7 Nisan 2009 Salı

YÜRÜYÜŞ DERGİSİNİN SEÇİM DEĞERLENDİRMESİ


SEÇİM MASALLARI VE MASAL YERİNE GERÇEK BİR UMUT

Aldatmaca, burjuva siyasetin özüdür. Faşizmle yönetilen ülkelerin burjuva siyasetinde aldatmaca çok daha kaba biçimlerde yapılır, ancak burjuva demokrasilerdeki politika da bunun dışında değildir. O da aldatmak zorundadır. Çünkü burjuva siyasetin görevi, burjuvazinin sömürü, yağma, talan düzenini sürdürmektir. Böyle olduğu için, asıl nitelikleriyle halkın karşısına çıkamazlar. "Biz, bir azınlığın çoğunluğu sömürdüğü bir düzenin savunucularıyız" diyemezler. Kendilerini mutlaka ama mutlaka aldatmayı sürdürebilecekleri biçimler, araçlar ve söylemler bulmak zorundadırlar. Burjuvazi aldatabildiği ölçüde güç kazanır. Devrimciler ise, tam tersine bir konumdadırlar. Sömürüye karşı sömürüsüz bir toplumu savunurlar. Azınlığın değil, ezilen çoğunluğun savunucusudurlar. Ve bunlardan dolayı da, devrimciler burjuvazinin tersine, gerçekleri anlatabildikleri ölçüde güç kazanırlar. Burjuva siyaset tarzıyla, devrimci siyaset arasındaki farklılıkların nesnel temeli işte budur.

Bir kez daha halkın karşısında farklı şeyler söylüyoruz burjuvaziyle. Burjuvazi ve diğer düzen güçleri, aylardır kitleleri 29 Mart'ın hikmetine inandırmaya, sandıkların açıldığı günün ertesi olan 30 Mart'ta Türkiye'nin çok daha güzel bir Türkiye olacağına inandırmaya çalışıyorlardı. Biz de 30 Mart'tan sözediyoruz günlerdir. 30 Mart'ın bir umudu temsil ettiğini anlatmaya çalışıyoruz.

Seçim öncesinde, "30 Mart'ta çok şey değişebilir" diyordu bazı yorumcular. Demokrasicilik oyunu içinde yapılan bir seçimden beklenebilecek değişim ne olabilir? Sandığın gücü, neyi nereye kadar değiştirebilir? Bu sorulara verilecek tüm cevaplar, düzen sınırları içindeki ihtimallerdir. Sandık, ister yerel seçim için, ister genel seçim için kurulmuş olsun, bunun dışında hiçbir ihtimale kapı aralamaz. Bunun dışındaki ihtimalleri gerçekleştirmek için, 29 Mart'ın ertesi olan düzenin 30 Martı'na değil, devrimin 30 Martı'na bakmak gerekir.

Tüm sömürücü sistemlerin ömrü, kitleleri şu veya bu biçimde düzenin içinde tutabildikleri ölçüde uzar. Tüm sömürücü sınıf iktidarları, kitleleri düzen içinde tutabilmek için, birincisi teröre, ikincisi, parlamentodan demagojilere, rüşvetten sadakaya kadar uzanan son derece karmaşık ve çok yönlü bir mekanizmaya başvururlar. Seçimler, bu noktada düzenin meşruiyetini sağlayan ana mekanizmalardan biri olması itibarıyla sömürücüler için çok daha özel bir önem taşır. Bu mekanizma sayesinde kitlelerin öfkeleri, tepkileri, hoşnutsuzlukları, sandık içinde eritilir. Demirel gibi daha "açık sözlü" politikacıların, seçimleri "toplumun gazını almak" olarak adlandırmaları boşuna değildir ve seçimlerin işlevini gayet iyi tanımlamaktadır.

