinde bulunan Mutaf Ambarı'nda yürüttüğü sendikal örgütlenme çalışması işten atma saldırısıyla karşılaştı. İşten atılan TÜMTİS üyeleri Mutaf Ambarı önünde eylem yaptı.
• Burgazada'da Yasemin Restaurant'ta çalışan Engin Akçelik isimli işçi, restoran yanında bekleyen motor yattaki müşteriyi almak üzere giderken kendisinin bulunduğu kayıktan ayağı kayarak denize düştü.Telaş içerisinde suyun içinde çırpınan işçi, defalarca yardım istemesine rağmen yat sahibi ve yatta bulunan insanlar tarafından herhangi bir kurtarma girişiminde bulunulmadı.Hayatını kaybeden Engin Akçelik'in Yasemin Restaurant'ta sigortasız çalıştırıldığı, yüzme bilmediği ve yüzme bilmediği halde kendisine restoran işletmecisi tarafından can yeleği takılmadığı öğrenildi.
• Mersin'in Mezitli ilçesinde kalıp dökümü sırasında çöken inşaatta bir işçi öldü.
• İstanbul Sabiha Gökçen Yer Hizmetleri A.Ş. bünyesinde çalışan havalimanında Hava-İş sendikasında örgütlenen işçiler patronun yetki itirazı üzerine havalimanında eylem yaptı.
• İzmit'te kurulu bulunan UM Tersanesi'nde çalışan yaklaşık 150 işçi, 1 Eylül günü iş bıraktı. İzmit’in Yeniköy bölgesinde kurulu tersanede çalışan işçiler, 2 aydır verilmeyen maaşları için eyleme başlayınca, tersane yönetimince idari binaya kilitlendi.
• Trakya Bölge Müdürlüğünde çalışan Petrol-İş Sendikası üyesi 400 işçiden 200'ü, toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması nedeniyle viziteye çıktı.