30 Kasım 2010 Salı

GERÇEK OLAMAYACAK KADAR “GÜZEL”

CHP’DE KILIÇDAROĞLU DÖNÜŞÜMÜNE NASIL YAKLAŞILMALI?- 4
1974-80 DÖNEMECİNDEN DERSLER

Yazı dizimize, Kılıçdaroğlu’nun başkanlığı etrafında estirilen CHP rüzgarı hakkında tarihsel hatırlatmalara dayanan uyarılar yapma kaygısıyla başlamış, ilk yazımızda 1920-1923 dönemecinde TKP’nin kurucu kuşağının bağımsızlık savaşının burjuva önderliğine güven duymakla sürüklendiği trajik sonu aktarmış, ikinci yazımızda ise, 1946-1950 dönemecinde likidasyon bataklığında üreyen burjuva-sosyalizmi akımının soldaki etkilerini ele alarak, günümüze dek süren burjuva kuyrukçuluğu geleneğinin çıkış noktasının bu sol-liberal siyaset geleneği olduğunu belirtmiştik. Üçüncü yazımızda 1965-71 dönemecinde ilerici-yurtsever-sol güçler safında iki ana eğilimin varlığından sözedilebileceğini, ilk eğilimin yani burjuva-liberal güçlerin kuyruğunda meşrulaşmayı, kendine rol ve alan açmayı gözeten sağ eğilimin, TİP içinde Aybar tarafından, MDD hareketi içinde ise Mihri Belli öncülüğündeki Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergi çizgisi tarafından temsil edildiğini, ikinci eğilimin ise, sol ve devrimci safların burjuvaziden bağımsızlaşması arayışını gözettiğini, TİP içinde Boran-Aren öncülüğündeki Emek Dergisi çizgisi tarafından ve MDD hareketi içinde ise Mahir Çayan öncülüğündeki Dev-Genç ile THKP-C oluşumu ve Deniz Gezmiş-Hüseyin İnan öncülüğündeki THKO oluşumu tarafından temsil edildiğini belirtmiştik. Kendi aralarındaki bölünmelerin giderilmesi için ve burjuvazinin etkisinden ideolojik-politik-örgütsel olarak bağımsızlaşmanın tamamlanması için katedilmesi gereken mesafenin henüz tamamlanmadığı ve o gün için bir süre daha ayrı kanallardan akmaya devam etmesinin kaçınılmaz olduğu koşullarda, sosyalist gelenek ve sosyalist esinli devrimci demokrat damar, göğüslemeye hazır olmadığı erken bir çatışmaya zorlanmıştı. THKP-C ve THKO “gökyüzüne karşı ayaklanmaya” mecbur kalmış, TİP ve DDKO susturulmuş ve esir alınmıştı. Yenilginin, burjuvazinin ideolojik ve politik vesayetinden ve örgütsel denetiminden bağımsız bir hareketi, hem ideolojik olarak hem politik olarak hem de örgütsel olarak bağımsız bir hareketi oluşturma ve sürdürme ihtiyacının netleşmesini davet ettiğinin altını çizmiş, bu ihtiyacın örgütsel bağımsızlık güvencelerine dayandırılmasını, hareketimizin devrimci-demokrat ve geleneksel sosyalist damarlarının birliği zemininde işçi sınıfı hareketi içinde kök salmasının esas alındığı bir siyasal arayışı doğurduğunu aktarmış, bu arayışın 1965-71 dönemecinin siyasal mirasını ve bunlardan türeyen dersleri 12 Mart sonrasına devreden başlıca kanal olarak hareketimizin şekillenmesine kaynaklık ettiğini belirtmiştik. 12 Mart koşullarında oluşmaya başlayan bu çevrelerin, burjuvazinin farklı odaklarının ideolojik-politik-örgütsel belirlemesinden kopmayı esas aldığını, “Sosyalist Parti için Teori Pratik Birliği” dergisi çevresindeki aydınlar arasında ve işçi sınıfı hareketi içinde 12 Mart koşullarında örgütlenen yuvarlarda oluşan  mihrakların hareketimizin başlangıç noktasını oluşturduğunu, burjuva öznelerin peşine takılma siyasetini reddeden, bağımsız bir ideolojik siyasal çizgiyi örgütsel güvencelere kavuşturmayı temel alan, bilimsel sosyalizmi ve işçi sınıfının öncülüğünü esas alan bu çizginin, 16 Haziran 1974’de, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin yasal olarak kuruluşuyla açığa çıktığını hatırlatmıştık. Geçen yazımızın nihai değerlendirmesinde, 1965-71 dönemecinin 1970’lere devrettiği en önemli mirasın, TİP, DDKO,THKP-C, THKO zeminlerinde başlatılmış olan ve burjuvaziden bağımsız bir siyasal çizginin işçi sınıfı hareketinin ve sosyalist aydınların birleştiği nehir yataklarında hayata geçirilmesinden hareket eden TSİP’in ortaya çıkışı olduğunun altını çizmiştik. Bu yazımızda, burjuva-liberal güçlerin takipçiliğinden sıyrılan hareketimizin bu önemli atılımının derslerini, bu sürecin 1974-80 dönemecindeki sonuçlarını ve etkilerini aktarmaya devam edeceğiz.

