17 Ekim 2009 Cumartesi

HANGİ SALGIN DAHA TEHLİKELİ?


DOMUZ GRİBİ Mİ GERİCİLİK Mİ?

Sağlık Bakanlığı, gazeteler, televizyonlar, radyolar, hep bir ağızdan uyarılar yayınlıyor. Yaklaşan kış aylarında “domuz gribi” salgını çok sayıda insanı etkileyecekmiş! Korunma önlemleri tartışılıyor. Salgın tehlikesi herhalde gerçek, ancak önlenmesi ve denetim altına alınması zor ve olanaksız değil. Abartıldığını ve “pazarlandığını” düşünenlerin sayısı da az değil. Başka bir salgın ise bu sırada sualtından sessiz sedasız yol alıyor, halkı ve ülkeyi teslim alıyor.

Kamuoyu “domuz gribi” tehlikesine gözünü dikmiş onu tartışmakla meşgul iken asıl salgının yayılması gözden kaçırılıyor. 1930’lar Almanyası’nda faşizmin yükselişini kuşatan Yahudilik tehlikesi söylemi gibi, 1950’ler ABD’sinde soğuk savaşı başlatan McCarthy’ciliğin yükselişini halkın gözünden saklamaya hizmet eden “Marslıların istilası” gibi veya yakın dönemde Bush gericiliğini perdelemeye yarayan “Saddam’ın kitle imha silahları, şarbon saldırısı” tevatürü gibi “domuz gribi” salgını tehlikesine dair söylem de başka ve gerçek bir salgını unutturuyor: Gericilik!

Tıpkı “domuz gribi” hastalığında olduğu gibi gericiliğe de bir “virüs” sebep oluyor: Piyasacılık! Az sayıda büyük servet ve mülk sahibinin özel çıkarlarına göre toplumu yönetmesinin adı olan piyasacılık, üretmenin, çalışmanın, yaşamanın temel ilkesini kazanç ve özel çıkar peşinde koşmak olarak tarif ediyor. İnsanları bir arada tutan ortak ve genel çıkarların ikinci plana atılmasını hatta toptan unutulmasını vazeden bu anlayış, insanı insanın kurdu haline getiriyor. Özel çıkar peşinde koşarken insanlığını unutturuyor. Bencilliği, güçlüye biat etmeyi, ahlakça düşkünlüğü benimsetiyor. Para sahibi olmayı “değerli” olmakla eş tutuyor. Güçlünün zayıfı ezmesini öğretiyor. İnsanlığı birleştiren ortak ve genel çıkarlar için kendi aklımıza ve ellerimize güvenmek yerine, yeryüzünde ayağımızı yere sağlam basmak yerine, gökyüzüne sığınmayı, acılarımızı sisler aleminin güçlerine sığınarak teskin etmeyi öneriyor.

Bencillik, bireycilik, paragözlük, güçlüye secde etmek, haksızlığa ve adaletsizliğe boyun eğmek, aklını hurafeciliğe teslim etmek, kulaktan dolma yalan yanlış bilgilere inanmak, akıl ve bilimden uzaklaşmak, değişmeye ve ilerlemeye karşı çıkmak, yüzlerce binlerce yıl önceki eski inanç ve yaşam tarzlarına tutunmak, gericiliğin başlıca belirtileri olarak biliniyor.

Tehlikeli olan, gericiliğin salgın biçiminde hızla yayılması ve gericilikten muaf olduğu düşünülenlere de bulaşmasıdır. Edebiyatta, sanatta bunun defalarca örneklendiğini hatırlatalım. Ionesco’nun “Gergedan” oyununda, insanların teker teker giderek topluca gergedana dönüşmesi anlatılır. Portekizli yazar Saramago’nun filme de çekilen “Körlük” adlı romanında insanlar arasında hızla yayılan tuhaf bir körlük salgını anlatılır. Yazar Elias Canetti’nin “Körleşme” romanı da faşizmin insanlığı göz göre göre felakete sürüklemesinin mecazi bir anlatımıdır. Okumamış olanlar, bu kitaplara bir göz atabilir. Biz ülkemizin günlük hayatından gazetelere yansıyan gerçeklere bakalım.

