30 Kasım 2008 Pazar

İŞÇİ HAREKETİNDE DÖNÜM NOKTASI








100 BİN EMEKÇİ AKP'YE MEYDAN OKUDU!

KESK ve DİSK’in öncülüğünde düzenlenen "İşsizliğe, Yoksulluğa ve Zamlara Karşı Emek, Barış ve Demokrasi” mitingi, dün Ankara’da yapıldı. Sabahın erken saatlerinde Türkiye’nin dört bir yanından gelerek Ankara Garı’nda toplanan emekçiler, saat 10.00’dan itibaren Sıhhiye Meydanı’na doğru yürüyüşe geçtiler. 100 bine yakın emekçinin katıldığı mitingde alana girilmesi saatler aldı.

Kortejin en önünde DİSK ve KESK imzalı “İşsizliğe, Yoksulluğa ve Zamlara Karşı, Emek, Barış ve Demokrasi İçin Birleştik” yazılı bir pankart taşındı. Pankartta, talepler de yer alıyordu: “IMF ile yapılan anlaşmalar iptal edilsin; zamlar geri alınsın; işten çıkarmalar yasaklansın; işsizlik fonu amacı dışında kullanılmasın; iç ve dış borçlar ödenmesin; kamusal hizmetler ücretsiz olsun; şiddet ve savaş politikalarına son verilsin; her türden ayrımcılık ortadan kaldırılsın.”

Mitinge katılan kurumlar arasında DİSK’e ve KESK’e bağlı sendikalar, Türk-İş’e bağlı sendikalardan Petrol-İş ve TÜMTİS, Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, Türk Tabipler Birliği (TTB), Tıp Öğrencileri Komisyonu (TÖK), TMMOB, Basın İş, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD), Yerel Dernekler Federasyonu, Müşavirler Muhasebeciler Birliği Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Eğitim Emekçileri Derneği, AKA-DER, Tüm İGD, Toplumsal Özgürlük Platformu, Geleceğimizi İstiyoruz Platformu, Alınteri, Kaldıraç, ÖDP, EMEP, SDP, DTP, Odak ve Yeşiller Partisi yer aldı.

Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) ve Yurtsever Cephe'nin bütün örgütleriyle, “AKP’yi Halk Götürecek” pankartıyla katıldığı mitingde, Halkevleri ve ÖDP de kitlesel olarak yer aldı.

Eğitim-Sen kortejlerinde, zam ve kriz gündemi dışında, Deniz Feneri yolsuzluğunu hatırlatan afişler taşındı, gerici eğitim uygulamalarının da protesto edildiği görüldü. Kürsüden yapılan açıklamada Eğitim-Sen Siirt Şubesi üyelerinin Ankara’ya gelmelerinin engellendiği belirtildi. (soL/Ankara)

Haberin ayrıntıları için:
www.haber.sol.org.tr
www.kizilbayrak.net
www.evrensel.net

27 Kasım 2008 Perşembe

ÜNİVERSİTELERDE BOYKOT

AKP hükümetinin son bir yılda elektriğe %60, doğalgaza ise %80 zam yapması kamuoyunda tepkilere yol açmaya devam ediyor. Dün Türkiye'nin birçok üniversitesinde öğrenciler zamlara karşı, AKP'ye karşı 'Boykot!' dediler.

26 Kasım Çarşamba günü üniversitelerde, doğalgaza yapılan son zamlar nedeniyle, Yurtsever Cephe Öğrenci Birliği’nin çağrısıyla bir uyarı boykotu yapıldı.

İçinde bulunduğumuz dönemde yaşanan ekonomik krizle birlikte, artan işsizlikle ve toplumun çok büyük bir kesiminin yoksullaşmasıyla, sonuçları daha da net görülebilen, AKP’nin politikalarına karşı, bir ses de üniversitelerden yükseldi. Sabah saatlerinden itibaren sınıflarda, amfilerde, kantinlerde, yemekhanelerde yapılan çağrılarla, öğrenciler bir saatlik uyarı boykotuna katıldı. Türkiye’deki çeşitli üniversitelerde yapılan boykota, öğrencilerin yoğun katılımı dikkat çekti.

Birçok üniversitede düzenlenen forumlarda, AKP’nin üniversitelere dönük saldırıları tartışıldı. Özellikle “üniversitelerde türban” gündemi ve YÖK'ün üniversiteleri tamamen paralı hale getirme hayalleri, tartışmaların ağırlık noktasını oluşturdu. 'Piyasalaştırma' konusunda, her üniversitedeki tekil örnekler ele alınarak, üniversitelerde öğrencilerin kullanmak zorunda olduğu her şeyden para alınmaya başlanması ve bu paralara küçük oranlarda ama sürekli zamlar yapılarak, öğrencilerin üniversitede eğitim için para ödemesinin nasıl kanıksatıldığı tartışıldı.

"Bu bir uyarıdır! Üniversitelerde boykot var"

İstanbul’da, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde, Davutpaşa ve Yıldız kampuslarında yapılan boykota yaklaşık 450 öğrenci katıldı. Derslerin büyük bölümüne öğrenciler katılmadı. Düzenlenen forum sonrasında müzik dinletisinin ardından, basın açıklaması yapıldı.

Mimar Sinan Üniversitesi'nde, sabah saatlerinden itibaren amfilerde ve kantinlerde konuşmalar yapılarak öğrenciler boykota çağrıldı. Forum ve şiir dinletisinin ardından basın açıklaması yapıldı.

İstanbul Teknik Üniversitesi’nde, tüm fakültelerin önünde toplanan öğrenciler, 75. Yıl yemekhanesinde buluşarak protestolarını gerçekleştirdiler. Yapılan forumun ardından, zamlara karşı öğrencilerin yazdığı şarkının söylenmesiyle boykot sona erdi.

İstanbul Üniversitesi’nde Beyazıt ve Avcılar kampusunda olmak üzere iki ayrı boykot düzenlendi. Beyazıt kampusunda yapılan protestoyu takiben, İstanbul’daki diğer üniversitelerden öğrenciler kampusun önüne geldi. Yapılan basın açıklamasıyla boykot sona erdi. Avcılar kampusunda, fakültelerinden çıkan öğrenciler yemekhanenin önünde toplandılar. Daha sonra yemekhanenin içine giren öğrenciler burada konuşmalar yaptıktan sonra, tekrar yemekhanenin önüne gelerek doğalgaz faturası yaktılar. Burada yapılan konuşmalardan sonra boykot sona erdi. Boykota mühendislik, işletme, veterinerlik fakülteleri ve Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu öğrencileri katıldı.

Veterinerlik Fakültesi'nde boykot sırasında dersler tamamen durdu.

Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu'nda sınavları nedeniyle boykota katılamayan kimi sınıflar, konuşmalar ve alkışlarla destek verdiler.

Marmara Üniversitesi'nde Acıbadem ve Anadoluhisarı kampuslarında dersler tamamen durdu. Haydarpaşa ve Göztepe kampuslarında yaklaşık 200 öğrenci yürüyüş yaptı. Üniversitenin tüm kampuslarında yapılan eylemlerden sonra boykot sona erdi.

İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde pek çok öğretim üyesi boykota destek verdi ve dersleri iptal etti. Beyoğlu Kumpanya tarafından yapılan tiyatro gösterisinin ardından yaklaşık 100 öğrencinin katıldığı bir forum düzenlendi.

Galatasaray Üniversitesi'nde derslerin yarıya yakını tamamen durdu. Yüzlerce öğrencinin katıldığı protesto gösterisi ve yapılan konuşmaların ardından boykot sona erdi.

ODTÜ’de postane önünde toplanan öğrenciler, protestolarını gerçekleştirdikten sonra, her hafta Cuma günü üniversitede eylemlerinin devam edeceğini açıkladılar. Ayrıca, hafta boyunca öğrencilerin zamlarla ilgili düşüncelerini yazdığı defter, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a gönderildi.

Hacettepe Üniversitesi'nde öğrenciler Yabancı Diller Yüksek Okulu'nun önünde toplandıktan sonra, postane önüne kadar yürüdüler. Yürüyüşün sonunda yapılan açıklamanın ardından, AKP Genel Merkez'e bir mektup gönderildi.

Ankara Üniversitesi'nde öğrencilerin yoğun şekilde katıldığı protesto gösterisinin ardından, yapılan konuşmalarla boykot sona erdi.

Boğaziçi Üniversitesi'nde kuzey kampuste yapılan, Beyoğlu kumpanyanın tiyatro gösterisinin ardından, yapılan eylem ve konuşmalarla boykot sona erdi.

Ege Üniversitesi'nde öğrencilerin katıldığı bir protesto gösterisinin ardından forum yapıldı. Yapılan tartışmaların ardından boykot sona erdi.

Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Yabancı Diller Yüksek Okulu'nda boykot çağrısı yapıldı. Ardından bir forum düzenlendi.

İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü'nde Hazırlık binası önünde toplanan öğrenciler, bir forum gerçekleştirdiler ardından kısa bir müzik dinletisi yapıldı.

Anadolu Üniversitesi'nde, yemekhane önünde toplanan öğrenciler, basın açıklamasının ardından müzik dinletisi yaptılar. Yapılan konuşmaların ardından boykot sona erdi.

Kocaeli Üniversitesi'nde öğrenciler bir forum düzenledi. Yapılan gösterinin ardından boykot sona erdi.

