22 Kasım 2010 Pazartesi

GERÇEK OLAMAYACAK KADAR “GÜZEL”

CHP’DE KILIÇDAROĞLU DÖNÜŞÜMÜNE NASIL YAKLAŞILMALI?- 2

CHP’de Kılıçdaroğlu’nun başkanlığı etrafında estirilen rüzgar, sosyalist hareketimizin işçi sınıfıyla bağları zayıf ve küçük-burjuva ideolojisinin etkisine açık halkalarında yüzyıla yakın bir süredir tekrarlanagelen yanlışlara bir kez daha kapılma eğilimini besliyor. Bu tehlikeye karşı geçen yüzyılın kritik dönemlerinden tarihsel hatırlatmalar yaparak, tarihsel-toplumsal belleğimizi havalandırmaya başlamış, ilk olarak 1920-1923 dönemecinde TKP’nin kurucu kuşağının bağımsızlık savaşının burjuva önderliğine güven duymakla sürüklendiği trajik sonu ele almıştık. Bu yazıda ise, 1946-1950 dönemecinden çıkarılması gereken dersler üzerinde duracağız.

1945 sonrasında İnönü’nün Milli Şef rejimine karşı gelişen halk muhalefetinin unsurlarından “sosyalist sol”, kısa süren bir yasallaşma döneminin ardından baskı altına alınarak susturulmuştur. Burjuva rejiminin aydın ve işçi sınıfı damarlarıyla birlikte açığa çıkan “sosyalist sol”u ezme ve sindirme politikasının en önemli belirtileri, Tan gazetesi matbaasının 4 Aralık 1946’da CHP hükümeti tarafından sevkedildiği bilinen sokak zorbalarınca basılıp yıkılması, Mayıs ve Haziran 1946’da peşpeşe kurulan Esat Adil Müstecaplıoğlu liderliğindeki Türkiye Sosyalist Partisi’nin (TSP) ve Şefik Hüsnü liderliğindeki Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’nin (TSEKP) 16 Aralık 1946’da sıkıyönetim tarafından kapatılması, aynı yıl içinde sosyalistlerin öncülük ettiği ve pıtrak gibi gelişen işçi sendikalarının kapatılması olmuştur. Burada önemli bir ayrıntı, Milli Şef rejimine karşı CHP içindeki burjuva-liberal muhalefetinin temsilcisi olarak ortaya çıkan ve 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi oluşturan liderlerden Celal Bayar’ın ve diğer DP liderlerinin bu süreçteki rolü ve tavrıdır.

1945 sonrası süreçte, Milli Şef rejimine karşı gelişen burjuva-liberal muhalefetin bazı sözcülerinin “sosyalist sol”u temsil ettiği varsayılan bazı aydınlarla temas kurduğu ve yan yana gelme olanaklarını araştırdığı, “sosyalist sol” düşüncede olduğu düşünülen bazı aydınların da burjuva-liberal muhalefet ile “demokratik cephe” oluşturma gayesiyle hareket ettiği biliniyor. Bu karşılıklı arayışların tarihsel ve toplumsal koşulları, arayış içindeki öznelerin niyet ve hedefleri bilinmeden, bu sürecin anlaşılması mümkün değildir.

