14 Ekim 2009 Çarşamba

MEDYA ELEŞTİRİLERİ


CUMHURİYET GAZETESİNİN KÖR NOKTALARI

30 Ağustos 2009 Zafer Bayramı kutlamalarına ait haberlerin sunuluş biçimi, resmi Kemalist muhalefetin kör noktalarını bir kez daha gösterdi. Gazetenin bazı haberleri ve köşe yazıları, AKP hükümetinin ideolojik ve politik konumunu paylaşan yazılarıyla, cumhuriyetçi ve kemalist okur kitlesini paralize ediyor, gericilik ve emperyalizm karşısında gerçeklerin tam ve tutarlı bir resmini göremez hale getiriyor.

Cumhuriyet gazetesinin 30 Ağustos törenleri konulu ve Ankara Bürosu mahreçli haberlerinde (TSK Görevinin Başında, 31.9.2009; sayfa: 4-6), “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” sloganı çerçevesindeki resmi törenlere ilişkin hiçbir eleştiri yer almadı. Kuru militarizm övgüsüyle yetinildi. Oysa resmi törenler, 30 Ağustos’u salt bir askeri zafer olarak sunuyordu. AKP hükümeti ile mutabık Genelkurmay siyasetinin bu eleştirisiz benimsenme biçimi, gazetenin Kemalist okurlarının aklını karıştırmaktan başka işe yaramıyor.

Kemal Derviş’in 2000’lerin başında Ecevit hükümetinde uygulamaya soktuğu ekonomik programı “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” aynı deterjan reklamı dilini kullanıyordu. Bu ekonomik programın AKP hükümeti tarafından devralındığı ve Türkiye ekonomisinin emperyalizm tarafından yağmalanmasına ve sömürgeleştirilmesine giden yolun kapılarını açtığı biliniyor.

30 Ağustos’u salt askeri bir zafer olarak takdim eden, zaferin siyasal koşulu olan emperyalist işgale karşı savaşımı ve Sovyet iktidarıyla ittifak çizgisini suskunlukla geçiştiren bu ‘siyasetten arındırılmış dil’, bugünkü koşullarda kullanıldığında, başka bir siyasetin, emperyalizm ile uzlaşmanın dilidir. 30 Ağustos zaferinin bu “siyasetsiz” anlatımı, Türk militarizmini ABD emperyalizminin bölgesel aracı olarak önermekten başka amaca hizmet etmez.

30 Ağustos zaferine, cumhuriyetin varlığını tehdit eden güncel gelişmelere ve cumhuriyet tarihine bakarkörlüğün temsilcilerinden biri, yazar Orhan Bursalı’dır. Bu cumhuriyet yazarı, AKP gözlüğüyle yazmakta, AKP görüşlerini savunmaktadır. Yazar resmi 30 Ağustos törenlerine damgasını vuran teknik ve politikadan arındırılmış dili kullanıyor. Uluslaşmanın başarısızlığını zenginleşmeyi başaramamış olmaya, ekonomide başarısızlığa indirgiyor. Seçilen kapitalist yolun ülkeyi yeniden emperyalizme esir etmiş olmasını açıkça eleştirmekten sakınıyor. Bağımlılığın sebebi olan burjuvazinin egemenliğine dil uzatmıyor. Problemin kaynağını açıkça göstermiyor. (Türkiye Bir Mucizedir, 31.9.2009; sayfa: 6)

Bursalı’ya göre Türkiye’nin 1908-1923 devrim süreci ideolojik ve siyasal hedeflerine ulaşamamış ve yenilgiye uğramıştır. “Türkiye uluslaşmayı ve kuruluş aşamasını başaramamıştır” teziyle beyaz teslim bayrağını yükselten Bursalı, bunun nedenini “Uluslaşmada ‘ekonomik zaferin’ eksik kalması” olarak açıklıyor. Yazara göre, “Zenginlik yaratılabilseydi, Türkiye için bir arada ve çağdaş yaşamanın adı olurdu”.

Cumhuriyet gazetesinin aynı sayısında, Orhan Bursalı’yı doğrulamayan haberler, başka türlü bakmanın gereğini de gösteriyor. “Güçlü ekonomi”, “Güçlü Ordu” söylemleri, G20 grubuna dahil olacak ölçüde büyüme ve sermaye birikiminin başarılmış olması, sorunun zenginliğin yaratılmasında değil, Bursalı’nın hiç sözünü etmediği başka bir gerçekte, zenginliğin paylaşılmasında yattığının altını çiziyor. Zenginliğe el koyan emperyalizm ve onun yerli ortakları (Türk burjuvazisi) ise Bursalı’nın analizlerinde yer almıyor. Yazar zenginliği “mümkün kılacak olansa, sürekli dış kaynak girdilerine muhtaç olmayan, kendi yaratıcı gücünü harekete geçirebilmiş, ekonomide başarmış bir Türkiye…” ifadesiyle, “yumurtasız omlet” özlemini dile getiriyor. Kapitalist yolu seçen, emperyalizm ile bütünleşen, emekçi halkın ürettiği değerlere yabancı güçlerle ortaklaşa el koyan burjuvazinin yönetiminde nasıl olacaksa, dışa bağımlılık ihtiyacı olmayan ulusal bir kapitalizm inşa edilseymiş, uluslaşma ve cumhuriyetin kuruluşu başarılabilirmiş!