"Üniversite öğrencilerine görev düşüyor"

Hükümetin doğalgaz ve elektrik zamlarıyla ve üniversitelerde yapılan boykotla ilgili olarak, İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi – Jeofizik Anabilim dalı öğretim üyesi Doçent Dr. Ferhat Özçep ile konuştuk...

>Yaşanan ekonomik krizden, Türkiye’nin etkilenmeyeceği iddia ediliyor AKP tarafından. Sizce bu açıklamalar gerçeği yansıtıyor mu?

Bu yapılan açıklamaların bir gerçekliği yok elbette. Buna çocuklar bile inanmaz. Dünya ekonomisinin genel trendinden Türkiye’de etkileniyor elbette. Böyle bir krizin dışında kalması etkilenmemesi de mümkün değildir. Büyük olasılıkla ekonomik krizle ilgili bu zamlar. Bir zincirin halkaları gibi düşünürsek, neticede hepsi birbirine bağlı bu halkaların. Bir halkanın, yanındaki halkadan etkilenmemesi mümkün değil.

>Bugün üniversitelerde, AKP’nin son dönemde yaptığı zamlara karşı bir boykot düzenlendi. Öğrenciler derslere girmediler. Üniversitelerden böyle seslerin çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu eylemler etkili olabilir mi veya nasıl etkili olabilir?

Ülkede yapılan her eylemin belli bir değeri var. Bu açıdan bu tarz eylemleri önemsiyorum. Asıl sonuç alıcı eylemlerin, halk tarafından, işçiler tarafından yapılması gerekir. Bu eylemler çok daha etkili ve sonuç alıcı olabilir. Ülke gündemine dair yapılan bu tarz öğrenci eylemleri, bu bahsettiğim büyük eylemler için, tetikleyici bir etki yapabilir. Bu açıdan üniversite öğrencilerine de bir görev düşüyor.
(sOL Haber Merkezi)

METAL İŞKOLU TOPLU SÖZLEŞME GÖRÜŞMELERİNDE GREVE DOĞRU

METAL İŞÇİLERİ GREVE HAZIR

Metal sektöründeki grup toplusözleşme görüşmelerinde sona geliniyor. Arabulucu aşamasında da anlaşma sağlayamayan Birleşik Metal-İş, önümüzdeki günlerde grev kararını alacak. Uyuşmazlık zaptının tutulduğu 10 Ekim’den beri yaptığı eylemlerle, salon toplantılarıyla üyelerini mücadeleye çağıran Birleşik Metal-İş, MESS’in düşük ücret, esnek çalışma ve sosyal hakların ortadan kaldırılmasını içeren tekliflerini kabul etmeyeceğini duyuruyor.

Sendika salon toplantılarının 6’ıncısı Gebze’de düzenlendi. Bugüne kadar yapılan toplantıların en coşkulu olanıydı Gebze’deki toplantı. İşçiler şube binasının önünden “Krizin faturası patronlara”, “MESS MESS şaşırma sabrımızı taşırma”, “İş, ekmek yoksa barış da yok”, “Direne direne kazanacağız” sloganlarıyla geldiler toplantının yapılacağı düğün salonuna.

Salonun tamamının dolu olduğu toplantıda ilk sözü alan Birleşik Metal-İş Gebze Şube Başkanı Erdoğan Özer, MESS’in verdiği tekliflerle metal işçilerini kavgaya davet ettiğini, Birleşik Metal-İş üyelerinin ise bugüne kadar uyarı eylemleri yaptığını ifade etti. Özer, kavganın bütün metal işçilerinin kavgası olduğunu, bu nedenle bu kavganın bütün metal işçilerinin bir araya gelerek sonuçlandıracağını kaydetti.

Patronlar daha çok bağırıyor

Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, “Metal işçilerinin gerçeği” başlığı ile düzenledikleri toplantılarının 6’ncısının yapıldığını ve 3 bin işçinin bu toplantılara katıldığı bilgisinin vererek konuşmasına başladı. Toplusözleşmeye krizi bilerek hazırlandıklarını ifade eden Serdaroğlu, kriz nedeniyle daha çok çalışmaları gerektiğini vurguladı. Dünyanın en büyük tekellerinin feryatlarının ardından Türkiye’deki şirketlerinde seslerini yükseltmeye başladığını dile getiren Serdaroğlu’nun, “Krizden en çok biz işçiler etkileniyor ancak patronlar bizden daha çok bağırıyor. Bağırmalarının nedeni teşvik almak istemeleri” sözleri üzerine işçiler, “İşçinin tokadı teğet geçmeyecek” sloganı attılar.

“Neoliberal sistem çökmüştür. Biz artık kendi programımızı yaratıp hayata geçirmeliyiz. Kapitalizmin teknesi delindi bizden tamir etmemizi istiyorlar. Aynı gemideyiz diyorlar. Peki patronlara soruyorum bizim farkımıza gemi su almaya başlayınca mı vardınız? Peki neden o zaman gemiden ilk önce bizi atıyorsunuz?” diyen Serdaroğlu, toplusözleşmelerin yeni haklar almak, alım gücünü yükseltmek için yapıldığını ancak patronlar var olan hakları istediğini kaydetti. Metal sektöründe yaşanan olumsuzlukların bütün sektörleri etkilediğini ifade eden Serdaroğlu, patronların tekstil sektöründe esnek çalışmayı uyguladığını ancak bunu metal sektöründe uygulamalarına izin vermeyeceklerini kaydetti. Patronların işçilerden fedakarlık istediğini söyleyen Serdaroğlu, “İyi günlerinizde enflasyon 1.67 ama biz size şu kadar fazla verelim dediniz mi ki şimdi gelip fedakarlık istiyorsunuz?” dedi. Gazetelerde metal patronlarıyla ilgili ihracat ve kâr rekorları kırdıklarına dair haberler çıktığını hatırlatan Serdaroğlu, “Bir metal patronu çıksın 2008 yılında zarar ettim desin bütün söylediklerimi geri alacağım” diye konuştu.

Türk Metal’e çattı

Kendilerinin dışında toplusözleşme görüşmelerinde olan Türk Metal Sendikası’nı komisyonculukla suçlayan Serdaroğlu, MESS’in bu komisyoncu sendika ile sözleşme imzalaması halinde meşruluğunu yitireceğini söyledi. Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek’in işten atılan 5 bin metal işçisinin “kredi kartı borçları nedeniyle çıktılar” sözleri ile işten atmaları meşrulaştırdığını kaydeden Serdaroğlu, yüzde 4.15’in üzerindeki her rakamın Birleşik Metal-İş’in mücadelesi ile olacağının bilinmesini istedi. (Gebze/EVRENSEL)

25 Kasım 2008 Salı

Küçükçekmece'de zamlara ve AKP'ye protesto

TKP, EMEP, Halkevleri, ÖDP, SHP Küçükçekmece ilçe örgütleri, “Krizin faturasını ödemiyoruz, zamlar geri alınsın” talebiyle ortak eylem yaptı.

TKP, EMEP, Halkevleri, ÖDP, SHP Küçükçekmece ilçe örgütleri, “Krizin faturasını ödemiyoruz, zamlar geri alınsın” talebiyle biraraya geldi. Kirazlı Sokak’ta yapılan eyleme 300 kişi katıldı.

“Susma sustukça yeni zamlar gelecek”, “Zam zulüm işkence işte AKP”, “Doğal gaz zammı geri alınsın”, “İşçi düşmanı işbirlikçi AKP”, “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Doğal gaza değil emekçiye zam” sloganlarını atan kitle, AKP Küçükçekmece İlçe Örgütü’ne yürüdü.

Yürüyüş boyunca çevredeki esnaf ve halk da alkışlarla destek verdi. AKP önünde yapılan açıklamada, 29 Kasım’da Ankara da yapılacak mitinge katılım çağrısı yapıldı.

24 Kasım 2008 Pazartesi

EMEP 5.GENEL KONGRESİ TOPLANDI



Halk iktidarı için demokratik birlik!

Emek Partisi’nin 5. Olağan Kongresi’nde, yaşanan saldırılara karşı emek ve demokrasi güçlerinin birliği çağrısında bulunuldu.

Emek Partisi’nin (EMEP) 5. Olağan Kongresi, “Halk iktidarı için demokratik birlik” şiarıyla toplandı. Kongrede konuşan EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel, “İşçi sınıfının öncülüğünde bir mücadeleyi, emperyalist, kapitalist saldırılara, kriz vurguncularına karşı hızla örgütleyeceğiz. İşten atmalara, zamlara, ücretsiz izinlere, grev yasakçılığına, esnek çalıştırmaya, taşeronlaştırmaya, özelleştirmeye, vergi adaletsizliğine, işçi cinayetlerine, emek sömürüsüne hayır diyen bütün güçlerle büyük bir emek safı oluşturacağız” dedi.
EMEP’in 5. Olağan Kongresi dün Ankara’da Anatolia Gösteri Merkezi’nde toplandı. Kongre salonuna bir kilometre kala araçlarından inerek kortejler oluşturan, çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu partililer, caddeyi trafiğe kapatarak alkış ve sloganlarla yürüdüler. Salona coşkuyla giren partililer, mücadele kararlılıklarını gün boyu attıkları sloganlara da yansıttılar.

