Saldırgan ve emperyalist kim?
H. Murat Yurttaş
gazetemanifesto.com
27-02-2022 13:43
NATO propagandası Rusya’nın ABD Başkanı Ronald Reagan’ın deyimiyle “Şeytan İmparatorluğu”nun devamı, yeniden doğuşu olduğuna inanmamızı istiyor.
Rusya’yı
Çarlık’tan Sovyetler Birliği’ne ve Sovyetler Birliği’nden bugüne bir bütün
olarak, bir devamlılık içerisinde görmek Ukrayna milliyetçiliğinin ve daha
sağda Nazi artığı aşırı sağcı Ukraynalıların en temel ortak yanları.
Benzerlerini tarihsel olarak Rus düşmanlığı üzerine kendisini var eden Baltık
ülkeleri ve Polonya için de söylemek mümkün.
Bu
ülkelerin bir başka ortak yanının ise komünist partilerin yasaklandığı, tarihin
yeniden yazıldığı, dünya sosyalist sisteminin ve komünist ideolojinin her
türden izlerinin bir tür “etnik temizlik” keskinliğinde ve sistematik olarak
yok edildiği, Avrupa’nın en gerici ve işbirlikçi rejimleri olması da tesadüf
değil elbette.
*
*
*
Dünya’da
ve Türkiye’de, sol ve hatta komünistlerin bir kısmı dahi dahil olmak üzere,
yoğun bir NATO propagandasına kolaylıkla teslim olunabildiği görülüyor.
Soyut bir
“Savaşa Hayır” sloganı arkasında Rusya’yı saldırgan, emperyalist, işgalci diye
niteleyen açıklamalar görüyoruz. “NATO’ya karşıyız ama Rusya’ya da karşıyız”
deniliyor mesela. “Donbass’ın Ukrayna’ya karşı korunması lazım ama Rusya
emperyalist rekabet için orada.” diyor bir kısmı, başkaları daha ileri gidiyor
Rusya’nın işgali diye başlayıp Donbass’taki iki halk cumhuriyetini “sözde” diye
tanımlıyor.
Bu
açıklamaların NATO’nun propaganda dili ile örtüşmesi özünde çıkış ve beslenme
noktaları ne kadar farklı dahi olsa bir kez yanlış yollara girildiğinde
sonuçların ne kadar vahim olabileceğini göstermesi açısından ibretlik
sayılmalı.
İşin bu
kısmı belki henüz milyonları ilgilendirmiyor ve “mahallemizin” tartışması
olarak görülebilir. Ancak hemen hemen tamamı ABD şirketlerinin kontrolündeki
sosyal medyadan beslenen aşırı duyarlılığı istismar eden bir propagandanın daha
da güçlenmesine katkı sunmak anlamına gelen bir siyasetin neticede en
hafifinden söylenen amaçlara uygun olmamasının yanı sıra açıkça ortaya konması
da gerekiyor.
*
*
*
Peki, o
zaman bazı çok haklı veya en azından öyle görünen sorular var.
Rusya
emperyalist, saldırgan ve işgalci mi?
İki emperyalist
gücün kavgasında taraf tutulabilir mi?
Emperyalist
ABD, AB ve NATO’nun yıllardır sürdürdüğü yayılmacı ve çevreleyici politikalara
karşı kapitalist Rusya’nın askeri harekatının desteklenmesi mümkün mü?
Ukrayna’da
son 10 yılı nereye ve nasıl koymalıyız?
Komünistler
barıştan yana değil midir?
Putin’in
Sovyetler Birliği’ne, Bolşeviklere, Lenin ve Stalin gibi liderlere olan
düşmanlığı ortadayken oligarklara dayanan bir Rus milliyetçisine onay mı
vereceğiz?
*
*
*
Bu
sorulara bazıları teorik, bazıları ideolojik veya siyasal cevaplar verilebilir.
Ama bu cevapları verirken belirli ilkelerin konulması gerekir. Bu ilkeler
konulmadan ve bunlara sadık kalınmadan doğrulama imkânı ortadan kalkacağı gibi
sonuçların sizi getireceği nesnel konum da niyetlerinizin çok ötesine
geçebilir.
