24 Kasım 2010 Çarşamba

GERÇEK OLAMAYACAK KADAR “GÜZEL”

CHP’DE KILIÇDAROĞLU DÖNÜŞÜMÜNE NASIL YAKLAŞILMALI?- 3

1965-71 DÖNEMECİNDEN DERSLER

Yazı dizimize, Kılıçdaroğlu’nun başkanlığı etrafında estirilen CHP rüzgarı hakkında tarihsel hatırlatmalara dayanan uyarılar yapma kaygısıyla başlamış, ilk yazımızda 1920-1923 dönemecinde TKP’nin kurucu kuşağının bağımsızlık savaşının burjuva önderliğine güven duymakla sürüklendiği trajik sonu aktarmış, ikinci yazımızda ise, 1946-1950 dönemecinde likidasyon bataklığında üreyen burjuva-sosyalizmi akımının soldaki etkilerini ele alarak, günümüze dek süren burjuva kuyrukçuluğu geleneğinin çıkış noktasının bu sol-liberal siyaset geleneği olduğunu belirtmiştik. Üçüncü yazımıza sıra gelene dek, hayat bir kez daha önümüze geçti, Kılıçdaroğlu ve çevresinde oluşan yeni CHP çizgisinin sırları dökülmeye başladı. Yakın tarihin liberal, pro-emperyalist, gericilikle tavizler üzerinden uzlaşma beklentilerini toplumun sol açık kesimlerine yaymayı iş bilen ve gericilikle aynı kulvarda yarışa çıkan bildik CHP politikaları ve bu politikaların bildik yüzleri bir kez daha siyaset sahnesinde arz-ı endam etmeye başladı. Böylece güzel ülkemizin umut verici hareketliliği, daha üçüncü ayında yazı dizimizin politik işlevini aşan bir etkinliğe ulaştı ve Kılıçdaroğlu’nun etrafında şekillendirilmek istenen yeni çizginin sol gösterip sağ vurduğunun anlaşılmasını kolaylaştırdı. CHP tabanında, seçmenler ve örgüt alt kademelerindeki gençler arasında, daha şimdiden, CHP’nin de cumhuriyet düşmanları cephesinin saflarına katılmaya yöneldiği algısı yaygın biçimde tartışılıyor ve hızla yerleşiyor. Bu nedenle, Kılıçdaroğlu meselesini eleştirilerimizin merkezinden çıkarmak, CHP içinde ve dışında pusulasını arayan %42’lik “Hayır Cephesi”ne, ilerici-yurtsever-cumhuriyetçi güçlere aradıkları program ve örgüt birliğini önermenin yollarını aramak, artık birinci önceliğimiz olmalıdır. Bu koşullarda, yazı dizimizin bundan sonraki bölümlerinin Kılıçdaroğlu’nun niyet ve politikalarının sergilenmesinden ziyade sosyalist hareketimizin kadrolarına tarihten dersler aktarma çabası olarak okunması daha yararlı olacaktır. 

1965-71 dönemecinde Türkiye ilerici-yurtsever-sol güçlerini  belirleyen köşe taşları, TİP, DİSK, DEV-GENÇ, THKP-C, THKO, DDKO ve 9 MART CUNTASI, toplumsal-siyasal arka planı ise 27 Mayıs Anayasası’nın olanak verdiği nisbi demokratik ortamda işçi sınıfı hareketinin ve öğrenci eylemlerinin hızlı yükselişi olarak tarif edilebilir. Dönemin dünya koşulları, emperyalist kampın askeri ve siyasal saldırganlığını temsil eden “soğuk savaş” siyasetinin sosyalist sistem tarafından dizginlenip dengelendiği, uluslararası ortamda barış ve yumuşama siyasetinin ağırlık kazandığı, kapitalizmin savaş sonrasındaki 20 yıllık devlet destekli sermaye birikiminin yarattığı görece “refah” ortamının küresel düzeyde tıkanma belirtilerinin çoğaldığı, kapitalist sisteminin çevre ülkelerinde 19. yüzyıldan kalma sömürgecilik biçimlerinin çökmesi sonrasında sömürgecilik kalıntısı rejimlere ve yeni-sömürgeciliğe karşı anti-emperyalist yurtsever devrimci hareketlerin yükseldiği ve sosyalist sistemin çevresinde bir anti-emperyalist rejimler ittifak çemberinin oluştuğu bir sahne üretti. Dünya Devrimci Süreci, bu dünya koşullarında, 1960’lardan başlayarak 20 yıl sürecek bir canlanmaya tanık oldu. Kapitalist ülkelerde canlanan ve yükselen işçi sınıfı hareketleri, ezilen hakların sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı Küba, Vietnam, Filistin dahil geniş Arap coğrafyasında, Afrika’da ve Asya’da peşpeşe gelen başkaldırıları, sosyalist sistemin istikrarlı gelişimiyle sürecin sağlam omurgası haline gelmesi, toplumsal ilerlemenin yelkenlerini dünya çapında bir rüzgarla şişirdi.