Açılışını EMEP Ankara İl Başkanı Selma Gürkan’ın yaptığı kongre, Enternasyonal marşı’yla başladı. Ardından “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor; komünizm hayaleti” yazısıyla başlayan sinevizyon gösterimi eşliğinde Seslendirme Sanatçısı Meral Bekar ve Av. Ender Akan tarafından Marx ve Engels’in ‘Komünist Manifesto’sundan pasajlar okundu.
Katılanların ayakta alkışları ve “İşçi sınıfı partisiyle güçlüdür”, “Sermaye mezara, emek iktidara” sloganlarıyla kürsüye gelen EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel, “160 yıl sonra da Komünist Manifesto, işçi sınıfı ve ezilen halkların önünü aydınlatıyor” sözleriyle konuşmasına başladı. Tüzel, “Kapitalizm yıkılmadıkça insanlık huzura kavuşmayacak” dedi. ‘29 buhranı’ndan bu yana dünya çapında ilk defa böyle bir kriz yaşandığını, sadece Amerika ve Avrupa’nın değil Türkiye’nin de krizi daha çok konuşmaya başladığını belirten Tüzel, büyük sermayenin hükümetten kriz için yeni tedbir paketleri beklediğini ifade etti. Kapitalist sistemin bunalımlarının işçi sınıfı örgütleri, sosyalistler ve Marksistler için şaşırtıcı olmadığını kaydeden Tüzel, “Aslında uzun zamandan bu yana ‘geliyorum’ diyen kapitalist sistemin bu krizi, ülkemiz emekçileri ve dünya işçileri için de öğreticidir ve yeni arayışları, sorgulamaları beraberinde getirmiştir” diye konuştu. “Tarihin sonu” dedikleri kapitalist sistemin büyük bir sarsıntı yaşadığına, bu sarsıntının merkezinin sistemin de merkezi olan Amerika olduğuna dikkat çeken Tüzel, “kapitalist sistemin o plansız, aşırı üretim ve kâr hırsıyla kaçınılmaz bir şekilde bu bunalım ve krizle karşı karşıya kaldığını” söyledi. Şimdi büyük patronların, “bu yaraları nasıl kapatacaklarını” düşündüklerini belirten Tüzel, ama bu arada bütün dünya halklarını kitlesel işsizlik, açlık ve bunun yol açacağı kaosun beklediğini de vurguladı.

Krizin emperyalistler arasındaki çelişkileri artıracağını, yeni kutuplaşmaların kaçınılmaz olacağını dile getiren Tüzel, dünyanın birçok yerinde süren savaş ortamının başka bölgelere de kayacağını söyledi. Levent Tüzel, “Bildiğimiz bir şey de var ki, tarihten bize miras kalan, kapitalist sistem kendi kendine son bulmayacaktır. Kriz kapitalist sistemde yaralar açacaktır belki ama, eğer biz işçi sınıfı, ezilen halklar, dünya halkları, emekçi uluslar kendi geleceklerimiz için tarihi görevlerimizi yerine getirmezsek, kapitalizm durgunluğu atlatacak, yeniden yaralarını onaracak ve bir süre daha egemenliğini sürdürecektir” diye konuştu.
Böylesi tarihi bir dönemde toplanan EMEP’in 5. kongresinin Türkiye işçi sınıfının önündeki olanakları, görevleri ve mücadele dinamiklerini ele alacağını; partinin yeni bir döneme hiç gecikmeden, hızlı bir şekilde gireceğini bildiren Tüzel’in sözleri, “Sermaye mezara, emek iktidara” sloganı ile alkışlandı.

Emek safı oluşturacağız
Krizi kendileri için fırsata çevirmeye çalışan patronların kolları sıvadığını, AKP Hükümeti’nin 83 maddelik kriz paketinde de büyük patronlara imtiyazların gündemde olduğunu vurgulayan Tüzel’in sözleri, partililerin “Krizin yükü patronlara” sloganıyla kesildi. Giderek derinleşen krizin yol açtığı açlık ve işsizliğin yarattığı sosyal çöküntünün gazetelerin 3. sayfalarına yansıdığını belirterek cinnet, cinayet, taciz, tecavüz, kaçırma haberlerine dikkat çeken Tüzel, “Kriz vurgunculuğuna karşı güçlü bir birleşik mücadeleyi örmeliyiz. Bu saldırılara hayır diyenlerle büyük bir emek safı yaratmalıyız” diye konuştu. AKP’nin halktan süre istediğini, ancak o sürenin çoktan dolduğunu söyleyen Tüzel, şöyle devam etti: “Bu süreci seyretmeyeceğiz. İşçi sınıfının öncülüğünde bir mücadeleyi, emperyalist, kapitalist saldırılara, kriz vurguncularına karşı hızla örgütleyeceğiz. İşten atmalara, zamlara, ücretsiz izinlere, grev yasakçılığına, esnek çalıştırmaya, taşeronlaştırmaya, özelleştirmeye, vergi adaletsizliğine, işçi cinayetlerine, emek sömürüsüne hayır diyen bütün güçlerle büyük bir emek safı oluşturacağız” diye konuştu.
AKP’nin adalet, güvenlik, eğitim ve sağlıkta hamle yapmayı vaat ettiğini, ancak “halkın bu dört alanda da perperişan olduğunu” belirten Tüzel, “güvenlik ve emniyet” adı altında ha bire polisin yetkilerinin artırıldığını, AKP’nin kirli ilişkilerinin ve yolsuzluklarının Deniz Feneri, Şaban Dişli ve Dengir Fırat olaylarıyla iyice teşhir olduğunu söyledi.

Dış ilişkilerinde emperyalizm ile uyum içerisinde bir politika sürdüren AKP’nin Avrupa Birliği’ne uyum programının da boş bir hayal olduğunu ifade eden Tüzel, hükümetin başta Genelkurmay olmak üzere egemenlerle uyumuna dikkat çekti. Tüzel, “gerçekten ülkenin bağımsızlığı isteniyorsa, emperyalistlerle bağımlılık ilişkilerinin kopartılması, NATO üslerinin sökülüp atılması, ABD’yle ortaklığa son verilmesi” gerektiğini kaydetti.

İşçi-emekçi hareketi büyüyor
Metal ve diğer işkollarında son dönemde yapılan eylemlere dikkat çekerek saldırılara karşı işçi ve emekçi hareketinin yaygınlaştığını, sınıftan yana sendikacıların mücadeleci sendikacılık anlayışıyla yeni platformlar oluşturmaya başladıklarını belirten Levent Tüzel, bütün güçleriyle bu mücadeleyi birleştirmeye çalıştıklarını söyledi.

AKP’nin Ergenekon’u “demokrasi hamlesi”, “çetelerle mücadele” diye sunmasının büyük bir kandırmaca olduğunu dile getiren Tüzel, gerçek darbecilerin ve Kürt sorununda işlenen cinayetlerin saklandığını söyledi. Türkiye’nin hâlâ darbe anayasasıyla yönetildiğini hatırlatan Tüzel, CHP lideri Deniz Baykal’ın bu darbe anayasasının “değiştirilemez” hükümlerini nasıl savunduğuna; CHP’nin, Anayasa’nın gerici, baskıcı, inkarcı, tekçi anlayışına dört elle sarıldığına işaret etti.

Savaş neden devam ediyor?
Kürt sorununda inkarcı zihniyetin iktidarda olduğunu, toplumu bir virüs gibi sararak herkesi etkisi altına aldığını belirten Tüzel, Başbakan Erdoğan’ın “tek dil, tek bayrak, tek millet vardır, bunları kabul etmeyen başka ülkeye gitsin” sözlerini hatırlattı. Milli Savunma bakanı ve milletvekillerinin benzer söylemlerine de dikkat çeken Tüzel, herkesin “bu savaş hâlâ neden devam ediyor” diye sormasını istedi. Genelkurmay başkanının söylemlerine de atıfta bulunarak Diyarbakır’da kadın ve çocukların nasıl hedef alındıklarını anlatan Tüzel, bütün bunların “Kürt sorununu çözmeye niyetleri olmadığının” göstergeleri olduğunu vurguladı. Tüzel’in sözleri “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Biji bratiya gelan” sloganlarıyla karşılandı. Konuşmasında sık sık “halk iktidarı için demokratik birlik”, “ortak mücadele”, “birleşik bir halk hareketi yaratma” vurguları yapan Tüzel, çatı partisi çalışmalarına da değindi.

Levent Tüzel yeniden başkan
Abdullah Levent Tüzel 347 oyun tamamını alarak yeniden başkanlığa seçilirken Genel Yönetim Kurulu şu isimlerden oluştu: Abdullah Varlı, Ali Doğan, Aydın Çubukçu, Ender İmrek, Ercüment Akdeniz, Fatih Polat, Gürsoy Turan, Güven Gerçek, Hakkı Tali, Halil İmrek, Haydar Kaya, İhsan Çaralan, İlhan İlbay, İskender Bayhan, İsmet Dursun, Kamil Tekin Sürek, Levent Dokuyucu, Cavit Nacitarhan, M. Mustafa Yalçıner, Mazlum Sarısaltık, Mehmet Özer, Mehmet Türkmen, Metin İlgün, Mustafa Taşkale, Nedim Köroğlu, Nuray Sancar, Öznur Oğuz, Sabri Topçu, Satılmış Başkavak, Selma Gürkan, Seyit Aslan, Şengül Karadağ Bayhan, Şükrü Taş, Vedat İlbeyoğlu, Yakup Aslandoğan.
(EVRENSEL/ Ankara)

BİR YILDIZ DAHA KAYDI

AYKUT BAŞARAN VEFAT ETTİ

TSİP'in ilk MYK üyelerinden, 70'lerin gençlik hareketinin önderlerinden, ADYÖD öncü kadrolarından Aykut Başaran, Eskişehir'de hayatını kaybetti.

