20 Ekim 2009 Salı

TARİHİ KİMLER YAPAR?


TARİH YAPICILIĞI VE TARİHİN YENİDEN YAZILMASI İHTİYACI

Türkiye’yi yönetenler, Türkiye-Ermenistan gösteri karşılaşmasında, kuruldukları seyirci koltuğundan “Biz burada tarih yazmıyoruz, tarih yapıyoruz” buyurmuş! Büyük güçlerin buyruklarını hayata geçirmek için uğraşanların, kendi halklarının kaderini yabancı emperyalistlerin ellerine teslim edenlerin, başkalarının yazdığı tarih senaryolarını hayata geçirmeye çalışan uşak ruhlu yanaşmaların bu böbürlenmesi en hafif tabiriyle gülümseticidir.

Tarih yapıcılığının yabancı sömürgeci devletlerin ve yerli ortaklarının basit birer aleti olan siyaset cücelerine vergi olmadığı, Marx ve Engels’ten bu yana iyi biliniyor. Haksızlığın, adaletsizliğin, zorbalığın ve kıyıcılığın temsilcileri, sahip oldukları nam ve unvanlarına, büyük servetlerine ve iktidar güçlerine dayanarak tarihi yaptıkları iddiasıyla kabarıp şişiniyor. Böyleleri sayısız benzerleri gibi ancak tarihin çukurlarında unutulmaya mahkumdur. Yapıcılık nasırlı ellerin, alınterinin işidir. Ayağını toprağına sağlam basan, bastığı yerde başı dik durmasını bilen, haram yemeyenlerin davasıdır. Tarih yapmak, ekmek pişirmeye, bağ çapalamaya, çimento karmaya, duvar sıvamaya, aluminyum doğramaya, yeraltından kömür kazımaya benzer. Tarih yapmak gece nöbetinde uykusuz hasta bakmaktır, yeni yetmelere okur yazarlığı ve bilgeliği öğretmektir.

Tarih yapanlar kendini feda etmekten korkmayan, cesaretle öne atılanlardır. İşgalciye ilk kurşunu sıkanlar, kayıkla Anadolu’ya silah kaçıranlar, işgalcinin suratına pabucun tersini yapıştıranlardır! Tarih yapanlar tahtları, taçları, saltanat koltuklarını devirenler, kralları, padişahları, çarları kovalayanlardır. Tarih kendi kaderine sahip çıkan halkların elinde yapılır. Tarih bu uğurda ölenlerin adlarını ve anısını yücelterek yaşatır. Sadece Bedreddin, Pir Sultan, Börklüce, Robespierre, Marat, Paris Komüncüleri, TKP’nin Onbeşleri, Bolşevikler, Che gibileri tarihi yapar, bu yüzden tarihin en ışıltılı sayfaları sadece onları yazar. Ölümlerinin üzerinden emniyetli sayılabilecek yeterli bir süre geçtikten sonra, hasımlarının bile onları aziz mertebesine yükseltmeleri, zararsız birer put olarak duvara asıp riyakarca saygı göstermeleri bundandır.

Tarih yaptığını buyuran ve zannedenler fena halde yanılıyor. Beyler, paşalar, ağalar, genel müdürler, reisler, CEO’lar, cüzdanı şişkinler, omuzu kalabalıklar, kuyruklu rütbe ve ünvanlarını peşlerinde taşıyanlar, bugünkü hükümleri her daim sürecek sanıyor. Onları bekleyen tarihin çöplüğüdür.