1908-1923 burjuva devrimi sürecinin saltanatın ilgası ve bir cumhuriyet rejimi kuruluşu ile tamamlanması, iki koşulun yerine getirilmesini gerekli kılıyordu: Burjuvazinin farklı kesim ve çıkarlarının farklı partiler tarafından temsil edilmesi ve bu temsilin ortak bir anayasa ve meclis hukuku çerçevesinde buluşturulması. Halk Fırkası içindeki “İkinci Grup”, “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” ve “Serbest Cumhuriyet Fırkası” bu çoğulculuk arayışlarının örnekleri oldu. Ancak burjuva cumhuriyetçi çoğulculuk arayışları, bir yandan emperyalizme ve burjuvazinin egemenliğine karşı dünya devriminin cephesinden dahil olup mücadele eden TKP’nin bağımsız çıkışıyla, diğer yandan burjuva cumhuriyetinin kurucu siyasal kadrosuna muhalefet eden eski rejimin yönetici zümresinden arda kalan kalıntıların yani eski İttihat ve Terakki Fırkası’nın Enver’ci hizip önderlerinin, Osmanlı Saltanatı’nın ve Hilafetin restorasyonu gayesini güden gerici-şeriatçı-padişahçı-mandat yanlısı akımların, Kürt büyük toprak sahipleri ile aşiret önderlerinin öncülük ettiği Kürt milliyetçisi eğilimlerin sahneye eşzamanlı dahil olma girişimleriyle yüzyüze geldi. Mustafa Kemal önderliğindeki Halk Fırkası ve Ordu’nun ileri gelen paşaları, burjuva cumhuriyetin temellerini sorgulayan, çoğulculuk çerçevesini rejime karşı muhalefet biçiminde zorlayan bu girişimlerin hepsini eşzamanlı olarak bastırmaya ve susturmaya yöneldi. Rejime sadık bir çoğulculuk uygulamasını istikrarlı ve normalleştirilmiş bir anayasal cumhuriyet temelinde kurmayı başaramayan Halk Fırkası önderleri, toplumsal ilerleme yanlısı politik özneleri de kurban ederek, gericiliği ezmeyi gözetti. İşçi sınıfı hareketinin o yıllarda bağımsız bir siyasal örgütlenmenin koşullarını oluşturmaya yetmeyen cılız gelişimi, özellikle İkinci Dünya Savaşı ortamında, TKP’nin yarı-otolikidasyonuna ve sonuçta ülke topraklarında kök salamayan embriyonik bir varlığa sahip olmasına, 1960’lara kadar devam eden nesnel bir zemin meydana getiriyordu. Gerici-padişahçı-şeriatçı cephe ve Kürt aşiret önderleri ise Milli Şef rejimi yıllarında sindirildi, yarı-feodal ilişkileri sürdürmeye dönük siyasal ve toplumsal gayeleri bakımından tarihsel olarak anakronik bir varlığa sahip oldu ve mülk sahibi sınıflarla nesnel ilişkileri zemininde CHP içinde yuvalandı. 2. Dünya Savaşında faşizmin ezilmesi ve demokrasi mücadelesinin uluslararası düzlemde zaferi, savaş yıllarında sağladığı sermaye birikimiyle belirli bir büyüklüğe erişen burjuvazinin, büyük tüccarların ve büyük toprak sahiplerinin uluslararası sermaye ile bütünleşme eğilimlerini güçlendirdi, CHP içindeki bu unsurların düzene sadık bir muhalefet girişimine yönelmelerini kolaylaştırdı. Rejimin kurucu iktidar kadrolarını oluşturan CHP-ordu-devlet bürokrasisi koalisyonu, muzaffer sosyalizmin askeri ve siyasal açıdan güçlenmesinin ve bir dünya sistemi haline gelmesinin kapitalist sisteme karşı nesnel olarak uluslararası bir tehdit yarattığı ve bunun ülke içindeki burjuva egemenliği açısından da bir tehdit oluşturduğu algılamasından hareketle, siyaseten Batı emperyalizmine yanaşmaya ve işçi sınıfını hariçte tutacak bir çoğulcu cumhuriyet rejiminin kuruluşuna açılabildi. İşte bu nesnel koşullarda, padişahçı-hilafetçi bir rejim tehdidinin artık anakronik bir siyasal tehdit oluşturduğu ve burjuva cumhuriyetinin temellerininin geri dönüşe elvermeyecek düzeyde sağlamlaştığı saptamasıyla, CHP-ordu-devlet bürokrasisi koalisyonu öncülüğünde siyasal rejimin ve ülke kapitalizminin liberalleştirilmesine başlandı. Milli Şef İsmet İnönü, 1 Kasım 1945’de TBMM açılışında verdiği söylevde, burjuva cumhuriyetinin yeniden yapılanmasına yönelik görüşlerini açıklarken, rejime sadık bir muhalefet ihtiyacına işaret ediyor, “Bizim tek eksiğimiz hükümet partisinin karşısında bir muhalefet partisinin bulunmamasıdır” beyanında bulunuyordu. (Özgür Gökmen, Vesikalı Yakın Dönem Tarihimiz, Başbakan’a bir Mektup: Demokrat Parti ve Sol, Kebikeç, Sayı 23, sf 394, 2007)

1945 sonrasında, Milli Şef rejiminin burjuva liberal temelde yeniden yapılandırılmasına yönelik ilk adımların yarı-otolikidasyon sürecindeki “sosyalist sol”un da önünü açtığı algısıyla hareket eden ve uluslararası cephedeki demokratik gelişmelerden de cesaret alan bazı ilerici ve solcu aydınların, bu döneme farklı denemelerle ve girişimlerle yaklaştığı biliniyor. Bazıları TKP ile ilişkili veya TKP’ye yakın duran aydınların bu dönemde DP önderleriyle yakınlaştıkları, DP ile demokratik bir cephe oluşumunu tasavvur ettikleri, hatta DP listelerinden milletvekili adayı oldukları görüldü. Birlikte yayın faaliyetlerine kalkıştıkları, burjuva-liberal akımın şemsiyesi altında ve DP’nin peşinde bir demokratikleşme ve özgürlük beklentisi taşıdıklarına tanık olundu.