1960’larda TİP içinde ve giderek dışında gelişen sosyalist ve devrimci hareketin burjuvaziden bağımsızlaşmayı gözeten öbekleri esas olarak iki ayrı kanaldan ilerleyerek yol alıyordu: İşçi sınıfı siyasal hareketi geleneğinden esinlenen komünist sol ve öğrenci hareketinden, köylü hareketinin halkçı-devrimci geleneklerinden ve Kürt ulusal demokratik akımından beslenen devrimci sol.

TİP yönetimindeki Aybar’ın kişisel liderlik anlayışını öne çıkartan, kolektif örgütlülük ve Leninist öncülük ilkelerine uzak, popülist, milliyetçi, parlamentarist, liberal ve reformist bir ideolojik-siyasal bulamaca dayanan burjuva sosyalizmi, gelişen kitle hareketlerinin gerisinde kalarak etkinliğini ve inandırıcılığını hızla yitirmeye başlamıştı. 1968 Çekoslovakya olayları’nda Aybar’ın anti-sovyet bir tutum takınması, Aybar’cı burjuva sosyalizminin karşısında yer alan TİP içindeki sağlıklı unsurların Behice Boran ve Sadun Aren liderliğinde EMEK dergisi etrafında toparlanmasını ve Aybar’ı TİP yönetiminden uzaklaştırmasını doğuran gelişmeleri hızlandırdı. Ancak TİP liderliğini Aybar ile paylaşan EMEK grubunun, 12 Mart darbesiyle karşılaştığı koşullarda, burjuva sosyalizminin ideolojik siyasal etkilerinden henüz bütünüyle muaf bulunmaması, bilimsel sosyalizm doğrultusundaki evriminin eksikleri ve zaafları, TİP kapatıldığında ve önderleri hapsedildiğinde, bu grubun 12 Mart’a hazırlıksız yakalanmasına, darbeye karşı anlamlı bir toplumsal direnci örgütleyememesine, pasif bir teslimiyete yol açtı.

TİP içindeki burjuva sosyalizminin pasifizmine ve liberal reformist çizgisine olduğu kadar MDD hareketinin sağcı, cunta kuyrukçusu eğilimlerine de başkaldıran devrimci sol akımın geçen yazımızda vurguladığımız burjuvaziden bağımsızlaşma arayışları da, 12 Mart arefesinde ideolojik siyasal evrimini ve örgütsel hazırlıklarını henüz tamamlayamamış olduğu koşullarda, darbecilerin savaş ilanıyla yüzyüze geldi. Devrimci sol akımın iki ana mihrakı “gökyüzüne karşı savaş açmayı” göze aldı, teslim olmadı ama önderlikleri imha edildi. Kürt ulusal demokratik hareketinin Kürt aydınlarından, yoksul köylülerden ve kentli küçük-burjuvaziden beslenen kolları da 12 Mart faşizminin baskı ve terörü altında susturuldu ve sindirildi.

Hareketimizin kökenini oluşturan çevreler de, Aybar’cı  ve MDD’ci burjuva sosyalizminden, burjuva sosyalizminin TİP önderliğindeki EMEK grubunda ve küçük-burjuva devrimciliğinin devrimci sol akımda gözlenen  etkilerinden ayrışmaya başlamış, Sosyalist Parti için Teori-Pratik Birliği Dergisi etrafında siyasal-ideolojik evrimini geliştirmeye koyulmuştu. Hareketimizin çekirdeği, işçi sınıfı içinde oluşturduğu yuvarlar temelinde örgütsel hazırlıklarını olgunlaştırmaya başlamıştı. 12 Mart darbesinin bastırmasıyla bu çabaları yeraltına itilmeye zorlanan hareketimiz mayalanmasını 12 Mart koşullarında sürdürmeye devam etti.