TARİHİ YENİDEN YAZMA İHTİYACI

Sosyalist sistemin çöküşünün üzerinden 10 yıl geçmeden, ABD’nin Seattle kentinde 1999’da Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı baş gösteren kitlesel protesto eylemleri, kapitalizmin nihai zaferini duyuranlara karşı yeni bir meydan okuma döneminin ilk şimşek çakmasıydı. İlerlemenin durdurulduğunu ve tarihin sonuna varıldığını ilan eden burjuva ideologlarının suratını pratiğin eşsiz tokadıyla kızartan 2000’lere, emperyalizmin azgın bir askeri saldırısıyla ve birbirini izleyen işgal operasyonlarıyla girildi. Dinsel yobazlığın, gericiliğin, piyasacılığın, militarizmin, demokrasi düşmanlığının dalgaları dünya halklarının üstüne peşpeşe çullandı. Yugoslavya, Irak, Afganistan, Kafkasya coğrafyalarında kanlı savaşlar yaşandı, yüzbinlerce insan öldü. Ortaçağın karanlık figürleri Papalar, Patrikler, Halife müsveddeleri başrollere çıktı. İnsanlığın Hitler’den bu yana gördüğü en tehlikeli ve büyük savaş örgütü NATO, Orta-Doğu ve Avrasya coğrafyalarına yayıldı. Kapitalizmin 1929’dan bu yana sürüklendiği en derin ekonomik buhran, 2008’den beri devasa boyutlarda işsizlik, açlık, yoksulluk ve sefalete yol açarak bu manzaranın üzerine eklendi.

Dünya halklarının emperyalizme karşı mücadelesi yükselen gericilik dalgasını göğüsleyerek adım adım toparlanmaya başladı. 2000’li yıllar, Orta ve Güney Amerika’da Sosyalist Küba’nın ayakta durmasından güç alan Venezuela merkezli yeni bir devrimci sürecin doğuşuna tanıklık etti. Irak’ın işgaline karşı, dünyanın dört köşesinde milyonlarca insan savaş aleyhtarı gösterilere katıldı. İşçi sınıfı hareketi, Güney Asya’da, Güney Afrika’da, Rusya’da, Güney Amerika’da yeni bir kitlesel hareketlenmenin ilk işaretlerini veriyor.

İlerleme ve gericilik güçleri arasında dünya ölçeğinde bir mücadelenin yeni bir dönemi açılıyor. Bu döneme emperyalizm ideolojik ve siyasal bir karşı saldırıyı geliştirerek hazırlanıyor. Saldırının önemli bir başlığını, sosyalizmin 20 inci yüzyıldaki iktidar döneminin karalanması oluşturuyor. Bu başlık altında Doğu Avrupa’da ve Orta Doğu’da geçen yüzyılda yaşanan tarihin yeniden yazılması önem kazanıyor. Avrupa’nın faşist geçmişini aklamak, sosyalist geçmişini mahkum etmek, ilk emperyalist paylaşım savaşının sonuçlarını iptal etmek ve 21 inci yüzyılda bölgenin yeni düzenini bu yeni tarih yazımına göre oluşturmak amaçlanıyor. Tarihin restore edilmesi çabasını 1789 Fransız Devrimi’ne kadar uzatmak isteyenler var.

Tarihi yeniden yazmak isteyenler, önümüzde açılan dönemin tarihini bu yeniden yazıma uygun olarak yapmak isteyenlerdir. Cumhurbaşkanı Gül’ün “tarih yapıyoruz” iddiası bu bağlamda anlam kazanıyor. AKP’li yönetici zümre, emperyalist mihraklar tarafından yeniden yazılan tarihin yakın geleceğe taşınması çabasının bölgesel taşeronlarıdır.

Yakın geleceği 1. Paylaşım Savaşının sonuçlarının iptali üzerinden kurmak, Osmanlı’nın restorasyonu hedefiyle dile getiriliyor. Ermeni açılımını, Kürt açılımını, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet olarak kuruluş temellerinin zayıflatılmasını içeren politikalar, Dünya savaşının ve eşlik eden etnik boğazlaşmaların yeniden hesaplaşma gündemine alınmaya davet edilmesini kaçınılmaz kılıyor.

TARİH NASIL YAPILIR?