Rasih Nuri İleri 1945 sonrasında sosyalist sol çevrelerde oluşan “Demokrat Parti’nin şemsiyesi altında demokratikleşme ve siyasal özgürlüklerin kazanılması” beklentisine dair liberal yanılsamaları en erken fark eden, dile getiren ve eleştiren TKP önderlerinden biri olmuştu. Rasih Nuri İleri, Tan Gazetesi baskını ve sonrasında yeni kurulmuş TSP ve TSEKP’nin, sol yayınların ve işçi sendikalarının sıkıyönetim tarafından kapatılmasına ilişkin mecliste yapılan tartışmalarda, CHP’li Başbakan Saraçoğlu DP’yi sol ile işbirliği yapmakla itham ettiğinde, Celal Bayar’ın bu ithamı göğüslemek yerine, ithamı gerisin geri CHP’li hasımlarına fırlattığını, Mustafa Kemal’in içişleri bakanı Cami Baykurt’u ve dışişleri bakanı Tevfik Rüştü’yü komünist serserilerle ağız birliği yapmakla suçladığını anımsatıyordu. (Rasih Nuri İleri, 27 Mayıs ve Menderes’in Dramı, Yalçın yayınları, 3. Basım, 1986 sf.10)
Milli Şef İnönü’nün yeni rejime sadık bir muhalefeti şekillendirme çabası, tıpkı bugünkü AKP’nin siyasal önderlerinin ve liberal ideologlarının, AKP tarafından kurulmaya çalışılan yeni rejimin temellerine (emperyalizmin siyasetine ve hedeflerine) uyum sağlamış bir muhalefet ihtiyacına işaret eden bir söylemle CHP’yi ve bugünkü Düzen Partisi saflarını eleştirmelerine ve şekillendirme çabalarına benziyordu. Yönetici yeni oligarşinin (yeni iktidar blokunun) kendisinin ayna aksi bir muhalefet ihtiyacını dile getiriyordu. CHP’de gerçekleştirilen Kılıçdaroğlu operasyonuyla kurulan yeni yönetim ve şekillenmeye başlayan yeni siyaset, 12 Eylül 2010 anayasa halkoylaması sonrasında bu yeni muhalefet ihtiyacını karşılamaya yönelik bir ideolojik-siyasal değişimin işaretlerini vermektedir.
Rejimin siyaset sahnesini burjuvazinin emperyalizm ile bütünleşme hedeflerine göre düzenleme ve bu hedefler doğrultusunda kendi sadık muhalefetini yaratma girişimlerinin sürdüğü 1946-1950 dönemecinde, sosyalist hareketin içine düştüğü yanılgı, burjuva muhalefetinin peşine takılarak kendine bir rol tayin etmeye çalışmasıydı. Rasih Nuri İleri’nin tanıklığı, yarı-otolikidasyon sürecindeki TKP’nin ve etkilediği sol aydınların ve işçi çevrelerinin liberal bir yanılsamayla burjuva liberal kampın kuyruğuna takıldıklarını, dönemin uluslararası koşullarını, Hitler’ci kampa karşı Sovyet-Batı ittifakını, dünya komünist ve işçi hareketinin halk cephesi politikalarını yanlış yorumladıklarını doğruluyor. TKP adına konuşanlar bu dönemde DP’yi aktif biçimde destekledi, popülist harekete önderlik eden burjuvazinin peşine takılmanın teorisini geliştirdi. (Çağlar Keyder, aynı eser) “1945’de DP kurucuları ve Sol, Milli Şef Dikta rejimine karşı “Demokratik Cephe’yi beraberce kurmuşlardı”. (Rasih Nuri İleri, 27 Mayıs ve Menderes’in Dramı, Yalçın yayınları, 3. Basım, 1986 sf.10)  Mehmet Ali Aybar’ın DP listesinden Bursa’da milletvekili adayı olması, Zekeriya ve Sabiha Sertel’ler ile birlikte Tan Gazetesi’ni DP’lilerle ortak bir kürsü haline getirmesi, Sertel’ler, Aybar, Esat Adil gibi sosyalistlerin DP’yi kuracak ekip ile birlikte Tan Matbaasında toplantılar yapması, birlikte yayınlanan Görüşler Dergisi, bu liberal-sol koalisyonun belirtileriydi. Tan Matbaası baskını şekillenmekte olan bu liberal-sol blokun dağılmasıyla sonuçlandı. Böylece rejimin sadık muhalefetinin sol etkilerden arındırılmış olarak düzenlenmesi güvence altına alındı. 