Cumhuriyet gazetesinin 30 Ağustos zaferinin tarihsel anlamına dair (2004’de yazılmış imzasız yazısının yeniden basımı) ise Ekim Devrimi ile Kurtuluş Savaşımızın kader ortaklığını vurgulayan saptamasıyla önemlidir. Bu başyazıda, 30 Ağustos konulu haberlerden ve Orhan Bursalı yazısından farklı olarak, şu önemli saptama dile getirilmektedir: “1917 Rus Devrimi Türkiye’nin Milli Kurtuluş Savaşı bakımından bir talihtir; ‘Anadolu İhtilali’ dört taraftan kuşatılmak tehdidinden kurtulmuş, Kafkasya’da sırtını güvenceye almıştır”. (Tarihi İyi Okumak, 31.9.2009; sayfa: 1-8)

Bu başyazıda, yukarda değinilen “30 Ağustos’u salt bir askeri zafer olarak görmekle sınırlı bakış açısı” da eleştirilmektedir: “30 Ağustos’u yalnız bir askeri zafer olarak sınırlandırmayı kendi siyasetleri için gerekli görenler, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın alfabesinden yoksundurlar”.

Bugünkü Kemalist akımın bu saptamaya katılan kesimleri, tutarlı olmak istiyorlarsa, bugünkü Genelkurmay- AKP siyasetiyle ve bu siyasetin dayandığı 1920’lerin Kemalist önderliğinin siyasal tercihleriyle hesaplaşmaktan kaçınamaz.

Kemalist önderlik burjuva dinamikleri temsil eden yapısı nedeniyle, 1920’lerde ve 30’larda Türk-Sovyet dostluğunu ve ittifakını ‘köprüyü geçene dek’ benimsedi. Bir yandan da, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni kapitalist yola yönelterek en başından itibaren bu kader ortaklığına ihanet etti. Tarihin diyalektiği, muzaffer sosyalizm ile ittifak siyasetine ihanet çizgisinin, kendi varlığına ve kaderine ihanet ile eşanlamlı olduğunu gösterdi.

100. Yıldönümüne 14 yıl kala Osmanlı’nın restorasyonuna rücu eden Türkiye Cumhuriyeti, 1920’lerde muzaffer sosyalizm ile sağlam bir ittifaka dayanarak kapitalist olmayan yol siyasetini tercih etmemenin karşı-devrimci sonuçlarıyla bugün yüzyüze geliyor. Bu sonuçtan kaçınmanın bugünkü tek yolu, bundan çıkarı olan toplumsal güçlerin, işçi sınıfının ve emekçi halkın sosyalist iktidarını kurmaya yönelmektir.

1920’lerde kapitalist olmayan yol tercihi, Sovyet iktidarı ile askeri- siyasal ittifak ve ülke içindeki yükselen Bolşevik akım ile Kemalist akımın ortak cephesi temelinde hayata geçirilebilirdi. Bugün Sovyet iktidarı yok, Kemalist akım ise başlangıçtaki merkezi bütünlüğünü ve güç dayanaklarını yitirmiş durumdadır. Kemalist akımın Cumhuriyet tarihi boyunca verdiği sürgünler (DP, AP, 12 Mart’çı ve 12 Eylül’cü Genelkurmaylar, Hasan Cemal’ler, Aydın Engin’ler, Oral Çalışlar’lar vs.) emperyalizmin işbirlikçisi, bağımsızlık davasıyla ilgisiz, yozlaşmış ve çürümüş dinamikleri temsil ediyor. Bugünkü koşullarda, bağımsızlığın kazanılmasının temeli, bu dinamiklere karşı mücadele eden yurtsever, demokratik bir halk cephesini isteyen güçlerle birleşmektir.

Cumhuriyet gazetesi ve okurları, bugünkü Genelkurmay- AKP siyasetiyle ve bu siyasetin dayandığı 1920’lerin Kemalist önderliğinin tarihsel tercihleriyle hesaplaşmayı ertelemekle veya açıkça yapmaktan kaçınmakla, yurtsever-devrimci dinamiklerden uzak düşüyor, AKP siyasetinin değirmenine su taşıyor. Okurları tarafından tutarsız ve hedefleri belirsiz olarak algılanıyor. Kemalist akımın kendi tarihi içinde bolca verdiği karşı-devrimci sürgünler hatırda tutularak, Cumhuriyet gazetesinin uyanıklığını korumasının bir varlık-yokluk meselesi olduğu unutulmamalıdır.

GHA, bazı Cumhuriyet yazarlarının bu tutarsızlığın ve belirsizliğin önde gelen kaynakları olduğunu, örnekleriyle sergilemeye devam edecek.