22 Kasım 2011 Salı

MUHALEFET OLMAYAN MUHALEFET ÜZERİNE SİYASAL POLEMİK


KONGRE GİRİŞİMİNİN ELEŞTİRİSİ-1


AKP hoyrat, baskıcı, bonapartist bir polis devletini yerleştirmek üzere son adımları atmaya hazırlanıyor. Siyasette sadece büyük sermaye ve güç sahibi bir oligarşik zümrenin borusunu öttüren, orta sınıf ve tabakaları resmi siyasetten dışlamayı öngören bir rejim elbette cumhuriyet ve demokrasi düşmanlığı çizgilerini çehresinde taşıyacaktır. Tezgahta dokuması süren anayasanın bu totaliter rejimi tarif edeceği ve güvenceye alacağı artık burjuvazinin ara tabakaları gözünde bile anlaşılır oldu. Yeni rejim altında kendisine bir yer bulacağını hayal edenlerin ve gözü hala açılmayanların arasında bir bölüm sol grupları yedeğine almış Kongre Girişimi’nin, Kılıçdaroğlu yönetimi altındaki CHP’nin, Düzen Partisi’nin yenik düşmüş Ordu ve Yargı bürokrasisi kanatlarının bulunması üzerinde özel olarak durmak gerekiyor, çünkü muhalefet boşluğuna müdahale edilmediği takdirde, bu boşluk muhalefetten geriye kalan bütün unsurları içine çekecek bir kara delik olarak siyasal yelpazeyi tamamen yutup yokedecektir.

Yerleşmesi tamamlanan yeni-padişahlık düzeninde tepeden aldığı buyruklarla hareket eden yargı bürokrasisinin, kağıt üzerinde ve sözde bir tarafsızlık görünümünden bile uzaklaştırıldığı bir keyfilik düzenine ayak uydurmakta olduğu, son pürüzlerinden arındırıldığı bu yeni rejimde, avukatların hiyerarşide özel güvenlik görevlilerinin altına düşürüleceği, para karşılığı adalet satacak “Adalet Saraylarında” saray hukukunun keyfi despotizminin hükmedeceği anlaşılıyor.

Ekonomide çalışanların soyulup soğana çevrileceği, çalışma koşulları ve ücretleri üzerinde hiçbir söz hakkına sahip olamayacakları, asgari ücret, çalışma saatleri, emeklilik, kıdem tazminatı gibi konularda son sosyal hak kırıntılarının da yok edileceği bir mutlak kölelik rejimi kapıya gelip dayandı. Eskiden belirli sosyal hak ve ayrıcalıkları bulunan orta sınıf ve tabakalar da (hekimler, eczacılar, avukatlar vs.)  kölelik rejiminin soğuk soluğunu ensesinde hissediyor.

Bu kıskacı tamamlayan yanaşma medyanın, Diyanet ordusunun ideolojik gürültüsünü, Polis Kuvvetlerinin ve Özel Güvenlik Ordularının biber gazı, cop ve kelepçelerini, subay kadrosunun yarısı içeri tıkılan ordunun öbür yarısıyla yeni duruma hızla uyum sağlamasını ise anmaya gerek bulunmuyor. Yeni rejim, mahpushanelerde hükümsüz tutuklu veya hükümlü binlerce mahpusu toplama kamplarına tıkarak yol alıyor. (Bu yazı kaleme alındığı sırada yazar Ragıp Zarakolu ve Prof Büşra Ersanlı  gibi aydınların da KCK operasyonları çerçevesinde tutuklandığı bilgisi gelmişti)