Yaşamının son anına kadar devrimci ve sosyalist hareketin başarısı için var gücüyle emek vermeyi sürdüren Aykut Başaran, uzun yıllar cezaevlerinde kalmıştı. TSİP ve TKP (B)'de, 12 Eylül sonrasında ise HEP'in kuruluşunda emeğini katan ve son olarak HEP GYK üyeliği yapan Aykut Başaran son günlerine kadar Eskişehir'deki devrimci gençlerle devamlı omuz omuzaydı.

BAŞBAKANI HUKUKU DELMEYİ TAVSİYE EDEN SİYASAL REJİMİ NE YAPMALI?

Tuhaf dünyanın en tuhaf memleketiyiz herhalde. Dünyanın başka herhangi bir ülkesinde kudretinden sual olunmaz yüce padişah mahkeme kararlarını arka kapıdan dolanmayı vatandaşına öğütler mi? Hiç zannetmem. Ne yapar, ya mahkeme kararından yana olur ve her açıklamasında kendi çıkardıkları yasalar doğrultusunda karar alan mahkemelerin arkasında durur, ya da mahkeme kararının kamu vicdanını yaraladığını düşünüyorsa o kararın dayanağı olan yasayı değiştirir.

Ama bizim malum başbakan öyle yapmaz. Sucuk satmaktan Youtube yasağını delmeye kadar her konuda sınırsız bir hayat bilgisi bulunan malum başbakan, bir taraftan en yasakçı kafaya sahip olduğunu yasalarıyla-yaptıklarıyla ortaya koyar, diğer taraftan yaptığı yasalardan dünyanın en ucube kararlarını çıkaran mahkeme kararlarını atlatmanın yolunu gösterir vatandaşa.

Bir tarafta dünyaya Youtube yasağıyla rezil olan bir Türkiye, diğer tarafta bu rezaletin bir parçasını dahi üzerine alınmayıp, yaramaz hacker çocuklar gibi vatandaşına öğüt veren malum başbakan.

Lafı çok uzatmaya gerek yok.


Ne kadar şanslıyız değil mi, bir tarafta Youtube yasağımız var, diğer taraftan Youtube'ye ulaşalım diye bizden fikrini esirgemeyen malum başbakanımız.

Kıskananlar çatlasın!


(BD)

BOĞAZIMIZDAN GEÇECEK HER LOKMAYA DEVLET GÖZ KOYMUŞ DURUMDA

SEN ÇOK YAŞA E Mİ AKP!

En temel ihtiyaçlarını karşılamak için bile insanlar en az iki kez düşünüyorlar.Çünkü vatandaşın boğazından geçecek her lokmaya devlet göz koymuş durumda.

Bugün 250 YTL'lik doğalgaz alınca dikkatimi ilk çeken şey, makbuzdaki 40 YTL'lik KDV oldu. Diğer vergilerle birlikte 250 YTL için ödediğim vergi miktarı 50 YTL'yi geçiyor. Ödediğimiz 100 YTL'lik doğalgaz faturasının 21 YTL'si doğrudan devlete vergi olarak gidiyor.

Ekonomik durgunluktan, krizden, talep azalmasından bahsedenler AKP'nin bu tür zulümlerinden bahsetmiyorlar.

Ücretliye, sabit gelirliye %2+2 veren AKP, sadece doğalgaza bunun 20 katından fazla zam koydu. Sahte enflasyon rakamlarına artık AKP'ye oy verenler bile inanmıyor.

IMF rotasında ekonomiyi yüzdüren AKP, yine rotayı IMF'ye teslim ediyor.

Yine ücretlinin, sabit gelirlinin aşına göz koyacak IMF programının bir an önce hayata geçirilmesi için sermaye kesimi elini oğuşturuyor.

Malum başbakan ise halkı kandırmak için, yandaş medyasında manşet olmak için gerçeğe dayanmayan beyanatlarla kabadayılığını sürdürüyor.

İhale vb. yöntemlerle ceplerini dolduranlar son derece memnun.

Kısacası yandaşa bedava kömür, bana zulüm.


Sen çok yaşa emi AKP!

En temel ihtiyaçlarını karşılamak için bile insanlar en az iki kez düşünüyorlar.Çünkü vatandaşın boğazından geçecek her lokmaya devlet göz koymuş durumda.ABD'de vatandaş harcasın diye çekler gönderilirken, Türkiye'de krizi aşmak için AKP'nin bindiği tek yol halkın sırtına binmek.Üstelik yanına IMF'yi alarak, vatandaşın yükü artsın diye.

Sen çok yaşa emi AKP!

(BD)

İTALYA'DA SOSYAL KRİZ DERİNLEŞİYOR

Motorola İtalya’da 400 mühendisi işten çıkarıyor. Genel Grev işaretleri...

Torino İtalya’da ekonomik krizin merkez üssü oldu. Kitlesel işten çıkarmalar karşısında endüstri sektörü içileri 21 Kasım’da genel greve gidiyor.

Motorola Torino’daki fabrikasını kapatacağını ve 400 personeli işten çıkaracağını açıkladı. Motorola’da işten çıkarmaların 370’i şirketin Torino’daki araştırma merkezinde görevli mühendisleri kapsarken, geri kalanların Roma ve Torino’daki Motorola personeli olduğu belirtildi.

Piemonte bölgesinin endüstri başkenti Torino’da, Fiat’ta da durum pek parlak değil. Mira Fiori’deki fabrikasının kapılarını 16 Kasım itibariyle 3500 işçiye kapatan Fiat, şimdilik işten çıkarmalara başlamasa da, işçilerine Ocak ayına kadar ücretsiz izin verdi.

Torino’nun ekonomik krizin merkez üssü olduğu, halkın şu aşamada krizden başka şehirlerde yaşayanlara oranla daha olumsuz etkilendiğine dikkat çekilerek, 21 Kasım’da endüstri çalışanlarının genel greve gideceği duyuruldu.

Motorola İtalya’dan yapılan açıklamada 75 gün sürecek işten çıkarma prosedüründe ortak bir yöntem izlenecek. Motorola’nın Torino’daki araştırma merkezinde öngörülen personel kesintisinin en çok genç mühendisler ve teknikerleri etkileyeceği belirtildi.

Torino Belediye Başkanı Sergio Chiamparino gelişmeleri tedirginlikle izlediğini dile getirerek çoluk çocuk sahibi ve sözleşmesiz çalıştırılan yüzlerce mühendisin, tazminatları dahi ödenmeden işten çıkarılmasının vahim bir tablo çizdiğini söyledi.

Chiamparino ayrıca Motorola’nın Torino halkını aldattığına dikkat çekerek, “Motorola AB fonlarından kredi aldı, şimdi bir günde ABD’deki merkezde alınan bir kararla Torino’daki fabrikasını kapatıyor” diyerek tepkisini dile getirdi.

Motorola’nın araştırma merkezinde dokuz yıldan bu yana çalışan mühendisler ise Rai 3 haber bülteninde kendileriyle yapılan söyleşide “Her şey bitti” demekle yetindiler.

2009 Ocak ayından itibaren krizin etkilerinin daha belirgin biçimde yaşanacağına dikkat çekilirken, sendikalar büyük bir çığın gelmekte olduğunu vurgulayarak, Berlusconi hükümetini gerekli önlemleri almamakla eleştirdiler. (AK/Milano)

23 Kasım 2008 Pazar

BATAN İSKELE NEYİ ANLATIYOR? 3

AKP HÜKÜMETİNİN SKANDALLAR ZİNCİRİ

Karaköy iskelesinin bir şans eseri onlarca can kaybına yol açmaksızın batması, lodos fırtınasına atfedilecek "doğal afet" cinsinden bir kaza mı, yoksa son on yılda yaşanan ve AKP hükümetleri döneminde hızlanan bir dizi toplumsal afetin yeni ve simgesel bir örneği mi?

Kapitalizmin insan hayatını ve toplumsal değerleri hiçe sayan, maliyet hesaplarını ve kazanç hırsını öne çıkaran ufku, doğal veya teknolojik riskleri birer toplumsal afete dönüştürüyor. ABD ve Küba'da her yıl yaşanan tayfun felaketlerinin yol açtığı birbirinden çok farklı sonuçlar, bunu açıkça gösteriyor.

Türkiye kapitalizmi bunun istisnası değil, hatta kapitalist aşırılığın pilot uygulama alanı olarak başlı başına çarpıcı bir örneği.

Yakın tarihin Marmara ve Düzce depremlerinin yol açtığı devasa yıkım ve onbinlerce can kaybı, kapitalist konut, inşaat ve kentleşme politikalarının feci sonucu olarak hala belleklerimizde. AKP hükümetleri döneminde yaşanan bir dizi kaza ve olaylar zinciri ise kazanç hırsıyla gözü kararan kapitalist zihniyet ve ufkun başımıza hangi felaketleri getirebileceğini gözümüzün içine sokuyor.

Hızlandırılmış tren kazalarının, bakımı aksatılan demiryollarında gerçekleşen tren kazalarının, altyapısı tamamlanmadan hizmete sokulan duble yollarda meydana gelen karayolu kazalarının, denetimsiz patlayıcı madde imalat yerlerinde oluşan kazaların, Tuzla tersaneleri başta olmak üzere işyerlerinde her gün can alan iş kazalarının ve kayda bile geçmeyen meslek hastalıklarının, taşeronlaştırılmış ve kazanç öncelikli havayolu hizmetlerinin yol açtığı uçak kazalarının, özelleştirilmiş sağlık hizmetleri zemininde hastanelerde yaşanan toplu bebek ölümlerinin ve anne ölümlerinin, Marmara denizinde vuku bulan gemi ve deniz otobüsü kazalarının haberleri yakın yılların gazete arşivlerini dolduruyor.