RAMAZAN AYINDA GERGEDANLAŞANLAR

Sarıyer Belediyesi tarafından düzenlenen 1. Uluslararası 1 Eylül Barış Festivali’nde, laikliğin sahibi olduğu varsayılan CHP, AKP’nin “medeniyetler uzlaşması- dinler koalisyonu” siyasetine eklemlendi. İstanbul Müftüsü ve Türkiye Musevileri Hahambaşı toplantıda sahne aldı. Rum ve ermeni papazları, Vatikan eksikti, artık onlar da seneye gelirler inşallah! Bir de Müftü değil Halife olsaydı pek yakışırdı, ama ne yazık henüz bir Halifemiz yok!

Toplantıda söz alan CHP Genel Başkan yardımcısı Bihlun Tamaylıgil, eşsiz bir tarih analiziyle, “Türkiye’de bir çok etnik unsurun birlikte barış içinde yaşayabilmesinin Atatürk devrimleri sayesinde olduğu” teziyle gündemi sarstı! “Hangi barış?” diye kimse sormadı. 86 yılda ortalığın defalarca kan gölüne döndüğü ülkemizde Tamaylıgil ülkenin yarısında çeyrek yüzyıldır savaş çemberinde yaşandığını es geçiyor, “Atatürk devrimleri” dediği şeyin CHP’nin ve CHP sürgünlerinin marifetiyle yerle bir olduğunun bile farkında değil! CHP’nin süs bebeği politikacıları 86 yıl öncede takılmış plak gibi aynı nağmeleri terennüm ederek güya Kemalizmi savunuyor! Katıldığı toplantıda barışın dini liderlere emanet edildiğini görmezden geliyor, bunun AKP siyaseti olduğuna gözlerini yumuyor. Kimse de ona 1 Eylül’ün gerçek anlamını hatırlatmıyor.

ŞEYHLER, MECZUPLAR VE MÜRİTLER MEMLEKETİ

2 Eylül 1925’de Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılması hakkında karar kabul edilmişti. 30 Kasım 1925’de yürürlüğe giren karar ile tarikatlar da yasaklanmıştı. Bu kararın habercisi 30 Ağustos 1925 Kastamonu konuşmasında, Mustafa Kemal’in şunları söylediği biliniyor: “Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için lekedir… TC şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz”.

Tarihin diyalektiği öyle işliyor ki, Mustafa Kemal’in açtığı yoldan ilerleyen burjuva cumhuriyeti, önce CHP’yi sonra DP ve diğerlerini birer tarikat haline dönüştürüyor. Mustafa Kemal ölümünden sonra kendisinden medet umulan bir puta dönüştürülerek Anıtkabir bir modern türbe haline getiriliyor. Ortalığı çok sayıda Kemalist geçinen sözde laik şeyh ve meczup müsveddeleri ve müritleri kaplıyor. Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılması hakkında karar böylece kendi inkarını ve zıddını meşrulaştırarak kapatılanların yeniden açılmasının ve ülkeye egemen olmasının da yolunu açıyor. Türkiye Cumhuriyeti tam da Mustafa Kemal’in işaret ettiği gibi, ölülerden medet umulan, şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi oluyor. Özel mülkiyetin dine, dinsel kurum ve uygulamalara, şeyhlere, dervişlere, müritlere ve meczuplara ihtiyacı mütemadiyen yeniden ürettiği toplumsal koşullar, bugünkü gericiliğin ürediği bataklığı oluşturuyor. Gericiliğin reddi, gericiliğin içinde ürediği bataklığın yani özel mülkiyet düzeninin reddini gerekli kılıyor.

Gericiliğin bulaşmasını ve belirtilerini görmemek toplumun bu salgına karşı direncini düşürüyor ve yayılması tehlikesini büyütüyor. Bu nedenle, çatlak sesi çok çıkanların suskunlukla geçiştirdiği bu tehlikeye karşı halkımızı uyarmak, salgının kaynağına karşı harekete geçmek acil bir görevdir.

GHA rastgeldiği gericilik örneklerine ve kaynağına ışık tutmayı sürdürecek.