Tarihin tek yönlü ilerleyen bir toplumsal yolculuğun öyküsü olduğunu biliyoruz. Toplumların basitten karmaşığa, ilkel biçimlerden yüksek biçimlere ilerlediğini, toplumsal ilerlemenin lokomotifinin devrimler olduğunu Marx’tan bu yana öğrendik. Burjuva ideologlarının bütün savları, bu ilerleme fikrinin öyle ya da böyle reddini ya da zayıflatılmasını amaçlıyor.

Bazılarının iddiasına göre, tarihin bütünlüklü bir toplumsal ilerleme anlatısı oluşturması mümkün değildir. Toplumsal hayat kaotik, çok parçalı ve belirli bir yönü olmayan bir özelliğe sahiptir, ilerleme diye bir şey yoktur.
Diğer bazılarına göre ise toplumsal hayatın yönetici ilkesi özel mülkiyet ve bireyin özgürlüğüdür, bu ilkenin hayata geçiş biçimine bakarak toplumsal hayatın yönü anlaşılabilir.

Başka bazıları ise, bilinemezci bir tutumla, toplumsal ilerleme kadar toplumsal gerilemenin de mümkün olduğunu iddia eder. Herşeyi belirleyen, ilerlemenin maddi nesnel temelleri değil insan iradesidir, istersek ilerleme olabilir, istemezsek gerileme de mümkündür, istek ve iradeyi neyin oluşturduğu ise belirsizdir.

Bütün bu savlar, ilerleme kavramını ve maddi temellerini reddetmekte birleşiyor. Bütün bu yaklaşımların amacı, ilerleme için mücadele eden tarihin gerçek yapıcılarının, üzerinde hareket ettikleri maddi temelleriyle birlikte toplumu bilimsel açıdan kavramalarını güçleştirmek, böylelikle ilerleme ve devrim için mücadeleleri durdurmak ve yavaşlatmaktır.

Tarihi yapanlar, kendilerinden önce varolan ve içine doğdukları tarihsel maddi koşullar temelinde, üretici güçlerle üretim ilişkilerinin çatışmasının yarattığı gerilim temelinde harekete geçer. Tarihi gerçekten yapanların meşruiyeti, üretici güçlerin gelişimi doğrultusunda temellenir. Bu doğrultunun çağımızda sosyalizasyon yönünde olduğu iyi biliniyor. Hiçbir yanıltıcı ideolojik yaklaşım bu gerçeği perdeleyemez.

Tarihi yapanlar, ilerleme doğrultusunda kesintisiz hareket edenlerdir. Karşı devrimciler, gericiler, tarihi yapanlar değil ilerlemenin kesintisizliğini ve duruluğunu çıkardıkları cızırtıyla bozmaya çalışanlardır. Tarih yazıcıları onları yazmayacak, çünkü onlar en fazla radyo yayınlarındaki parazitlere cızırtılara benziyor, tarihin ilerleme sürecinin devamını engellemeleri olanaksız, ancak duraklatmalara ve yavaşlatmalara sebep olabilirler.

Toplumsal ilerlemenin toptan durdurulması, insanlığın barbarlık ve vahşet çağına kadar geri götürülmesi mümkün mü? Tarihin gerçek yapıcısı işçi sınıfının kolektif eylemi toptan tasfiye edilebilir mi? İnsanlığın yakın tarihindeki toplumsal kazanımların tamamen geri alınması gerçekleşebilir mi?

Daha somut, yakın tarihe ve coğrafyaya ait iki soruyla devam edelim: 1917 Ekim Devrimi’nin ve 1908-1923 Türk Burjuva Devrimi’nin kazanımları toptan tasfiye edilebilir mi? Tarih 1900’lerin başlarına doğru geri sarılabilir mi?

Bu sorulara özgüvenle “Hayır!” yanıtını verenler, toplumsal ilerlemenin yasalarından aldıkları güçle bir kez daha başkaldırmak ve “Tarihi yapıyoruz” edasıyla emperyalist senaryoları hayata geçirme çabalarının gülünçlüğünü gösterecek toplumsal pratiği örgütlemekle, tarihin nasıl yapıldığını dosta düşmana göstermekle yükümlüdür.