Bütün bu kaza ve facia haberlerinin son yıllarda yoğunlaşması ve zincirleme birbirini izlemesi bir tesadüf olabilir mi?

Başımızda felaket bulutları dolaşıyor. Belki de yaklaşan bir başka felaketin, toplum olarak varlığımızın tehlikeye gireceği bir sosyal krizin uğursuz işaretleri bu kara haberler...

Sulara gömülen Karaköy iskelesi, belki de bizi AKP hükümetinin ve temsil ettiği emperyalist sermaye zihniyetinin bir an önce devrilmesi için seferber olmaya ve harekete geçmeye son bir davet...

Suskunluğumuzun ve hareketsizliğimizin devam etmesi halinde geleceğimizin karanlıklara gömüleceğine dair bir işaret!

BATAN İSKELE NEYİ ANLATIYOR? 2

İDO'nun dökük geçmişi

İDO son aylarda birkaç kez kaza haberleriyle gündeme geldi. Maddi hasarın dışında çok sayıda yolcunun da hafif yaralandığı kazalardan sonra dün yaşanan hepsinin ötesinde bir ihmalkarlığı temsil ediyor. İDO Genel Müdürü ise “neyse ki ölen ya da yaralanan yok” dedi. Bir de o olsaydı!

soL (HABER MERKEZİ) İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı bir şirket olarak 1987’de kurulan ve sonradan İDO adını alan “kamu şirketi”, deniz otobüsü taşımacılığı yapmak üzere faaliyete başlamıştı. Bir çok önemli “eser” gibi İstanbul’a Bedreddin Dalan’ın mirası olan ve 2 deniz otobüsüyle hizmete başlayan İDO, 2005 yılında Türkiye Şehir Hatları işletmesini alarak İstanbul boğazında yolcu taşımacılığının tekeli oldu. Özelleştirme Yüksek Kurulu ile Büyükşehir Belediyesi’nin imzaladığı protokolle gerçekleşen ilginç devir, o dönem ciddi eleştirilere hedef olmuştu.

Deniz ulaşımından kamunun tedrici olarak tasfiyesi anlamına gelen hamle, Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın görevinin hemen başlarında gerçekleştirdiği bir projeydi. Ve Topbaş projeyi canhıraş bir biçimde savunmuştu. Çabanın gerekçesi ortadaki devasa pastadan kaynaklanıyordu elbette. İDO’nun, Şehir Hatları’nı almadan önce 60 milyon YTL olan cirosu, 350 milyon YTL’ye çıkıyordu hemen 2 yıl içinde. Rakamın bu sene 480 milyon YTL olarak gerçekleşmesi bekleniyor. Topbaş öncesi 23 deniz otobüsü ve 4 feribotluk filo, şimdi 25 deniz otobüsü, 8 feribot, 18 arabalı vapur, 32 şehir hatları vapuru ve bir yolcu gemisi ile dünyanın en büyük yolcu deniz taşımacılık şirketi.

Bu dev “balık” hakkında konuşmayı pek seven Kadir Topbaş, nedense kazadan sonra ortadan yok oldu. Belediye Başkanı yerine İDO Genel Müdürü’nü izledik konu hakkında demeç verirken sürekli. Gerçi Genel Müdür Ahmet Paksoy da Kadir Topbaş’ın prensi bir yerde. Göreve getirilmesiyle birlikte, İDO’nun şirketleşmesi onun eseri.

Şirketleşmenin toplam kalite yönetimi ve müşteri memnuniyetine dayandığını söyleyen prens son kazanın da sebebi olarak gösterilen tersane kapama, personel azaltma ya da İstanbul Boğazı’nın özellikleriyle uyumsuz, niteliksiz vapur ve deniz otobüsü hizmetlerinden bahsetmiyor elbette. 168 yıllık Şirketi Hayriye ve tarihi onun da öncesine dayanan tersanelerle deniz kültürünün yerine bir acayip kültür yerleştirmeyi kendine hedef seçen Genel Müdür; aynı zamanda yürütücüsü olduğu tasfiye ile deniz yolcu taşımacılığını Singapur, Hong Kong ya da Norveç gibi ülkelere bağımlı hale getirmeyi de başarmış durumda.

BATAN İSKELE NEYİ ANLATIYOR? 1


KARAKÖY İSKELESİNİN BATIŞI SORU İŞARETLERİ YARATTI

İDO, vapur ne kelime, iskele batırmayı başardı! Olay öncesinde, “Denizi Kullanın” kampanyası hazırladığını açıklayan şirkete, Gemi Mühendisleri Odası Başkanı Timur soruyor: “Size nasıl güvenelim de kullanalım?”

soL (HABER MERKEZİ) İstanbul’un tek yüzen iskelesi olan Karaköy İskelesi'nin cuma gecesi "boğulmasının" görüntüleri, izleyenleri hayrete düşürdü. 81 metre uzunluğundaki devasa iskelenin batışı, sadece görenleri değil, uzmanları da şaşırttı. Dünyada batan bir iskelenin şimdiye kadar görülmediği söyleniyor. Durumun vahameti, tasarım sorunu olmadığı belirtilen kazanın, İDO’nun “başarılı” yenileme çalışmaları sayesinde meydana gelmiş olma ihtimali sebebiyle artıyor.

1930’lardan beri Karaköy’de yüzer iskeleler kullanılıyor. 1958 yılında da bunlardan biri batmış, ancak o dönem zaten kullanım dışı olan iskele, defalarca yenilenmiş. Cuma gecesi batan iskele ise 1984 yılında üretilerek Karaköy sahilinde dubalar üzerine oturtulmuş. Kaynaklara bakılırsa, iskele, 9 duba üzerinde duracak şekilde tasarlanmış ilk halinde.

Ancak, İDO Genel Müdürü’nün ağzından, 16 su tankından birinin hasar görmesi sonucu battığını öğreniyoruz iskelenin. Yani, tasarım sonrası su tankı eki yapılmış. Genel Müdür Ahmet Paksoy’un “bakımı yapılmıştı” dediği su tanklarının sayısının artırılma gerekçesi, yolcu ve yönetim bölümlerinin tasarlanandan daha ağır hale gelmiş olması. Yenilemesi yapılan iskeleyi “zevk” ürünü mermer bloklarla kaplayan İDO, henüz bu konuda bir yorumda bulunmuş değil. Şiddetli lodos nedeniyle su tanklarının zarar görerek iskelenin battığını açıklayan Paksoy, ayrıntılı sebeplerin Kaza Tetkik Kurulu’nun incelemesinden sonra anlaşılabileceğini söylüyor.

Olay hakkında görüş aldığımız TMMOB Gemi Mühendisleri Odası Başkanı Tansel Timur, gerekçenin şiddetli lodos olamayacağının altını çiziyor. Böyle bir kazaya dünya literatüründe rastlamadığını belirten Timur, iskelenin su tankları bölümünde bir tasarım hatası olmadığını ve bu sebeple dengesizlik oluşup su almış olamayacağını vurguluyor. Modüler olarak yapılan ve dönem dönem karaya çekilip bakıma alınması gereken tanklara üst yapının “ağırlaşması” sonrası ek yapıldığını ve bunun bakımı zorlaştırdığını söyeyen Timur, kazanın mümkün olan tek gerekçesinin de bakımın gerektiği gibi yapılamaması olabileceğini ekliyor.
Bakım yapılmamasını iki noktaya bağlıyor Tansel Timur: “Gemilerin bakımları uluslararası kurallardan kaynaklanan ulusal mevzuatla tanımlıdır. Ancak, iskele ve deniz yapıları, söz konusu şirketlerin uygulama insafına kalmıştır. Bu iskeleyi havuzlayacak, bakımını yapacak olan İDO’ya ait Haliç tersanesinde ise şu an toplam 35 personel çalışıyor. Tersane, kentsel dönüşüm planları kapsamında kapatılıp rant alanı haline getirilmeye niyetlenildiği için çalışamaz durumda.”


İskelenin batışını görenlerin olayı aktarımları ve yorumları da oldukça ilginç.

Karaköy İskelesi'nin yanındaki balık lokantasında çalışan Ertan, iskelenin aynı gün tamir edilmeye çalışıldığını ifade ediyor. İskelenin üzerinde durduğu dubanın, tamir ettikleri taraftan batmaya başladığını söyleyen Ertan, zaten bir yıldır yavaş yavaş battığını savunuyor. İDO'nun işletmesindeki iskelenin sadece içine ve görünüşüne bakım yapıldığını, ancak, iskelenin altyapısına özen gösterilmediğini söyleyen Ertan, iskelenin lodosla alakalı olarak batmadığını, bundan daha şiddetli fırtınalar atlattığını söyledi. Ertan, iskelenin ihmalkarlık kurbanı olduğu görüşünde.

Yine bir balık lokantası çalışanı Cenk de, iskelenin tadilattan geçmesine rağmen battığını ifade ederek, İDO'nun sorumsuz davrandığını düşünüyor. İskelenin batışı sırasında itfaiyeye kendilerinin haber verdiğini söyleyen Cenk, olaydan İDO'yu sorumlu tutuyor.

