8 Şubat 2011 Salı

SÖYLEYENE VE SÖYLENENE DEĞİL SÖYLETENE BAKMAK
Toplumsal eylem ve toplumsal özne hakkında Marx’tan bu yana üzerinde sıkça durduğumuz başlıklardan biri, söylem ile nesnellik arasındaki bağlantıya dair yasallıklara ilişkindir. Gerçekten de insanlar birbiriyle sözlü, yazılı, beden dilli iletişimin binbir yöntemiyle bağ kurarken, mesaj alışverişlerinin belirleyici bir nesnelliğin arka planı temelinde işlediği, bu nesnelliğin bizzat mesaj alışverişlerini de kapsayan maddi bir nitelik kazandığı bilinmektedir. Toplumsal ilişkilerin “maddesi” ile “ruhu” arasındaki bağlantının bir çok boyutu ve özellikleri arasında bir tanesi, güncel siyasal gelişmeler arasında dikkat çekici biçimde öne çıktığı için üzerinde ayrıca durulmayı hak ediyor. Bu boyut, toplumsal öznelerin söyleminin içeriği ile bu söylemin maddi koşulları ve belirleyicileri arasındaki bağlantıya ilişkindir. Buna kısaca söyleyen ve söylenen ile söyleten arasındaki bağlantı diyebiliriz. 
Toplumsal ve siyasal ağırlığı büyük eylemlerde, bu eylemlerin kapsamına, talep ve hedeflerine mesafeli hatta düşman öznelerin, eylem sahnesi önünde destek ve ziyaret kuyruğuna girdikleri iyi biliniyor. Kayda değer ölçekteki çoğu işçi sınıfı eyleminin yarattığı bir tür kütle çekimi etkisinden rahatlıkla söz edilebilir. Paşabahçe Cam Fabrikalarında 1990’larda gerçekleşen ve yankısı eylemin hedef ve kapsamını kat kat aşan iş durdurma ve işyeri işgali eylemlerinde, ilçedeki bütün burjuva partilerinin (MHP dahil) birbirlerini çiğneyerek “eylemdeki işçilerle yan yana görünme” yarışına kalkışmaları, bahsi geçen kütle çekimi etkisinin tipik bir örneği olarak hatırdadır. Benzer çok sayıda büyük ölçekli işçi eylemlerinde, son örnek olarak 2010 başlarında gerçekleşen Tekel eylemlerinde, aynı etki gözlenmişti. İşçi hareketine yabancılaşmış, işçi sınıfının güncel çıkarları için yürütülen mücadelenin sırtına kene gibi yapışmış ve işçi hareketinin içinde burjuva politikalarının şu veya bu çeşidini temsil etmeyi iş edinmiş sarı sendikacıların alayının da bu kütle çekimi etkisinden muaf olmadıkları iyi bilinmektedir.
Kütle çekimi etkisinin açığa çıktığı  bütün bu eylemlerde, burjuva politikacılarının ve sarı sendikacıların ağzından bal damlar! İşçi hakları, alınterinin yüceliği lafları havalarda uçuşur. İşçi hareketinin enerjisi ne denli yoğunsa, burjuvazinin sözcülerini, taraftarlarını ve sendika ağalarını önlerine katıp sürükleyen bir rüzgar estirmeleri olasılığı da o denli yüksektir.
2011 yılbaşında, CHP Başkanı Kılıçdaroğlu maden işçilerini anımsadı, yılbaşı gecesi maden işçileriyle yemek yedi, madenci kaskıyla gazetecilere poz verdi. AKP hükümetinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı da CHP liderinden geri kalmadı, yılbaşını işçiler beraber geçirmek üzere Karadon maden ocağına indi. İzmir Belediye Başkanı da taşeron şirketten belediye kadrosuna alınan bir işçinin ailesiyle birlikte yılbaşı yemeği yedi. Yılbaşı dönemecinde burjuva politikacılarını saran bu işçi muhipliği dalgasının sırrı nedir? Yılın 364 günü işçi düşmanlığı mesaisi yapan, işçi haklarını gasbetmek, işçileri taşeron şirketlere bölmek için binbir takla atan bu hokkabazları yılbaşı gecesi maden kuyusuna indirten, işçi kasketi taktırtan hangi popülist dürtüdür?

1789 Fransız Devrimi’nin en heyheyli günlerine doğru, ayaklanan halkın saray kapılarına dayandığı, bazı isyancıların kralın bulunduğu odaya girdiği bir anda, zoru gören Kral 16. Lui’nin ani bir kararla isyancıların simgesi kızıl serpuşu başına geçiriverdiği, bu jestten etkilenen devrimcilerin Kral’ı alkışlayarak saraydan geri çekildiği, devrimci yükselişin o aşamada ve bu nedenle durakladığı, devrimler tarihinin unutulmuş örnek olaylarından biridir.
Bütün bu örnek olaylarda, bilinçli işçilerin ve devrimcilerin akılda tutması gereken husus, söylenen sözlerin ve söyleyenlerin kıymetinin söyletenden türediği gerçeğidir. Kılıçdaroğlu’nun veya AKP’li burjuva politikacılarının ağzından bal damlayabilir! Sendikacılar mangalda kül bırakmayabilir! Yılın bir günü işçi kasketiyle, madenci kaskıyla kameralara poz verebilirler! Hareketlenen işçilerin rüzgarıyla kitlelerin yanıbaşında veya önü sıra sürüklenebilirler! Bütün bu örneklerde kıymetli olan ve harekete geçirten güç işçi sınıfıdır! İşçilerin talep ve çıkarlarını Kılıçdaroğlu veya sendikacıların diline dolayan, işçi sınıfının hareketlenmesidir. Kralların başına kızıl serpuş, burjuva politikacılarının başına madenci kaskı geçirten güç, işçi sınıfının gücüdür!
Burjuva politikacılarının, devlet yöneticilerinin ve sendikacıların aynasında kendi yansımasını gören işçi sınıfı, sudaki aksine aşık mitolojideki Narcissus gibi davranmaktadır. Politikacılarda, devlet yöneticilerinde, sendikacılarda yansımasını gözlediği gücün kendi gücü, güzelliğin kendi güzelliği olduğunu fark ettiği gün, işçi sınıfı yaşadığı dünyayı değiştirmek için devasa bir adım atmış olacaktır.