12 Mart faşizminin baskı ve terör siyaseti, komünist sol ve devrimci sol akımın önderlerini imha ederek ve mahpushanelere doldurarak saflarımızda genel bir dağınıklığa ve örgütsüzlüğe yol açtı. Hareketimizin kökenini oluşturan kadroları nisbeten koruyabildiği ve ideolojik siyasal evrimini sürdürebildiği bu dönem, büyük sermayenin ve devletin vesayetinden ideolojik-siyasal-örgütsel olarak bağımsızlaşma eğiliminin hareketimiz etrafında toparlanma eğilimlerini güçlendirdi. İşçi sınıfı hareketinden, marksist-leninist formasyonu olgunlaşan sosyalist aydınlardan, bilimsel sosyalizmin etkisi altındaki Kürt aydınlarından ve devrimcilerinden, tutuklamalardan korunabilmiş TİP kadrolarından ve devrimci sol unsurlardan beslenen hareketimiz, 1974 yılında TSİP’i kurarak yasal siyaset alanına örgütlü müdahale olanağını yakaladı.

12 Mart Faşizmi’nin baskını, burjuvazi açısından aceleci ve apar topar girişilmiş nisbeten plansız ve hazırlıksız bir darbe girişimiydi. Örgütsel ve siyasal gelişimini tamamlayamadan komünist ve devrimci sol akımı bastırmaya ve imha etmeye, ordu içindeki ilerici yurtsever kıpırdanmaları tasfiye etmeye öncelik veren 12 Mart’çılar, burjuvazi içindeki dengelerin elvermemesi nedeniyle parlamentoyu kapatamadı, 1961 Anayasası’nın sağladığı nisbi demokratik hak ve özgürlükleri budamakla yetindi. 12 Eylül’de olduğu gibi kapsamlı bir ideolojik-siyasal saldırıyı ve faşist bir yeni rejim inşasını tam anlamıyla gerçekleştiremedi. Faşizan baskı ve terörle damgalanmış birkaç yılın ardından yükselen toplumsal muhalefetin ve demokrasi mücadelesinin etkisiyle 12 Mart’ın nihai bilançosu, gericileştirilmiş ve tahkim edilmiş bir burjuva demokrasisi oldu. 1973 seçimleriyle birlikte cuntacılar ipleri elinden kaçırdı, istedikleri Cumhurbaşkanı adayı seçilemedi, seçimlerin yapılması engellenemedi ve seçim sonuçlarına ilişkin cunta beklentileri tersyüz oldu.

Sosyalistlerin yasaklar ve baskılar nedeniyle katılamadığı 1973 seçimlerinde, halkın demokrasi ve özgürlük taleplerini kendilerine kanalize ederek oylarını artıran CHP ve MSP işbaşına geldi. 12 Mart’ın basına yönelik kısıtlamalarının gevşemesiyle, örgütlenme ve siyasal faaliyet üzerindeki yasaklarının esnemesiyle birlikte, “Genel Af” talepleri gündeme egemen oldu. Demokrasi mücadelesinin yükselmesi, büyük sermayenin ve siyasi gericiliğin bütün hiziplerinin karşı koyuşuna rağmen 12 Mart’ın hukuk-dışı sonuçlarının iptal edilmesini, zindanların kapılarının aralanmasını, TİP, THKP-C, THKO, DDKO kökenli siyasal tutukluların ve mahkumların özgürleşmesini sağladı. İşçi hareketi DİSK ve TÖB-DER kanalından, ilerici gençlik hareketi İYÖKD ve ADYÖD kanalından, Kürt ulusal demokratik hareketi DDKD ve DHKD kanallarından yeniden canlandı. TSİP, bu kritik dönemde işçilerin sendika seçme hak ve özgürlüklerine ilişkin taleplerine “referandum” kampanyasıyla öncülük etti, öğretmen hareketinin TÖB-DER’de birleşmesine, öğrenci hareketinin İYÖKD ve ADYÖD’de örgütlenerek birleşmesine önderlik yaptı, Viranşehir’de Kürt köylülerin katledilmesini kitlesel bir miting ile protesto etti. TSİP öncülüğünde kurulan GSB, genç çırak ve işçilerin kitlesel biçimde örgütlendiği ve öğrenci-işçi-köylü gençliğin birleştiği Türkiye’nin ilk komsomol tipi gençlik örgütü olarak gençlik hareketinin önüne geçti. 1975’de Türkiye tarihinde uzun yıllar sonra ilk kez işçi sınıfının uluslararası birlik-mücadele-dayanışma günü 1 Mayıs TSİP tarafından kitlesel bir toplantıyla kutlandı.