Seçim sonuçlarını "seçmenin özgür iradesi" olarak göstermek de, burjuvazinin seçime yüklediği aldatıcı işlevin bir parçasıdır. Oligarşik diktatörlük altında yapılan hiçbir seçim, ister yerel, ister genel seçim olsun, halkın iradesinin ifadesi olarak kabul edilemez. Seçimlere böyle bir anlam yüklemek, sistemi meşrulaştırmaktan, faşizmi yok saymaktan, "kelime anlamına", uygun bir demokrasinin olduğunu savunmaktan başka bir anlama gelmez. Demokrasicilik oyunu içindeki seçim sonuçlarının da siyasal, sosyal, kültürel çok çeşitli açılardan belli anlamları, gösterdiği belli olgular vardır. Bu anlamda elbette sınıflar mücadelesi içinde yeralan her güç, siyasal bir olay olan seçimlerin ortaya koyduğu sonuçları değerlendirmek durumundadır. AKP'nin oylarının kısmi düşüşünün, DTP'nin birçok belediyeyi almasının, CHP'nin ülkenin sadece belli bölgelerine sıkışmasının, MHP'nin gelişiminin ve DP'den ANAP'a kadar bir zamanların en büyük düzen partilerinin eriyişinin, elbette mevcut sistem içinde taşıdığı anlamlar var. Bu anlamlar da seçimlere düzen içinden mi yoksa düzen dışından mı bakıldığına göre değişir. Fakat biz şimdi burada, seçimin bu yanını değil de, seçimin sistem açısından oynadığı temel bir rol üzerinde durmayı daha önemli ve gerekli görüyoruz. Böyle görmemizin nedeni, seçim sonuçları üzerine sürdürülen büyük bir çarpıtmanın seçimlerle ilgili hemen tüm konuşma ve değerlendirmelere hakim olmasıdır. Bu çarpıtma, özet olarak "seçimlerin halkın özgür iradesini yansıttığı" iddiasıdır.

Oligarşinin seçim oyunu, sandıkların açıldığının ertesi sabahından başlayarak seçim masallarıyla devam eder. Nedir seçim masalları? Seçmenin özgür iradesinin ortaya çıktığından söz edilir en başta. Seçmen şunu dedi, seçmen bunu dedi diye bitmez tükenmez yorumlar yapılır. Sanki, yaklaşık 50 milyon kişilik seçmen kitlesi, "tek bir kişi" imişçesine yorumlar yapılır. "Kazanan demokrasi olmuştur. Kazanan milletimizin asil iradesi olmuştur." demeçleri, seçim masallarının değişmez bir başka biçimidir. Hangi seçimde böyle olmuştur peki? Hiç birinde? Ama masala yine de devam edilir... "Seçmenin verdiği mesajları aldık" deyişi de, seçim masallarının sonuncusudur. Bu sözün, kitlelerin iradesini dikkate almayla hiç ilgisi yoktur. Bu sözün burjuva siyasetteki karşılığı "sizi yeterince kandıramadığımızı gördük, neyi eksik bıraktık da sizi kandıramadık, değerlendireceğiz" şeklindedir.

Seçimler, elbette kitlelerin içinde bulunduğu durumu, düşüncelerini, tepkilerini belli ölçülerde yansıtır. Ama o kadar. Daha fazlası değil. Bu yansımalar, özgür bir irade beyanı yerine geçemez. Özgür irade beyanı yerine geçebilmesi için, kitlelerin ekonomik ve demokratik özgürlüklerinin tam ve riyasız olması gerekir. Hiçbir sömürücü sistemde bu yoktur. Özgür irade beyanı olabilmesi için, kitlelerin oyunu çarpıtacak tüm etkenlerin ortadan kaldırılması gerekir. Özgür irade beyanı olabilmesi için, seçim sürecinin tamamı kitlelerin katılımıyla şekillendirilmelidir. Biz bu demokrasicilik oyununun yerine gerçek bir demokrasiyi öneriyoruz. Kitlelerin ekonomik olarak kapitaliste bağımlı kılındığı bir sistem yerine, kitlelerin ekonomi üzerinde egemen olduğu bir sistemi, sosyalizmi öneriyoruz.