1946 Ocak ayında kurulan DP’yi izleyerek aynı yılın Mayıs ve Haziran aylarında yasal olarak kurulan 2 sosyalist partinin (TSP ve TSEKP) ve işçi sendikalarının yıl sonunda kapatılması, bu süreci tamamladı.  Esat Adil’in TSP girişimi 1948’de aklanarak 1950’de yeniden açıldı. TSP 1950’de DP’nin seçim zaferini, tıpkı bugün Ömer Laçiner’in AKP için yaptığı değerlendirmede olduğu  gibi, bürokratik vesayete karşı burjuvazinin iktidara gelişi olarak selamladı ve destekledi. (Hasan Tanrıkut, “Burjuvazi İktidarda, Gerçek 24.5.1950, sf:2,4) Siyasal hak ve özgürlüklerin tanınmasını DP’den bekleyen ve TSEKP çevresindekilerin (Şefik Hüsnü, Rasih Nuri İleri) eleştirdiği liberal burjuva kuyrukçusu ulusalcı sosyalist yaklaşım çok geçmeden iflas edecek, meşhur TCK 141-142. Maddeleri 1951’de ağırlaştırılacak, 1951 TKP tutuklamaları ardından sıra leninizmi reddettiğini belirttiği halde TSP’nin kapatılmasına gelecekti.
TKP’nin etki alanındaki bazı sol görüşlü aydınların DP’nin gelişmekte olan ve bugünkü AKP söylemine de damgasını vuracak popülist söyleminde yer tutmuş bürokratik vesayet eleştirisinin ne oranda Tan çevresindeki liberal-sosyalist aydınlardan kaynaklandığı, düşünülmesi gereken bir saptamadır. (Çağlar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İletişim yay. İstanbul 2003, sf.170) Nitekim TİP’in ilk kuruluş yıllarında Genel Başkanlığı üstlenen aynı Mehmet Ali Aybar’ın izlediği siyasal çizgi, bürokratik vesayet eleştirisine ağırlık veren, kaba bir popülizme dayanan liberal burjuva sosyalizmini temsil ediyordu. TİP’in ilk yıllarında, kapitalizmin bilimsel sosyalist eleştirisinin yerine, Aybar’ın ağzından dile getirilen ceberrut devletin liberal-sol eleştirisi işitiliyordu. 1960’lı-70’li yıllarda CHP kuyrukçuluğunun teorisini geliştiren TKP Dış Büro ekibine, 1990’larda 2000’lerde Nabi Yağcı, Ömer Laçiner ve Ufuk Uras gibi AKP kuyrukçularına uzanan liberal burjuva sosyalizmi geleneğinin türediği kaynak, bu liberal-likidasyon bataklığıdır. CHP’yi AKP ekseninde liberal bir çizgide yeniden yapılandırma girişimi, bugün Kılıçdaroğlu öncülüğünde yürütülüyor. Kılıçdaroğlu üzerinden demokratik hak ve özgürlüklerin elde edilmesi beklentisini yayanlar ve AKP’nin inşasına giriştiği yeni rejime sadık burjuva muhalefetinin kuyruğunda solculuk yapma düşlerini besleyenler, komünistleri bu liberal-likidasyon bataklığına çağırıyor.  İşçi sınıfı sosyalizmi, 1946-1950 sürecinin dersleri unutmamalı ve burjuva sosyalizminin yaydığı hayallere karşı uyanıklığını korumalıdır.
GELECEK YAZIDA: CHP’DE KILIÇDAROĞLU DÖNEMECİNE NASIL YAKLAŞILMALI?-3
1960-1971 DÖNEMECİNDEN DERSLER