Toplumsal muhalefetin hızla büyümesi, burjuvazinin gerici siyasal reflekslerini bir defa daha harekete harekete geçirdi. MHP ve Ülkü Ocakları tarafından örgütlenen faşist tedhiş eylemleri, Kıbrıs olayları bahane edilerek tırmandırılan şovenizm ortamında muhalefetin merkezi büyük şehirlerde sıkıyönetim ilanıyla birlikte ve CHP-MSP koalisyon hükümeti devrilerek AP öncülüğünde kurulan Milliyetçi Cephe hükümeti himayesinde hız kazandı. İlerici gençler, işçi önderleri, aydınlar sokak ortasında teker teker vurulmaya başlandı. Sosyalist ve devrimci hareketin 12 Mart koşullarında sürüklendiği dağınıklığın ve örgütsüzlüğün etkisiyle bölünmeler yaşaması, faşist saldırganlığın ve MC hükümetinin tırmandırdığı siyasal gericiliğin karşısında işçi sınıfının merkezi birleşik siyasal otoritesinin kurulmasını güçleştirdi. Bu ortamda şiddetlenen sınıf mücadelesi, siyasal sahnede MC ile CHP arasındaki mücadele görünümüne büründü.

Cezaevinden çıkan Boran ve arkadaşları tarafından kurulan TİP’in, ülke içinde kendi örgütlenme atılımına girişen TKP Dış Bürosu’nun, özgürlüklerine kavuşan THKP-C, THKO, DDKO kadrolarının farklı dergi çevreleri ve dernekler etrafında yeniden bir araya gelme çabaları, çoğu zaman sekter ve hareketin genel gelişmesine zarar veren rekabetçi siyasal çizgilerini derinleştirdi. Dünya Komünist ve İşçi Hareketi’nin yaşamakta olduğu ideolojik ve siyasal bölünmelerin çoğu zaman eksik ve yanlış yorumlanmasına da yaslanan ve buralardan meşruiyet devşirmeye çalışan bu çabaların toplam sonucu, sosyalist ve devrimci hareketin parçalı- kırıklı bir yapıya sahip olması, işçi sınıfı sosyalizminin merkezi bir siyasal otorite oluşturmasını engellemesi, siyasal kadroların tamamının hareketin genel gelişiminin gerisinde kalması oldu. Bu durum, 1977 yılına varıldığında, yüzbinlerce işçiyi 1 Mayıs meydanında toplayabilen, kitlesel gençlik örgütleri çevresinde onbinlerce genci mücadeleye sevkedebilen, eli-sözü ülkenin en ücra köşelerine dek uzanabilen hareketimizin toplumsal açıdan bir dev ama siyasal açıdan bir cüce varlığına sahip olması anlamına geliyordu. İdeolojik ve politik sapmaların kuvvet kazandığı bu dönemde, hareketimizin büyük gövdeleri, faşist saldırganlığın ve MC tarafından temsil edilen siyasal gericiliğin tehdidi altında, burjuvazinin liberal ve demokrat siyasal seçeneklerinin peşine takıldı. TİP ve TKP-Dış Büro CHP takipçiliğini siyaset ilkesi durumuna getirdi. Devrimci Yol CHP mitinglerinde siyasal ifade ve temsil arayışı peşinde koştu. DİSK CHP’nin payandası haline getirildi. İşçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki toplumsal kutuplaşma, politik sahnede temsil edilemedi. Siyasal hareketimizin sürükleyici gövdeleri, kitlelerin kendiliğinden ve geri bilincinin peşinde sürüklenmeye, kendiliğindenliğe övgü yağdırmaya ve bunu siyasal faaliyet saymaya başladı. Sosyalist ve devrimci siyasal mücadele, işçi sınıfının ekonomik hak ve talepler için giriştiği tekil, sınırlı ve kısmi mücadelelere, öğrenci hareketinin faşizme karşı can güvenliği ve akademik demokratik talepler için giriştiği tekil mücadelelere indirgendi. Bunun siyasal karşılığı ise, seçimlerde, siyasal miting ve gösterilerde CHP kuyruğuna takılmak, siyasal mücadeleyi CHP’ye emanet etmek biçiminde kendini gösteriyordu. Sınıf mücadelesini zahiri olarak MC-CHP kutuplaşmasına emanet edenleri sorgulayan işçi sınıfı sosyalizmi, hareketimizin siyasal temsilindeki boşluğu neden dolduramadığımızı soruyor, “Ekonomik-demokratik hareket içindeki etkinlik niçin siyasal planda yoktur?” sorusuna yanıt arıyordu. 1977 yılında bu soruna parmak basan bir İLKE yazısında, “bugün değilse yarın, yarın değilse öbürgün bu sorular sosyal pratik tarafından mutlaka herkese dayatılacaktır” uyarısı yapılıyordu.