Aynı lokantada çalışan Hüseyin, iskelenin beş saat içinde insanların bakışları arasında battığını söyleyerek, sadece su motorlarıyla suyu dubadan tahliye etmeye çalıştıklarını, bunun da yetersiz kaldığını söylüyor. Hüseyin iskelenin batışını Türkiye'ye benzettiğini de sözlerine ekliyor. Halkın, "ülkenin batışına" iskelenin batışına çaresizlik içinde baktıkları gibi bakmamalarını umduğunu ifade ederek.

EMEP Kongresi

Emek Partisi 5. Olağan Kongresi’ni yarın topluyor.

Emek Partisi 5. Olağan Kongresi’ni yarın topluyor. “Halk İktidarı için Demokratik Birlik” şiarıyla düzenlenecek olan kongre, Balgat’ta bulunan Anadolu Gösteri ve Kongre Merkezi’nde (ANATOLİA) saat 10.00’da başlayacak.

EMEP’ten yapılan açıklamada, “İşe, ekmeğe, özgürlüğe, barışa ve demokrasiye en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde, ‘Halk İktidarı için Demokratik Birlik’ çağrısıyla toplanan 5. Genel Kongremize tüm emekçi halkımız davetlidir” denildi.

22 Kasım 2008 Cumartesi

KRİZİN FATURASINI ÖDEMEYECEĞİZ

İSTANBUL SEFAKÖY'DE ZAMLARIN GERİ ÇEKİLMESİ İSTEMİYLE BASIN AÇIKLAMASI YAPILACAK

Pervasızca halk düşmanlığına devam eden AKP'ye karşı sol muhalefet birleşerek sokağa çıkıyor.

Bir taraftan yoksullara zamları reva gören AKP, diğer taraftan işsizlik fonundan patronlara para aktarmayı gündeme getiriyor ya da yine zenginlere aktarmak için IMF'den kredi almaya çalışıyor. 2009 daha kötü olacak diyen AKP, krizin faturasını yoksullara, işçi sınıfına ödetmeye kararlı gözüküyor.

Şimdi kararlılık ilanında bulunmanın zamanıdır diyen sol muhalefet "KRİZİN FATURASINI ÖDEMEYECEĞİZ" demek için ZAMLARIN GERİ ÇEKİLMESİ talebiyle halkı doğalgaz ve elektrik faturalarıyla Küçükçekmece'de bir araya gelmeye çağırıyor.

Bu amaçla yapılacak basın açıklaması, TKP, EMEP, Halkevleri, ÖDP ve SHP'nin çağrısıyla 22 Kasım Cumartesi saat 16:00'da Merkez Cad. Kirazlı Sok. Sefaköy'de Gümüşçüler Çarşısı'nda yapılacak.

ÇİFTÇİYE TOHUM TUZAĞI

TOHUMCULUKTA YABANCI TEKELLERE BAĞIMLILIK GELİYOR

Yabancı tarım tekellerine tohumculuk alanında çıkarılan kanunlarla tanınacak tekel hakkı nedeniyle yerli tohumlarımız büyük bir tehlike altına girdi. Tohumculuk Yasas ile tüketicinin, köylünün, çiftçinin aleyhine sonuçlar doğuracak. Sağlığımız bile bozulacak. Nasıl mı?

Gözlem Gazetesinden Serkan Aksüyek'in Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır'ın görüşlerini de aldığı haberi şöyle:


Türk çiftçisine tohumda kurulan tuzak sadece Tohumculuk Kanunu ile sınırlı değil. 3 binden fazla 'endemik/ kendine has' bitki türünü barındıran Anadolu toprakları 2004′te yasalaşan 'Islahçı Hakları Kanunu' ile birlikte, devlet eliyle, uluslararası tohumculuk şirketlerinin pazarı olacak. Kilerine tohumluk ayıran çiftçi Hasan Ağa, 2011′den itibaren bunu pazarda satamayacak. Aksi halde başı uluslararası tohumculuk şirketleri ile belaya girecek. Tohumculuk Kanunu, kabul edildiği 2006 yılında pek çok tartışmanın odağındaydı. Karşı çıkışların temelini, ağırlıklı olarak özel sektör kuruluşlarından oluşan 'Türkiye Tohumcular Birliği' oluşturuyordu. Oysa, bu kanunu tek başına ele alıp eleştirmek, yine tohumculuk şirketlerinin ekmeğine yağ sürüyordu.

Türkiye'nin tohumculukta adeta teslim alınmasını amaçlayan süreç 8.1.2004 tarihinde yasalaşan 5042 sayılı Islahçı Haklarının Korunması Kanunu ile başladı. Birbirini tamamlayan bu iki kanun, önce tohum ıslahı yapan şirketlerin haklarını düzenledi, daha sonra devlet eliyle ıslahçı şirketlere pazar yaratılmasının güvencesini sağladı. 5 yıllık geçiş süresinin sonunda halk ve çiftçiler, bu gerçeği çok daha acı deneyimlerle yaşayacak. Şimdi sondan başa giderek nasıl bir kumpas içine sokulduğumuzu aktaralım.

Kayıt zorunluluğu 31.10.2006 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan 5553 sayılı 'Tohumculuk Kanunu'nun 5. maddesinde: 'Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir' deniyor. Aynı yasanın 7. maddesinde ise: 'Yurtiçinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir' hükmü ile kayıt altına alınmamış, ama çiftçinin yüzlerce yıldır ürettiği ve ticaretini yaptığı tohumların ticaretine kesin bir engel konuyor. Peki, bu sınırlama ne zamandan itibaren geçerli? Yasanın geçici 1. maddesinde bu sınırlamaya ilişkin 5 yıllık bir geçiş süreci öngörülmüş. Bu durumda, 31.10.2011 tarihinden itibaren, hemen her çiftçinin yüzyıllardır ürettiği ve kilerinde gelecek dönemi için sakladığı tohumluklar, şayet kayıt altına alınmamışsa ticarete konu olamayacak. Yani, elinde fazla tohumu olan çiftçi Hasan Ağa bu tohumunu komşusuna veya pazarda ihtiyacı olan diğer çiftçilere satamayacak.

Ya satarsa ne olacak? Aynı yasanın 12. maddesine göre ilk etapta 10 bin YTL (10 milyar TL) idare para cezasına çarptırılacak. Fiilin tekrarı halinde beş yıl süreyle faaliyetten men edilecek, tohumluklara Bakanlık tarafından el konulacak. Müsadere edilen tohumlukların imha edilmesine karar verildiği takdirde, imha masrafları çiftçi tarafından ödenmek şartıyla Bakanlık tarafından gerçekleştirilecek. Zaten yokluklar içinde yaşamını sürdüren çiftçi, borcunu ödeyemezse haciz işlemi uygulanacak, yine ödememekte direnirse mapushane damını görecek.

O 'birisi' kim? Atadan, dededen, babadan kalma yöntemlerle üretilen tohum, kayıt altına alınmamışsa ticareti yapılamayacağı gibi, tohumluk olarak kullanımına da izin verilmeyecek. Çiftçinin bu ihtiyacını, üreten birisinden satın alması gerekecek. İşte bütün mesele o 'birisi'nin kim olacağı noktasında düğümleniyor. Haberimizi buraya kadar okuyanların 'İyi de kardeşim ne var bunda, çiftçi gitsin tohumunu tescil ettirsin, ticaretini de yapsın' dediklerini duyar gibiyiz. İş bununla bitmiyor… Tohumculuk Kanunu'nun altyapısını oluşturan bir başka kanun, adeta bu iş için özel olarak hazırlanmış. 8.1.2004 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5042 sayılı 'Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahatçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun' işte tam bu aşamada devreye giriyor.

Türkiye'de tohum ıslahı yapan şirketlerin yaklaşık yüzde 90′ı uluslararası şirketler. Dünya tohumculuğunu 6 büyük tekel elinde bulunduruyor. Bunlar Novartis, Monsanto, Cargill, Dupont, ADN ve Bayer. Bu firmaların Türkiye'deki tohumculuk firmalarıyla hisse bazında ya da bayilik yoluyla kurdukları ortaklıkları bulunuyor. 5042 sayılı yasaya göre bu firmalar Türk çiftçisinin tohumlarını alıp, patent ve fikri mülkiyet haklarına sahip olacaklar. Şirketlerin hakları ise yine bu yasayla güvence altına alınmış olacak. Yani, önce Tohumculuk Yasası ile çiftçiye 'Arkadaş sen bu tohumluğunu kullanamazsın' denecek, sonra da o tohumları tescil ettiren şirketlere 'devlet eliyle' pazar yaratılacak. Şaka gibi değil mi? Türkiye'nin bugün özellikle sebze tohumlarında yüzde 90 oranında yabancı şirketlere bağımlı olduğunu da anımsatmak gerekiyor.

Hakem Heyeti ne iş yapacak? Bu noktada sorunun bir başka muhatabı ise Tohumculuk Kanunu ile kurulma kararı verilen Türkiye Tohumcular Birliği olacak. Yasanın 16. maddesinde birliğin kuruluş çalışmalarına ilişkin kapsamlı hükümler yer alıyor. Birlik, bitki ıslahçıları, tohum sanayicileri ve üreticileri, fide üreticileri, fidan üreticileri, tohum yetiştiricileri gibi pek çok alt birliğin çatı kuruluşu olarak örgütleniyor. Buraya kadar da her şey normal görünüyor. Sorun, birliğin bünyesinde kuruluş şeması verilen Hakem Kurulu ile ilgili… Alt birliklerin kendi üyeleri arasından iki yıl için seçecekleri, konunun uzmanı kişiler tarafından kurulan Hakem Heyeti'nin görevleri arasında 'yargılama' anlamına da gelecek 'örtülü ve içi doldurulmamış' cümleler bulunuyor.