Türkiye’de rejim krizi kavşaklarında sıkça karşılaşıldığı üzere, iktidarı ele geçiren politik-askeri-ekonomik-ideolojik oligarşinin karşısında bir muhalefet boşluğu bulunuyor. Düzen Partisi, bütün hizipleriyle iktidarı ele geçiren yeni oligarşinin işini kolaylaştıran bir örgütsel-politik-ideolojik sefalet sergiliyor. Muhalefet boşluğunu doldurmak ve bütün haşmetiyle sahneye arz-ı endam eden yeni despotları paçasından yakalayıp sahneden alaşağı etmek ister istemez ve sadece komünist sol ve devrimci müttefiklerine kalmış bulunuyor. Ancak komünist sol ve devrimci demokratik müttefikleri dediğimiz cephe, tarihsel koşulların bağıra bağıra muhalefet boşluğunu doldurmaya davet ettiği bugünkü koşullarda, önündeki esas görevi görmezden geliyor, kenarda oynamayı, ayrıntılarla eğlenmeyi, kendi dar gündemlerine hapsolmayı, büyük servet ve güç sahiplerinin kuyruğunda sürüklenmeyi tercih ediyor. Siyasal toplumsal hareketliliğin nihai belirleyicisi emperyalist güçler olduğu sürece, sürüklenmenin emperyalizme göbekten bağlı olanların ipine tutunarak ve emperyalist güçlerin tayin ettiği daire içinde gerçekleştiği anlaşılıyor. Bunun politik dildeki tercümesi ise AKP’nin veya CHP’nin, peşinde sürüklenmektir. Partilerin ve programların tek tipleştiği bu siyasal tımarhane ortamında, herkesin NATO diliyle konuştuğu, herkesin AB yanlısı olduğu, herkesin özelleştirmeleri az çok savunduğu, herkesin ABD’ye yaranma yarışında birbiriyle rekabet ettiği, herkesin biraz Fethullahçı, biraz liberal, biraz İslamcı, biraz “kürt muhibbi” olduğu ve bu büyük mutabakat çerçevesinde AKP’nin bütün iktidarı isteyen despotizmine mırıltılı ve esasa girmeyen itirazlar hariç katlandığı bu F-tipi rejimde, somut ve sahici bir seçenek olarak emekçi kitleler içinde kürsü arayan, homurdanan, yatağını arayan sel suyu gibi dolanıp duran hoşnutsuzluğun karşısına çıkamamış bir muhalefetin artık bir önceki onyılda dillere düşmüş parti-olmayan parti kavramından muhalefet-olmayan muhalefet aşamasına erdiği söylenebilir.

MUHALEFET OLMAYAN MUHALEFET: KONGRE GİRİŞİMİ

Kongre Girişimi olarak isimlendirilen, Blok Partisi veya Çatı Partisi gibi adlar da verilen söz konusu oluşum, 1996’daki ÖDP hareketine benzeyen yöntemlerle, deyim yerindeyse “aşağıdan yukarıya” ve “yerelden merkeze” kurulmak isteniyor. Sözcülerinin ve taraftarlarının ağzından “1. TİP’e benzeyen ya da onu örnek alan bir oluşum”, “Türkleri ve Kürtleri birleştiren bir sol hareket” gibi tarif ediliyor. Çorbanın içinde muhafazakar gerici unsurlar, Süryani papazlar, Gey-Lezbiyen cinsel kimlik temsilcileri vs. eksik değil. Hareketin içindekiler tarafından “medyaya iyi fotoğraf vereceği” söylenen bu marjinaller yelpazesinin, bölünmüşlük (hem etnik temelde hem siyasal hizipleşmeler temelinde ayrışmalar) yüzünden soldan uzak durduğu varsayılan geniş kitlelerin desteğini toplayacağı varsayılıyor.

Kongre Girişimi’nin eleştirilmesi gereken başlıca özelliği mevcut AKP hükümetiyle aynı nehir yatağına akmasıdır. Örgütlenmenin şimndilik farklı eğilimlerin bir koalisyonu biçiminde kurgulanması, berrak bir siyasal çizgi ve net bir program yerine soyut ilkelere ve belirsiz hak beyanlarına dayandırılmış pragmatik bir program çerçeve taslağı ile yetinilmesi, ideolojik politik söylemin aynı post-modern kavram ve tanımlara dayandırılması bunu doğruluyor.

Üç yıldır devam eden hazırlık ve tartışmalar sonrasında örgüt yapısı ve siyasal program konusunda varılan aşama matruşka bebeklerini andırmaktadır. Ortada bir örgüt yoktur ama “girişim”den söz edilmektedir, “girişimi” açtığınızda içinden bir “kongre” çıkacağı müjdelenmektedir. “Kongre”yi açtığınızda ise bir “parti” ile karşılaşmamız vaat edilmektedir, ancak bu sürpriz yumurtalardan hangi partinin nasıl bir örgütün çıkacağı konusunda tam bir post modern bilmeceyle, deyim yerindeyse neo-Kantçı bir kendinde-şey muamması ile yüzyüze olduğumuz anlaşılıyor.                                        