50 yıla yakın süren baskı ve sindirme siyasetinin 27 Mayıs 1960 Anayasası’nın sağladığı nisbi özgürlük ve demokrasi ortamında gevşemesiyle birlikte işçi sınıfı hareketinin canlanması, TİP ekseninde sosyalist siyasetin yasal olanaklara kavuşması ve 1965 seçimlerinde %3 oy alarak 15 temsilciyle parlamentoya girmeyi başarması, Türkiye’de taşları yerinden oynatmaya yetti. Sosyalizm, eşitlik, özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi fikirleri Trakya’nın ve Anadolu’nun en ücra köylerine kadar yankılanmaya başladı. İlerleme ideallerinin güçlü canlanışıyla birlikte Türkiye halklarının toplumsal hareketlenmesi büyüdü, öğretmenlerin, işçi sınıfının TÖS ve DİSK örneğinde sendikal örgütlenmelerinin kitleselleşmesiyle, topraksız emekçi köylülerin toprak işgalleriyle, öğrenci hareketlerinin hızla anti-emperyalist bir başkaldırıya dönüşerek FKF’den Dev-Genç’e gelişimiyle, Kürt gençliğinin, yoksul köylülerin ve aydınlarının DDKO’da birleşen ulusal uyanışıyla, ordu içinde anti-emperyalist eğilimlerin doğurduğu cunta örgütlenmeleriyle yol aldı.

Hareketimiz bu hızlı uyanış dönemine TKP’nin uzun yıllar süren likidasyonu koşullarında yakalandı. TKP merkezi bir “yurt-dışı büro” çalışmasına indirgenmiş, ülke içindeki TKP kadroları birleşik ve merkezi bir örgütlülükten yoksun kalmıştı. TİP burjuva sosyalizminin, popülizmin, devrimci-demokrat eğilimlerin ve TKP kökenli bilimsel sosyalist unsurların bir bileşimini temsil ediyordu ve toplumsal hareketlenmenin öncülüğünü yapacak merkezi ve tutarlı bir yapıya, bütünlüğe, siyasete sahip değildi. Toplumsal hareketlenmenin hızlı gelişiminin gerisinde kalan TİP bir yandan kendi içinde ayrışmaya zorlanırken, öte yandan ilerici-yurtsever-devrimci toplumsal dinamikleri kapsamaktan uzak düştü.

Bu dönemde, büyük sermaye 27 Mayıs Anayasası’yla oluşan siyasal özgürlükler ortamından rahatsızlık duymaya başladı. Burjuva siyasal ve toplumsal özneler (AP, CHP, TOBB, Genelkurmay) 1961 Anayasası ve yasal mevzuatından duyduğu tedirginliği, bir yandan sokakta resmi ve paramiliter terör ve baskı siyasetini tırmandırarak, bir yandan da 27 Mayıs sonrasında tanınmış hak ve özgürlükleri budamaya yönelik girişimleriyle dışa vurdu.