İşçi sınıfı sosyalizminin 1977 yılında bu sorgulamaya yanıtı belliydi: “İleri kitleler, tek bir sosyalist siyasal hareketin merkezi etrafında toplanmış olmadığından (böyle bir merkezi otorite bulunmadığından) işçi sınıfının bağımsız politik güçlerinin siyaset arenasındaki durumları zayıftır”.

1970’lerde toplumsal-sınıfsal kutuplaşmanın MC-CHP çatışması görünümüne bürünmesi, hareketimizin devrimci-demokrat-sol eğilimlerinde bu zahiri çatışmayı bir yandan da küçümseme biçiminde algılanıyordu. “Oligarşinin iç çatışması” biçiminde burun kıvrılan ve sivri ucunu faşist tedhişin temsil ettiği siyasal gericilikle mücadelede demokrasi güçlerinin (CHP dahil) birliğini toplumda mücadele halinde olan güçlerden bağımsız ve soyut bir olay gibi görmek yaklaşımını sakatlayan metafizik anlayış, devrimci-demokrat-sol güçleri politika-dışı bir konumu benimsemeye itiyordu. Bunun pratikteki karşılığı, siyasal görevlere yan çizmek, burjuvazinin karşısına bağımsız siyasal bir seçenek olarak çıkmaktan geri durmak, bütün bu gereklerin dayattığı siyasal örgütlenmelerden ve siyasal ittifak ilişkilerinden uzak durmak, siyasetin kapsamını gündelik kendiliğinden hareketin kuyruğunda sınırlı-yerel-tekil görevlere daraltmak oluyordu. CHP ile AP önderliğindeki Milliyetçi Cephe’yi “ikiz kardeş” olarak gören bütün eğilimler, bu partilerin sınıfsal niteliklerini, CHP tabanında temsil edilen küçük-burjuvazinin taleplerini, işçi sınıfı hareketinin CHP üzerindeki etkilerini görmezden geliyor, küçük-burjuva kitlelerin demokratik çıkar ve taleplerini bir siyasal ittifak konusu olarak değerlendirmiyordu. Demokrasi güçlerini birleştirmenin gereğini görmezden gelen bu sekter tavrı pratikte kuyrukçuluk tamamlıyor, siyasal talep ve hedeflerin gerçekleşmesi için yürütülen mücadele aynı CHP’nin politik temsiline emanet ediliyordu.

1970’lerde sosyalist ve devrimci hareketimizin büyük gövdelerinin ortak yanılgısı, burjuvaziden bağımsız bir siyasal örgütlenme ve mücadele çizgisi doğrultusunda birleşmek yerine, siyaseti burjuvazinin demokratik ve liberal seçeneklerine emanet etmek oldu. Sosyalist ve devrimci siyaset, ekonomik-demokratik talepler için yürütülen hareketlerle, sendikal ve gündelik çıkarlar için mücadeleyle, öğrenci hareketlerinin okullarla sınırlı talepleriyle, faşist tedhişe karşı sokakta ve mahallelerde yürütülen tekil mücadelelerle sınırlandı ve daraltıldı, bu mücadelelerin siyasal temsili ve ifadesi burjuvazinin liberal-demokratik temsilcilerine terk edildi. TSİP’in bu dönemde 1979 ara seçimlerinde Kürt ulusal-demokratik hareketiyle ittifak yaparak Siirt, Mardin, Hakkari gibi illerde sağladığı başarı bir yana koyulursa, döneme damgasını vuran ana eğilimler, CHP kuyrukçuluğu, sendikalizm, sekterlik ve sol içi rekabet oldu. Hareketimizin 12 Eylül’de büyük sermayenin ve emperyalizmin kapsamlı ve planlı harekatı karşısında büyük bir yenilgiye uğramasına yol açan başlıca siyasal zaafları da bu eğilimlerden kaynaklanıyordu.   

GELECEK YAZIDA: CHP’DE KILIÇDAROĞLU DÖNEMECİNE NASIL YAKLAŞILMALI?-5
1980-2000 DÖNEMECİNDEN DERSLER