Program ve siyasal çizgi konusunda da benzer bir matruşka bebekleri silsilesi ile karşı karşıya geliyoruz. Girişimin resmi web sayfasında program ve siyasal çizgi adına elimize sunulan tek metin bir taslak olarak ifade edilmektedir. Taslak bir program taslağı bile değildir ve matruşka bebeğini açtığımızda içinden bir çerçeve tanımı çıkıyor, böylece bir çerçeve taslağı metnine ulaştığımızı anlıyoruz. Burada da bitmiyor ve bunun da içine baktığımızda, bu taslak çerçevenin bir programa işaret ettiğini anlıyoruz. Yine aynı neo-kantçı post-modern muamma ile karşı karşıyayız, elimizde matruşka bebekleri içine saklanmış bir örgüt ve buna ait olacağı umulan, yine matruşka bebekleri içine saklanmış bir programın çerçevesinin taslağı bulunmaktadır. Kongre Hareketi, bu taslak metinle sosyalist hareketin sallantılı ve örgütlü mücadele dışına düşmüş, tasfiyecilik güzergahına girmiş kesimlerine olta sallamakta, taslağı başka bir çerçeveye, çerçeveyi de bambaşka bir programa dönüştürme hakkını ve yetkisini elinde bulundurmuş olmaktadır. Zaten örgütsel form olarak da girişimin bir kongreye ve daha sonra da bir partiye dönüşme hakkı muhafaza edilmektedir. Bu kadar belirsizliğin üzerine bir de programın çerçevesinin taslağında her yöne çekilmeye müsait soyut, yuvarlak ve belirsiz hak ve taleplerden söz edilmesi, “sosyalist” gruplardan gelenleri tatmin etmeye yönelik birkaç genel ilkenin ifade edilmesi hiçbir anlam taşımıyor. Kongre Girişiminin örgüt ve program eleştirisinden kendini muaf tutmak istediği, bugünden bazı “sosyalist” unsurlarla beraber yol almak için ihtiyaç duyduğu bazı ilke ve kavramları pragmatik amaçlarla beyan ettiği, tıpkı AKP gibi, tramvay ilerledikçe sonraki duraklarda bu ilke ve kavramları terk edeceğini anlamak için özel bilgi, akıl ve yetenek gerekmiyor.

KONGRE GİRİŞİMİ ÖRGÜTLENMESİNİN POLİTİK İŞLEVİ

Burjuvazinin ideolojik-politik-askeri kurmay heyetini tahkim ettiği, siyasal rejim ve devlet yapılanmasını disipline ettiği, Brüksel’den, Washington’dan, NATO Karargahlarından, AKP Genel Merkezine, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’na,  Özel Görevli Mahkemelere, YÖK’e kadar çeşitli mahfillerde hiyerarşik ve yüksek düzeyde merkezileşmiş bir sınıf savaşı örgütlenmesi kurduğu dikkate alındığında, S. Süreyya Önder’in sevimli ve ağzından bal damlayan belagatli diliyle güzellediği Kongre hareketinin politik amaç ve işlevleri elbette merak konusu olmaktadır. Kongre Girişimi hazırlık toplantılarında konuşulanlar “hiyerarşiyi reddetmek, merkezi yönetim ve kurmay heyeti yerine geçici dönem sözcülerine dayanmak, birbirine göz hizasından bakmak, soğan halkaları misali yatay genişlemek, doğrudan demokrasi” üzerinedir. 1990’larda sosyalist sistemin çöküş yıllarında ideolojik bozgun ve yenilgi ikliminde pek revaçta olan ve ÖDP’de Ufuk Uras’ın dilinde “parti olmayan parti” kavramının altını dolduran bu söylemler, örgütten kaçış ve tasfiyecilik ruh halinin yansımasıydı.

Bugün, örgütten kaçış ve tasfiyecilik rüzgarları estiren ideolojik bozgun ve siyasal yenilgi ikliminin az çok aşıldığı ve bozgun dalgasının önüne yeni örgütsel dalgakıranlar dikilebildiği, işçi sınıfının emperyalizme karşı yeni bir taarruzu için örgütlü siperler arkasında güç biriktirildiği bir dönemde, 1990’lardaki ruh halinin ve politik söylemlerin yeniden ve başka bir cepheden (bu defa Kürt ulusal demokratik hareketi cenahından) zuhur etmesi ilk bakışta paradoks gibi algılanabilir.