1965-71 dönemecinde, ilerici sol güçler safında başlangıçta iki eğilim ayrıştı. TİP’i merkeze alan ve burjuva sosyalizminin reformist ve liberal-sol parlamentarist siyaseti ekseninde örgütlenen güçler birinci eğilimi temsil ediyordu. Gençlik dinamizmine yaslanan MDD hareketi ikinci eğilimi oluşturdu. Her iki eğilimin de ortak yanılgısı, işçi sınıfı sosyalizminin bağımsız çizgisi ve örgütlenmesi yerine, burjuva siyasetinin farklı eğilimlerinin ve öznelerinin kuyruğuna takılmayı esas almalarıydı. Aybar çizgisi ile TİP önderliği tabandaki işçi sınıfı hareketlenmesinin, sokak hareketlerinin ve gençlik eylemlerinin hızla gerisine düştü. TKP kökenli ülke içi kadroların bir bölümü başlangıçta Aybar etrafında tutum aldı. TİP’in kapsayamadığı gençlik dinamizmi hızla FKF’yi ele geçirir ve Dev-Genç’e dönüştürürken, MDD önderliğinde yer alan başka bazı eski TKP kadroları da bu eğilime destek verdi. MDD hareketine önderlik edenlerin bir bölümü Yön-Devrim dergileri çizgisinde ordu içinde örgütlenen anti-emperyalist askeri cuntaların peşine takılma siyasetini benimsedi. Ancak 1968 Çekoslovakya olaylarının ertesinde, yeni ayrışmalar baş gösterdi. TİP içinde Aybar’ın giderek burjuva-milliyetçi-liberal bir siyasete kaymasından ve antisovyetizm gütmesinden rahatsızlık duyan Aren-Boran ekibi, Aybar ile yollarını ayırarak TİP yönetimini ele geçirdi. Bu ayrışma sonrasında 4. Kongre’de Kürt ulusal sorunuyla ilgili dönemin koşullarında oldukça ileri nitelikte bir kararı da alabilen Aren-Boran ekibi, giderek işçi sınıfı sosyalizminin bağımsız bir çizgi oluşturmaya aday unsurlarından biri haline gelmeye başladı.

MDD saflarındaki ayrışmalar ise devam etti, sosyalist sistem içindeki saflaşmalara göre tavır belirleyen ve küçük-burjuva milliyetçi çizgilerine denk düşen Maoculuğu gömlek değiştirir gibi benimseyen Perinçek yanlıları dışında, MDD hareketinin ana akımı, gerilla savaşlarını ve halk kurtuluş savaşlarını benimseyen THKP-C ve THKO biçiminde ayrıştı. THKP-C önderliği, Ocak 1971’de yayınladığı “Aydınlık Sosyalist Dergi’ye Açık Mektup” bildirgesiyle, THKO önderliği ise 12 Mart muhtırasının hemen sonrasında yayınladığı “Türkiye Devrimi’nin Yolu” bildirgesiyle, 9 Mart cuntası denilen ordu içindeki anti-emperyalist dinamiklerin MDD döneminden beri devam eden ideolojik ve siyasal etkilerinden örgütlerini ve tabanlarını arındırmaya yöneldiler ancak tamamen bağımsızlaştırmaya fırsat bulamadan 12 Mart faşizmi koşullarında imha edildiler.

Toparlamak gerekirse, 1965-71 dönemecinde ilerici-yurtsever-sol güçler safında iki ana eğilimin varlığından sözetmek mümkündü. İlk eğilim, burjuva-liberal güçlerin kuyruğunda meşrulaşmayı, kendine rol ve alan açmayı gözeten sağ eğilim, TİP içinde Aybar tarafından, MDD hareketi içinde ise Mihri Belli öncülüğündeki Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergi çizgisi tarafından temsil ediliyordu. İkinci eğilim ise, sol ve devrimci safların burjuvaziden bağımsızlaşması arayışını gözetiyordu, TİP içinde Boran-Aren öncülüğündeki Emek Dergisi çizgisi tarafından ve MDD hareketi içinde ise Mahir Çayan öncülüğündeki Dev-Genç ile THKP-C oluşumu ve Deniz Gezmiş-Hüseyin İnan öncülüğündeki THKO oluşumu tarafından temsil ediliyordu.