İşte görev tanımından iki dikkat çeken örnek (Madde 33):
* Birlik ve alt birlikler, alt birlikler ve üyeleri ile alt birlik üyeleri ve üçüncü kişiler arasında ortaya çıkacak ihtilafları uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlik yoluyla çözmek.
* Birliğin uluslar arası uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlikle ilgili yükümlülükleri çerçevesindeki görevlerini yürütmek.


Birliğin üyeleri arasında ağırlığı ise yabancı şirketler oluşturacak. Kısacası Türkiye, başka devletlerin 'uzay araştırmaları ile bir tutma' derecesinde önem verdiği bu sektörü, yabancı şirketlerin ağırlığındaki 'Tohumcular Birliği'nin insafına ve tasarrufuna teslim etmiş durumda.

VE İŞTE GÖRÜNMEYEN KONUŞULMAYAN TEHLİKE: UPOV

Türkiye'nin tohumculukta sıkıştırıldığı kumpas, sadece Tohumculuk Yasası ve Islahatçı Haklarının Korunması Yasası ile sınırlı değil. Kısa adı UPOV olan 'Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği'ne (International Union for the Protection of New Varieties) 18 Kasım 2007′de, 65 nci ülke olarak üye olan Türkiye, bu sözleşme hükümleri uyarınca zengin biyoçeşitliliğini yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalacak.

Başbakanlığın resmi web sayfasında UPOV'a Türkiye'nin yaptığı başvurunun gerekçesinde; 'Bitki ıslahçılarının haklarını koruma altına alarak Türkiye'nin yeni tohum geliştirmek için yatırımları çekeceği' belirtiliyor. Buna acaba, 'sanılıyor' desek daha mı doğru? Bakalım gerçek söylendiği gibi mi?

UPOV'un Uluslararası Patent Birliği'nin tohumculuk sektöründeki karşılığı olduğuna dikkat çeken Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, bu noktada insanın kanını donduran açıklamalar yapıyor. İki yasal düzenleme sonunda UPOV'a üye olarak yabancı şirketlerin Türkiye'yi tamamıyla ele geçirmesinin kapısını açtığı savunan Prof. Sındır şunları söylüyor: 'İşin özü şu: Mesela Anadolu'da pek çok buğday çeşidimiz var. İç Anadolu'ya, Ege'ye, Karadeniz'e, Çukurova'ya özgü iklim şartlarına göre farklılık gösteriyor. Bunlar on binlerce yıldır bölgesel ve ekolojik farklılıklar nedeniyle çeşitlenmiş. UPOV üyeliği ile uluslararası tohum şirketlerinin hakları yasal koruma altına alınacak; tohumluk üretimi, satışı ve dağıtımı da korunacak. Çiftçiye 'sen kendi tohumunu yapamazsın' denilecek. Öncelikle zengin biyoçeşitlilik yok olacak. Zararlılara, hastalıklara karşı dayanıklı olan çeşitleri üretemez olunca, bu şirketlerin tohumlarını satın almak zorunda kalacak. Dayatılan bu tohumlar, büyük olasılıkla o yörenin ekolojisine uyum sağlamayacak. Dayanımı artırmak için bu kez ilaç ve gübreye ihtiyaç duyulacak. Ekolojiye uygun olmadığı için verim ve ürün kayıpları yaşanacak.'

Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, Türkiye'de basın organlarının sadece Tohum Yasası'nı eleştirme yanlışına düştüğünü, olayın bütünün görmeden yapılacak yorumların yine yabancı tohum şirketlerine yarayacağını belirtti. Türkiye'nin yerel tohum şirketlerini koruma altına almadan ve genetik kodlarını tescillemeden UPOV'a üye olmasının büyük bir hata olduğunu söyleyen Sındır, kendisinin bir akademisyen olarak tohuma patent alınmasına karşı olduğunu söyledi: 'Bir canlı organizma üzerinde fikri mülkiyet hakkı olamaz. Yani sizin bir Alman kurdunuz var, doğum yapıyor. Ben bunu tescilledim, artık her Alman kurdu sahibi doğum yaptırırken bana soracak diyorsunuz. Doğanın mülkiyeti bu. Senin şahsi mülkiyetin olamaz. Ben kuraklığa dayanıklı bir çeşit geliştiririm. Yeni ıslah çalışmaları elbette yapabilirim. Ve çiftçiye 'Bu güzel bir tohumdur, şöyle kalitelidir, besin değeri şöyle yüksektir, fiyatı şudur' derim. Çiftçi Hasan Ağa bunu ister alır, ister almaz. Ama, al bunu kullanmak zorundasın diyemem. Çiftçinin ürettiği tohumun üzerine gidip 'ben bunu ıslah ettim, genetik kodu artık benimdir, bunu kullanacaksın diyemezsiniz.'

Sındır, Uluslararası Gıda Örgütü'nün (FAO) resmi kayıtlarına göre; 1970′ten sonra biyoçeşitlilikte yüzde 75′lik kayıp yaşanmasının, söylediklerinin kanıtı olduğuna dikkat çekti.

UPOV ÜYELİĞİ SONRASINDA NELER YAŞAYACAĞIZ?

UPOV üyeliği ile Türkiye'nin genetik çeşitliliği yağmalanacak, yerel çeşitler hızla yok olma sürecine girecek.Tarım ilacı ve gübre kullanımına dayalı bir tarım sistemi olan endüstriyel tarım yaygınlaşacak. Bu durum toprakların, suların, ürünlerin kirlenmesi sonucunu doğuracak. Küresel ısınmayı hızlandıracak.Köylüler tohumlara daha yüksek fiyat ödeyecek.Taşımaya daha elverişli tatsız ve besin değeri düşük sebze, meyveler yüzünden hipermarket zincirlerinin ürün üzerindeki hâkimiyetleri artacak. Ürün çiftçinin elinden daha ucuza alınacak. Bütün bu gelişmeler köylünün yoksullaşması ve kırlardan göç ederek kentlere yığılmasını hızlandıracak.Lezzetsiz ve besin değeri düşük ürünleri tüketecek olan tüketicilerin sağlıkları bozulmaya devam edecek.

TEKELLERİ KORUYAN YASA JET HIZINDA, ÇİFTÇİYİ KORUYAN SÜMEN ALTINDA

Tohumculuk sektörünü uluslararası tekellerin eline bırakacak yasal altyapı, maşallah dedirtecek hızda ve içerikte Meclis'ten geçirilirken, Türkiye'nin asıl zengin bitki çeşitliliğini koruması gereken yasal altyapı, yani 'Biyogüvenlik Yasası' yıllardır Meclis gündemine gelmeyi bekliyor. Bugün tüm Avrupa'da yaklaşık 11 bin 500 bitki türü bulunuyor. Oysa sadece Anadolu coğrafyasında 11 bin bitki türü yer alıyor ve bunun da yaklaşık 3000-3500′ünü endemik, yani anavatanı Anadolu olan ve buradan başka bir yerde görülmeyen türler teşkil ediyor. İşte bu zenginliğin, gelişmiş tüm ülkelerde olduğu gibi koruma altına alınması ancak Biyogüvenlik Yasası ile mümkün.

Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) İzmir Şubesi Başkanı Kamil Okyay Sındır, Türkiye'de bitki genlerinin korunmasını yasal şartlara bağlayacak olan yasanın 4 yıldır tasarı halinde bekletildiğini anımsatarak şunları söyledi: 'Tohumculuk Kanunu'nun AB Uyum Paketi içinde yer aldığı ve öncelikle çıkartılması gereken yasalardan biri olduğu söylendiyse de, AB ile yapılan müzakerelerin hiçbirinde böylesi bir yasanın çıkarılması yönünde talep yoktu. Sektörün tek egemen kesimi olan uluslararası şirketler, bu topraklarda yüzyıllardır, doğanın ve insan emeğinin oluşturduğu tohumları patentlemeye çalışıyorlar.' Türk çiftçisinin binlerce yıldan gelen bilgi birikimiyle ıslah ettikleri tohumlukların üzerindeki haklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu savunan Sındır, böylelikle temel üretim girdilerini her yıl bir önceki yıldan daha zor temin etmeye başlayacakları uyarısını yaptı.

18 Kasım 2008 Salı

TKP YEREL SEÇİMLERDE GERÇEK BİR SOL BİRLİK İÇİN ÇALIŞACAK

Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi, 15 Kasım Cumartesi günü İstanbul'da toplandı.

Dünyada ve Türkiye'de yaşanmakta olan ekonomik krizin değerlendirildiği ve AKP hükümetine karşı verilen mücadelenin gözden geçirildiği toplantıda partinin yaklaşmakta olan yerel seçimlerde izleyeceği politikanın ana hatları da belirlendi.


Buna göre TKP bütün illerde İl Genel Meclisi seçimlerine kendi ad ve adaylarıyla katılacak. Belediye başkanlıkları ve belediye meclisi üyeliği seçimlerinde ise solun ortak adaylarının çıkarılması ve bu adayların seçilmesi için her tür olanağın değerlendirilmesi gerektiğine işaret eden TKP Merkez Komitesi, CHP'nin solculukla ilgisi olmayan adaylarının "solun ortak adayı" olarak sunulmasına izin verilmemesi gerektiği görüşünde. TKP, AKP'nin temsil ettiği gerici, piyasacı, işbirlikçi zihniyetin karşısına solun emekten yana, kamucu, anti-emperyalist ve aydınlanmacı bir kimlik ve programla çıkması için hazırlıklarını sürdürecek.