Bir
parantez açarak, Türkiye’de özellikle sol adına siyaset yapanlar açısından
bunun maliyeti var mı diye sorabilirsiniz, orta ve uzun vadede mutlaka
olmaktadır. Birkaç yıl önce kongre/konferans düzenleyerek Türkiye’nin Erdoğan
sorunu vardır diyen bir siyasi parti, sonra birdenbire Türkiye’de sorunun
Erdoğan olduğunu söylemenin düzeni aklamak olacağını söyleyip aynı anda
Erdoğan’a karşı CHP’nin adayına oy vereceklerini söyleyebilir.
Bu
ilkelerin başında sosyalist devrime, sosyalist iktidara ulaşma hedefine yararlı
olma, sizi ona yakınlaştırma imkanlarının değerlendirilmesi gelmelidir.
İkincisi
işçi sınıfı ile burjuvazinin çıkarlarının birbirine karşıt olacağı,
örtüşmeyeceği ve zıt gelişeceğini değerlendirmek gerekir.
Üçüncüsü
işçi sınıfı siyasetinin bir hakemlik müessesesi olmadığını, bir sosyalist
sistemin olmadığı günümüz koşullarında az sayıdaki sosyalizm veya bir tür sol
halkçılık iddiasındaki ülkeleri ayırsak bile neredeyse bütünüyle kapitalist
olan bir dünyada işçi sınıfı siyasetinin havanda su dövmeden somut bir siyaset
belirlemesi gerektiğini vurgulamak gerekir.
*
*
*
Böylece
baktığımızda, her kapitalist gücü ve emperyalist güce karşı direnç oluşturan
her gücü emperyalist sayan bir anlayış Lenin’in emperyalizm teorisinden hiçbir
şey anlamamış demektir. Dahası onu, Lenin’in deyimiyle sansürlenmiş yüz yıl
önceki haliyle ancak bir şablon gibi uygulamaya kalkışırken bile beceriksiz ve
bilgisizce hareket ediyor demektir.
Bu
değerlendirmeleri biz güncel olarak Suriye’den biliyoruz. Bir kısım Troçkist
hareketlerin Rusya’nın Suriye’deki varlığının altını oymak için her gün
uydurdukları zırvalardan en önde gelenleriydi bunlar.
Rusya’nın
kapitalist bir ülke olduğu kuşkusuzdur. Putin’in NATO’ya veya AB’ye alınsa
mutlu olacak bir “Yeltsin” olmadığını söyleyen çıkmayacaktır yine kuşkusuz.
Ülkesini savaşa sokarken kendisinin liderliğini gösterebilmek için Bolşevikler,
sosyalizm, Lenin ve Stalin hakkında ne kadar atıp tutsa da neticede Büyük
Yurtseverlik Savaşı, faşizme ve nazizme karşı mücadele gibi komünistlerin
onurlu tarihine sığınmak zorunda kalan Putin’in oligarkların temsilcisi
olduğunu söylemek neredeyse gereksiz sayılmalıdır.
Ama
Rusya’nın emperyalist sayılması, bir pazar kavgasında olduğunu söylemek
kapitalizmin emperyalist aşamasını anlamamak, ekonomisi doğalgaz, petrol, ağaç
ithalatına dayanan bir ülkeyi sırf Sovyetler Birliği’nin ordusu ve silah
teknolojisinin mirasçısı diye olmayan bir yere yükseltmek, 1991’den bu yana
dünya siyasetinden hiçbir şey anlamamış olmak demektir.
Rusya,
Sovyetler Birliği mirası sayesinde ekonomik ölçeğinden çok daha büyük bazı
deneyimlere, bilgi birikimine ve teknolojik imkanlara sahip olsa da bunun ABD,
AB ve NATO ile boy ölçüşebilecek bir düzeyde olduğunu iddia etmek ancak kahve
sohbetlerinin konusu olabilir.