Behice Boran-Sadun Aren grubunun dünya komünist ve işçi hareketinin geleneksel çizgisi ile hiza ayarı yapmasını Çekoslovakya olaylarına dair tartışma ve Kürt sorunu başlığında Marksist-Leninist tezlere yakınlaşması kolaylaştırdı. Aybar’ın anti-sovyetik ve popülist-liberal siyasetine karşı TİP içinde gelişen tepkinin güçlenmesi ve Aybar’cı burjuva sosyalist eğilimin TİP çerçevesinden uzaklaştırılması, TİP 4. Kongresi’nde Kürt sorunu başlığında döneme göre ileri bir tutum benimsenerek Kürt solu ve aydınlarıyla birleşmenin sağlanması bu zeminde gerçekleşti. TKP eski kadrolarından Dr. Hikmet Kıvılcımlı öncülüğündeki gruplaşma ise, derleniş ve birlik çağrılarını işçi sınıfı hareketi içinde tohumlanarak ve Kürt emekçileriyle birleşmeyi gözeterek sürdürüyordu, ancak bu gruplaşma içinde ordudaki sol cuntalaşmaların etkisine karşı yalpalamalar eksik değildi. 

Hareketimizin devrimci-demokrat saflarında ise, burjuva-liberal kamptan ayrışma ve sosyalist esinli bağımsız bir devrimci çizgiye yönelme eğilimi, iki önemli olayla güçlendi: Birincisi Mahir Çayan ve arkadaşlarının “Aydınlık Sosyalist Dergi’ye Açık Mektup” bildirgesini yayınlamaları ve THKP-C’yi oluşturmaları, ikincisi  Hüseyin İnan’ın “Türkiye Devrimi’nin Yolu” bildirgesini yayınlayarak THKO’yu oluşturmalarıydı. Her iki çıkış da, burjuva-liberalizminin takipçisi sol anlayışları reddederek burjuvazinin denetiminden çıkmayı gözetiyordu. 

Burjuvazi, sol muhalefetin kendi denetiminden ve kuyruğundan kopmasını hoşgörmedi ve affetmedi. 12 Mart askeri darbesi, ordu içindeki merkezkaç sol unsurları tasfiye etmeye girişirken, esas darbeyi kendi ideolojik-politik etkinliği altındaki ve belki de yer yer örgütsel denetimi altındaki unsurlardan bağımsızlaşma arayışına giren ilerici-yurtsever-sol güçlere indirdi. TİP ve DDKO etrafında gelişen bilimsel sosyalist oluşum TİP’in kapatılmasıyla bastırıldı, Behice Boran ve arkadaşları hapse atıldı, TÖS kapatıldı, DİSK sindirildi. Dr. Hikmet Kıvılcımlı takip altında kalarak yurt-dışına kaçmak zorunda bırakıldı. THKP-C önderliği Kızıldere’de katledildi. THKO liderleri yakalanarak idam edildi. 12 Mart’ta faşist ara rejimin dizginsiz şiddete başvurarak hedef aldığı sol güçler, hareketimizin burjuvaziden bağımsızlaşma arayışını başlatmış sosyalist geleneğini ve devrimci demokrat damarlarını temsil ediyordu. Sermayenin amansız düşmanlığına maruz kalan, önderlikleri hapsedilen ve yok edilen, sol güçlerin işte bu eğilimiydi.

Orduya ve 12 Mart darbesine karşı alınan tavır, 1965-71 dönemecinde işçi sınıfı sosyalizminin bağımsız çizgisinin şekillenmesinde turnusol kağıdı oldu. Yön-Devrim çizgisindeki Doğan Avcıoğlu’nun ve İlhan Selçuk’un Cumhuriyet gazetesi’nin, MDD kökenli çoğu grupların, Kıvılcımlı yanlısı bazı unsurların ordu içindeki cuntaların peşinde başlangıçta darbeyi desteklemeleri, Dev-Genç ve devrimci-demokrat çevrelerin darbe karşısındaki kararsız ve yalpalayan tutumları, trajik bir yanılgı olarak yakın tarihimizin kaydına geçti.