TKP Merkez Komitesi, bütün yurtsever ve devrimci güçleri bu doğrultuda birlikte hareket etmeye de çağırdı.

13 Kasım 2008 Perşembe

LİMANLAR KAMULAŞTIRILMALIDIR!


Türk-İş’e bağlı Liman-İş Sendikası tarafından yapılan açıklamada, limanların özelleştirilmesinin ülke bütçesini zarara uğrattığı belirtilirken, limanların kamulaştırılması gerektiğinin altı çizildi.

soL (HABER MERKEZİ) Liman-İş Sendikası Genel Başkanı Muzaffer Akpunar, sendika genel merkezinde dün düzenlediği basın toplantısında, liman özelleştirmelerinin sosyal ve ekonomik sonuçlarını değerlendirdi. Özel sektörün işlettiği liman ve iskelelerde sigortasız işçi çalıştırma, vergi ve benzeri hukuksal yükümlülüklerin yerine getirilmemesi gibi bir dizi olumsuzluk yaşandığı belirtilirken, limanların özelleştirilmesiyle bu tür uygulamalar için yeni alanlar açıldığı vurgulandı. Zarar 725 milyon dolar Kamusal bir anlayışla, ülke ve toplum yararına işletilen TCDD limanlarının elden çıkarılmasının çok ağır sonuçlar vereceğini belirten Akpunar, “özelleştirmeler ülke bütçesine gelir sağlamamakta, aksine ülke bütçesini zarara uğratmaktadır” dedi.

Akpunar, açıklamasında şunları dile getirdi: Türkiye Denizcilik İşletmesi’ne bağlı limanların özelleştirilmesinden dolayı oluşan toplam zarar 725 milyon dolardır ve bu rakam büyümektedir. TCDD’ye bağlı diğer limanların da özelleştirilmesi durumunda, kamunun zararı milyar dolarlara ulaşacaktır. IMF ile yeni bir anlaşma yapmak ve yeni bir borç yükü altına girmek yerine, kamu limanlarına gerekli yatırımların yapılması, personel eksikliğinin giderilmesi, limanların verimli bir biçimde işletilmesi ve limanlardan ülke bütçesine ciddi katkılar sağlanması, ülke ve toplum çıkarları açısından çok daha akılcıdır. Kamunun sektördeki payının daha da azaltılması durumunda, rekabet artmayacaktır. Aksine limancılık alanında, özel sektör tekeli oluşacak ve limancılık hizmetlerinin fiyatı kaçınılmaz olarak artacaktır. Kazanılmış haklar tasfiye ediliyor Özelleştirme süreciyle birlikte, liman işçilerinin işlerini kaybettiğini ya da daha düşük ücretlerle, daha ağır koşullarda çalışmaya zorlandığını ifade eden Akpunar, özelleştirmeler sonucunda sendikal örgütlülük ve işçilerin kazanılmış haklarının tasfiye edildiğini, iş kazası ve meslek hastalığı riskinin arttığını, çalışma barışının bozulduğunu dile getirdi. Akpunar, “Liman özelleştirmeleri, ülkemizin kanayan yarası olan işsizliği de artırmaktadır. Kamu limanlarını özelleştirerek işsizliği artırmak yerine, limanlarımızdaki personel eksiği giderilerek, istihdama katkı sunulmalıdır” dedi.

Liman-İş Genel Başkanı Akpunar, özel sektör tarafından işletilen liman ve iskelelerde sigortasız işçi çalıştırma, taşeronlaştırma, kaçak işçilik, yabancı işçi çalıştırma, vergi ve benzeri hukuksal yükümlülüklerin yerine getirilmemesi gibi bir dizi olumsuzluk yaşandığını ve kamu limanlarının özelleştirilmesiyle, bu uygulamalar için yeni alanların açıldığını kaydetti. Türkiye’de yaklaşık 300 liman ve iskelede 2007 yılı içinde toplam yükleme-boşaltma yapılan yük miktarının 286 milyon 274 bin 648 ton olduğunu ve kamunun limancılık sektöründeki payının yüzde 16 düzeyinde bulunduğunu söyleyen Akpunar, TCDD’ye bağlı son altı büyük limanın da özelleştirildiği ya da kapatıldığı takdirde, kamunun limancılık sektöründeki payının yüzde 5’e düşeceğini dile getirdi. Yargı kararları uygulanmıyor Akpunar, Türkiye Deniz İşletmeleri’ne bağlı Tekirdağ, Hopa, Sinop, Rize, Ordu ve Giresun limanlarının özelleştirilmesinin iptali için Liman-İş’in ve KİGEM’in açtığı davalar sonucunda, Danıştay’ın özelleştirme işlemlerini kesin olarak iptal ettiğini ancak yargı kararlarının uygulanmadığını söyledi. Akpunar, “ülkenin içinde bulunduğu durumun da göz önüne alınarak, limanların özelleştirilmesinden vazgeçilmesini, hali hazırda devam eden özelleştirmelerin durdurulmasını, hukuka aykırı biçimde özelleştirilen limanların bir an önce tekrar kamulaştırılmasını, limanlardaki personel ve altyapı eksikliğinin giderilmesini talep ediyoruz. Aksi takdirde özelleştirmelerin faturasını yalnızca liman işçileri değil, tüm toplum ve ülke ödeyecektir” diye konuştu.

12 Kasım 2008 Çarşamba

MESS önünde eylem

Metal işçileri, İşverenler sendikasının kapısına dayandı .

DİSK Birleşik Metal İş sendikası üyesi işçiler, Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS)'in Şişli'deki binasına kadar bir protesto yürüyüşü düzenledi ve oturma eylemi gerçekleştirdi.

Bugün sabah saatlerinde (11 Kasım Salı günü saat 10.30'da) gerçekleştirilen yürüyüşte "MESS DAYATMALARINA HAYIR!" yazılı büyük boy pankart ve sendika flamalarını taşıdılar. Şişli Abide-i Hürriyet Meydanı'nda toplanan metal işçileri, yolu trafiğe kapatarak MESS (Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası)'nın önüne sloganlarla bir protesto yürüyüşü gerçekleştirdiler.

6 Kasım 2008 Perşembe

YAYINCI MEHMET ALİ VARIŞ TUTUKLANDI

Belge Yayınları teknik sorumlusu, Tohum Yayınları’nın eski yöneticisi Mehmet Ali Varış yayınladığı bir yazı nedeniyle aldığı mahkumiyetten ötürü Metris Cezaevi’ne konuldu. Gıyabında verilen 20 bin YTL tutarındaki para cezası tebligatı eski adresine yapılan Varış, Yargıtay’a itiraz hakkını da zamanında müdahale edememesinden ötürü kullanamayınca cezası kesinleşti. TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nda yazar ve yayıncılar “Varış’a Özgürlük” imza kampanyası başlattı.

Davaya ve mahkumiyete konu olan yazı hakkında dönemin DGM’lerince 2 kez ‘beraat’ kararı verilmesine karşın; Yargıtay’ın mahkumiyette ısrar etmesi üzerine ceza kesinleşmişti.

Mehmet Ali Varış, gıyabında devam eden davanın mahkumiyetle sonuçlandığını rastlantısal olarak, polisin yaptığı “kimlik kontrolünde” anladı.Davasının ağır para cezası ile sonuçlandığını, para cezasının ödenmemesi üzerine de hapis cezasına çevrildiğini tesadüfen öğrenen Varış, 28 Ekim’de apar topar tutuklanarak Metris Cezaevi’ne konuldu.

TÜYAP’TA İMZA KAMPANYASI

Olayla ilgili olarak 27.cisi gerçekleştirilen İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı’nda da bir imza kampanyası başlatıldı.

Mehmet Ali Varış’a Özgürlük” başlığı ile başlatılan imza kampanyası metninde şöyle denildi:

“AKP Hükümeti’min Terörle Mücadele Yasası (TMY)’de yaptığı ve basına ağır para cezaları getiren düzenlemeye eski Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer tarafından itiraz edildiği ve bozulması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulduğu halde, bazı konularda çok hızlı karar verebilen Anayasa Mahkemesi bu konuda yıllardır bir karara varmadı. Bu haksız uygulamanın ilk “kurbanı” da yayıncı Mehmet Ali Varış olmuştur. Bu durumu protesto ediyor ve M. Ali Varış’ın yüz yüze kaldığı bu haksızlığın bir an önce giderilerek serbest bırakılmasını ve bu haksız kararın bozulması için Yargıtay’a başvuru hakkının kullanımına olanak tanınmasını yazar ve yayıncılar olarak talep ediyoruz...”

Mimarlar Odası Ankara şubede söyleşi


Che Guevera'nın izinde Latin Amerika Birliği söyleşisi


TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin Küba Büyükelçiliği,Venezuela Büyükelçiliği ve Jose Marti Küba Dostluk Derneği ile birlikte organize ettiği Küba’lı yazar Froilan Gonzalez ve Venezuela’lı yazar Luis Britto Garcia’nın katılacağı “Che Guevera’nın izinde Latin Amerika Birliği” konulu söyleşi 6 Kasım 2008 Perşembe günü saat:18.00’da Mimarlar Odası Toplantı Salonu’nda gerçekleştirilecek.