Öte
yandan, 1991’den beri önce bir yandan Yugoslavya’yı parçalayarak Rusya’nın
“kardeşi” Sırbistan dışındaki tüm parçalarını, diğer yandan eski Varşova Paktı
ülkelerini Avrupa Birliği ve NATO’ya dahil ederek Sovyetler Birliği’nin nüfuz
alanını işgal eden ABD ve AB emperyalizmi 2008’de Gürcistan ve 2014’ten
itibaren Ukrayna ile doğrudan Sovyetler Birliği’ni oluşturan ülkelere de
musallat olmasıyla Rusya’nın bir savunma pozisyonunda olduğunu söylemek
gerekiyor.
2008’de
Gürcistan Savaşı’ndaki koşullar neyse bugünkü Ukrayna Savaşı’nda da aynıdır.
Kapitalist Rusya’nın halkların kurtarıcısı olması mümkün değilse de bu o günkü
Sorosçu Gürcistan’ın araç olarak kullanılıp NATO’nun Kafkaslara yerleşmesinde
bir ileri adım atmasına nasıl karşı çıkıldıysa bugünde sendika binalarında
insanları diri diri yakan 3 bini çocuk 9 bin sivil olmak başta olmak üzere 14
bin insanı anadilleri Rusça diye katliama tabi tutan Nazi artığı Banderacı
Ukrayna’nın araç olarak kullanılıp NATO’nun Rusya sınırına yerleşmesinde bir
ileri adım atılmasına da öyle karşı çıkılması gerektiği gerçeğini
değiştirmiyor.
İşçi
sınıfının uyarılması, dikkat etmesi ve kendini kaptırmaması gereken çerçevenin
söylenmesi ile bugün ABD ve Rusya’yı bir görmek, ABD ve AB’nin Yugoslavya,
Afganistan, Irak, Libya, Suriye gibi ülkelere müdahaleleri ile Rusya’nın
Ukrayna’ya müdahalesini kıyaslamak en hafif deyimle bir siyasi körlük olabilir.
*
*
*
Ancak
bunlardan daha önemlisi Türkiye’de bir iktidar arayışımız varsa söylenmelidir.
Türkiye
bir NATO ülkesidir. Dolayısıyla kapitalist Rusya’nın akıbetinden önce NATO’nun
yenilgisi Türkiye’yi etkileyecektir.
Her gün
dış güçlerin müdahalesinden şikâyet eden AKP iktidarının NATO askeri olarak
Ukrayna’da savaşa ABD, AB ve NATO içerisinde katılmasını engellemek veya
sınırlandırmak üzere siyaset yapmak en asgari siyasi hedef olabilir. Bunun
ötesinde derdimiz NATO’nun yenilgisi olmalıdır. Zira, NATO yenilgisi kökleri
nazilere dayanan kirli bir savaş makinesinin yenilgisi olacaktır.
Rusya’nın
kendisini hedefleyen NATO yayılmacılığına karşı bıçağın kemiğe dayandığını
düşündüğü noktada yaptığı müdahaleler sonuçta NATO ile uzlaşacağı bir yer
arayışından fazlasını beklememizi gerektirmese de hakemlik yapıp not
vermeyeceksek esas düşmana yönelmek gerekli ve zorunludur.
Daha
önemlisi Rusya’yı eşit görüp nesnel olarak NATO propagandasına su taşıdıkça
çatışmanın genişlemesi ihtimalinde Türkiye’de kamuoyuna sunulmuş bir “düşman
Rus” imajının pekişmesine sessiz kalınmış ve bu hazırlıkların tamamlanması es
geçilmiş olacaktır.
Tüm
bunlar gösteriyor ki, komünistler için soyut bir savaş karşıtlığı yapmanın,
“nalına da mıhına da vurduk” diyerek övünmenin bir karşılığı yoktur. İki taraf
bir değilse bu zaten böyledir ama iki taraf birse bile Rusya’yı yenen bir NATO
değil Rusya’ya yenilen bir NATO bizi ilgilendirdiğinden bu yine böyledir.