Kendi aralarındaki bölünmelerin giderilmesi için ve burjuvazinin etkisinden ideolojik-politik-örgütsel olarak bağımsızlaşmanın tamamlanması için katedilmesi gereken mesafenin henüz tamamlanmadığı ve o gün için bir süre daha ayrı kanallardan akmaya devam etmesinin kaçınılmaz olduğu koşullarda, sosyalist gelenek ve sosyalist esinli devrimci demokrat damar, göğüslemeye hazır olmadığı erken bir çatışmaya zorlandı. THKP-C ve THKO “gökyüzüne karşı ayaklanmaya” mecbur kaldı, TİP ve DDKO susturuldu ve esir alındı. Yenilgi, burjuvazinin ideolojik ve politik vesayetinden ve örgütsel denetiminden bağımsız bir hareketi, hem ideolojik olarak hem politik olarak hem de örgütsel olarak bağımsız bir hareketi oluşturma ve sürdürme ihtiyacının netleşmesini davet etti. Bu ihtiyacın örgütsel bağımsızlık güvencelerine dayandırılmasını, hareketimizin devrimci-demokrat ve geleneksel sosyalist damarlarının birliği zemininde işçi sınıfı hareketi içinde kök salmasının esas alındığı bir siyasal arayışı doğurdu. Bu arayış, 1965-71 dönemecinin siyasal mirasını ve bunlardan türeyen dersleri 12 Mart sonrasına devreden başlıca kanal olarak hareketimizin şekillenmesine kaynaklık etti.

Hareketimizin işçi sınıfı sosyalizminin bağımsız çizgisi temelinde oluşumunun ilk tohumları, ilerici sol saflarda 1965-71 dönemecinde gözlenen ayrışmaların yüzeyi altında örtülü kalmıştı. İlk mayalanmalar, THKP-C ve THKO kökenli gruplarda, TİP içinde Aybar’ın burjuva sosyalizmine, Aydınlık Sosyalist Dergi’ye, MDD hareketi’ne ve TİP içindeki Emek grubuna karşı mesafesini dile getiren çevrelerde şekillendi. 12 Mart koşullarında oluşmaya başlayan bu çevreler, burjuvazinin farklı odaklarının ideolojik-politik-örgütsel belirlemesinden kopmayı esas alıyordu. İlk sayısı Ocak 1971’de 12 Mart muhtırasından üç ay önce yayınlanan “Sosyalist Parti için Teori Pratik Birliği” dergisi çevresindeki aydınlar arasında ve işçi sınıfı hareketi içinde 12 Mart koşullarında örgütlenen yuvarlardan oluşan  mihraklar, hareketimizin başlangıç noktasını oluşturdu. Burjuva öznelerin peşine takılma siyasetini reddeden, bağımsız bir ideolojik siyasal çizgiyi örgütsel güvencelere kavuşturmayı temel alan, bilimsel sosyalizmi ve işçi sınıfının öncülüğünü esas alan bu çizgi, 16 Haziran 1974’de, Türkiye işçi sınıfının yakın tarihimizdeki bu ilk ve hala aşılamamış bağımsız eyleminin 4. Yıldönümünde Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin yasal olarak kuruluşuyla açığa çıktı.

1965-71 dönemecinin 1970’lere devrettiği en önemli miras, TİP, DDKO, THKP-C, THKO zeminlerinde başlatılmış olan ve burjuvaziden bağımsız bir siyasal çizginin işçi sınıfı hareketinin ve sosyalist aydınların birleştiği nehir yataklarında hayata geçirilmesinden hareket eden TSİP oldu. Burjuva-liberal güçlerin takipçiliğinden sıyrılan hareketimizin bu önemli atılımının dersleri, 1970’ler ve sonrasında öğreticiliğini sürdürüyor.  1970’lerde ve 12 Eylül sonrasında 1980’lerde ve 1990’larda yaşananlara, bugün Kılıçdaroğlu operasyonu sonrasında tanık olunanlara TSİP’i doğuran koşulların ışığında bakmaya gelecek sayımızda devam edeceğiz.

GELECEK YAZIDA: CHP’DE KILIÇDAROĞLU DÖNEMECİNE NASIL YAKLAŞILMALI?-4
1974-1980 DÖNEMECİNDEN DERSLER