Parlamento veyahut yerel yönetimler üzerinden yaratılacak bir yanılsama, halkı nihai kurtuluş mücadelesinden uzaklaştıran bir sonuç verir yalnızca. Ülkemiz solunda "tek bir belediye" üzerinden nice beklentiler inşa edildiği, "faşist devlet mekanizmasının yanıbaşında ona alternatif halk iktidarı nüveleri" teorilerinin yapıldığı veya Kürt sorununun çözümünün "yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden geçtiği" gibi düşünceler ileri sürüldüğü, geçen seçimlerde DTP'nin kazandığı belediyelerden hareketle ayakları havada sayısız yorumun yapıldığı düşünülürse, yerel seçimler ve yönetimler meselesine doğru yaklaşımın ne kadar büyük bir önem taşıdığı görülür. Yerel yönetimler üzerinde yaratılacak her yanılsama, kitlelerde belediyeler aracılığıyla sorunlarının çözülebileceği boş umudunu yaratır. Belediyeler, sistemin alt kuruluşlarıdır; sistemi belirleyen değil, sistem tarafından belirlenendirler. Ekonomik, siyasi, sosyal, idari, sınırları çizilmiştir. İl, ilçe, köy, mahalle başkanlık ve muhtarlıklarının ilerici, devrimci adayların eline geçmesi halinde bu sınırlar zorlanabilir, başkanlık ve muhtarlıklar, bu anlamda demokrasi mücadelesinin bir mevzisi olarak görülebilir, ama o kadar. Kim ki, mesela belediyeleri ele geçirip oradan aşağıdan yukarıya ülkeyi sosyalistleştirme gibi hayaller kurarsa, sistemi tanımıyor demektir.

Demokratik mücadelenin hiçbir biçimini, mevzisini reddetmemekle birlikte, biz, önünde sonunda sözü devrime getiriyoruz. Ulusal, sosyal, yerel, genel, tüm sorunların çözümü için, devrim diyoruz. Halkın özgür iradesinin ortaya çıkabilmesi için devrim diyoruz. Bu, "her şeyi devrime havale etme" kolaycılığı değil, tam tersine, tarihin hükmünü dile getirmektir. Sorunların çözümünü devrime havale eden biz değiliz, tarihsel ve toplumsal yasalardır. Biz kolay olanı değil, zor olanı dile getiriyoruz. Kolay olan, devrimi hedef göstermek değil, her şeyin düzen içinde olabileceğini söyleyip boş beklentiler, sahte umutlar yaymaktır. Bu tür politika yapmak, hem çok kolaydır, hem de hiçbir bedeli yoktur.

Kolay olan, seçim masalları anlatmaktır. Kolay olan, seçimler öncesinde şurayı da alıyoruz, burayı da alıyoruz diye burjuvaziyle abartı yarışına girip, seçim sonrasında da sanki bu iddialarda bulunanlar kendileri değilmiş gibi söylediklerini unutmaktır. Kolay olan, bir tek milletvekilinin, bir tek belediye başkanının ne kadar çok şeyi değiştirebileceğini anlatmaktır. Çünkü bunu anlatmanın yasağı yoktur ve o zaman düzenin iletişim mekanizması da açılır sizin hizmetinize. Evet, bu kolay yol ve yöntemleri tercih edenler de var. Fakat sorun şu ki, bu seçim masalları, halkın kaderini değiştirmez. Halkı sadece "oyalamış" olur, masalların işlevi de zaten sadece odur. Biz gerçeğe çağırıyoruz. Zor da olsa, ülkemizi bağımsız ve demokratik yapmanın, halkın gerçekten söz ve karar hakkını kullanabilmesinin yolunu gösteriyoruz ve işte o zaman o kelime geliyor gündeme: DEVRİM. İşte o noktada masalların yerine bir umudu koyuyoruz.

Sakindi Oranın Şafakları adlı filmde şöyle der: "Savaşta esas mesele, kimin kimi vurduğu değil, kimin kimi çözdüğüdür." Sistem demokrasicilik oyunuyla, masallarla, düzen içi beklentiler yaratarak, emekçilerin saflarını, ihtilalci politikaları çözmeyi amaçlamaktadır. Çözülmeyelim. Çözülmemek, düzeni reddedip umudun bayrağı altında toplanmaktır.

O umut, devrimin gerçekleştirilebilmesine önderlik edebilecek tek güç olduğu için umuttur. Halkı aldatan, oyalayan masallara son verip, halkı gerçekten özgürleştirebilecek tek güç olduğu için umuttur. Bir 30 Mart'ta fiziki olarak yok edildiği halde, yenilmeyen ve bir başka yılın 30 Mart'ında yeniden ve daha güçlü, daha donanımlı olarak sınıflar mücadelesinde yeralan umut, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizmi temsil ettiği için umuttur. Düzenin seçim masallarıyla oyalanmak yerine, umudun saflarında toplanalım.

Yürüyüş / 05.04.09