Hareketimizin eski yol arkadaşlarından biri, dahil olduğu Kongre Girişimi hakkında yaptığı bir değerlendirmede, hedeflerini “Düzenin küçük iktidarcıklar kurma hastalığından kendimizi kurtarmak” olarak tarif ediyor. Sanki bir parti veya siyasal hareket değil, eski devrimciler için bir psikiyatrik tedavi ve rehabilitasyon merkezi hizmete sokulmaktadır. Eski yol arkadaşımızın son günlerde Kongre Girişimi içinde yaşadığı deneyimlerden öğreniyoruz ki, soğanın halkalarında yer alanlar birbirlerine göz hizasından bakmak yerine kendisinden habersiz bir delege mutabakat listesi hazırlamışlar. Soğan bile söz konusu olduğunda, halkalanmanın bir cücük etrafında geliştiğini unutmuş olan eski yol arkadaşımız şimdi haykırıyor: “Bu kariyerizmdir! Halk düşmanlığıdır!”   

Kongre Girişimi’nin anarko-federalist, gevşek, kendiliğinden hareket zemininde yol alan, belirgin bir siyasal çizgiye angajman içermeyen, belirli bir program ve iktidar hedefi tarif etmeyen örgütsel yapısıyla bir muhalefet boşluğunu doldurmaya aday olmadığı bellidir. O halde Kongre Girişimi hangi politik işlevi yerine getirmeye adaydır?

Bu örgütsel biçim ve işleyişe ilgi duyan bir grup, 12 Eylül sonrası şu veya bu zamanda mülteci statüsüne düşmüş ve yurt dışına sürgüne gitmek zorunda kalmış eski devrimcilerdir. Bunların büyük bölümü, eski örgütsel bağlarını koparmış, hayat tarzlarını değiştirmiş, Avrupa’da sürdürdükleri hayatın konformist biçimiyle sıkı disiplinli örgütlü hayat tarzından kopmak zorunda kalmış, bu nedenle devrimci siyasal hareketten kendilerini emekli etmiş, önderlik ettikleri örgütleri tasfiye etmiş kişilerdir. İdeolojik ve politik olarak eski görüşlerinin haklılığını muhafaza edenleri çok azdır, büyük çoğunluğu ideolojik ve politik bir yılgınlığın damgasını taşırlar. Sürgün yıllarında adım adım tasfiyeciliğe sürüklendikleri halde bunu kendilerine ve çevrelerine bile itiraf edememişlerdir. Bu gruptakilerin önemli bir bölümü, siyasal açıdan pasif ve örgütsüz kalmalarını telafi etmek üzere, PKK’nin ideolojik politik sempatizanı destekçisi durumuna gelmiştir.

Sürgün mültecilerdeki tasfiyecilik eğiliminin ülke içinde de bir uzantısı vardır. Bu grup da yenilgi ve örgütten kopma süreçleri sonrasında ideolojik yılgınlığın ve örgütsel politik tasfiyeciliğin savunucularına dönüşmektedir.

Kongre Girişimi’ne ilgi duyan bir diğer grup, kendi başına anlamlı bir siyasal örgütlenme ve eyleme hayatı boyunca yanaşmamış ama başkalarının örgütlü faaliyetleri üzerinden kendini ifade etmeyi daima risksiz ve zahmetsiz bulmuş troçkist ve anarşizan söylemli gruplardır. Nihayet bir başka grup, siyaseten işçi sınıfı hareketiyle ve bilimsel sosyalizmle doğrudan bağı olmayan marjinal ütopyacı gruplardır (feministler, yeşiller, gey-lezbiyen temsilcileri vs.) Bütün bu gruplarda yer alanların ortak özelliği, angajman gerektirmeyen, örgüt disiplinine bağlılık taşıma zorunluluğu bulunmayan, iktidar hedefi olmayan Kongre Girişimi tarzında gevşek federalist bir çatı altında kendilerini ifade etmektir. Kongre Girişiminin en içteki matruşka bebeğinde nasıl bir sürpriz ile karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Endişemiz odur ki, bütün bu süreç, PKK’nin tasfiyesi ile mahpushanelerden salıverilecek veya yurt dışından ülkeye döndürülecek binlerce eski devrimcinin psikiyatrik rehabilitasyonu amacıyla emperyalist mahfillerde planlanmış bir operasyon olmasın!

DEVAM EDECEK