28 Ocak 2011 Cuma

DİRENME VE AYAKLANMA HAKKININ MEŞRULAŞMASI
Burjuva egemenliğinin demokratik yasal biçimleri, statükoyu değiştirme hakkını resmen tanır, ama bu hakkın fiili kullanımını çoğunlukla kağıt üzerinde bırakacak biçimde hak arayışlarını resmi ve yasal bir labirentin koridorlarında kaybetmeyi ve boğmayı da güvence altına alır. Bu nedenle, nisbeten istikrarlı burjuva demokratik parlamenter siyasal rejimlerde, hükümet politikalarına karşı her türlü muhalefet yasal olarak varolma ve hareket etme hakkını barışçıl yöntemlerle kullanabilir ama bu hakkın kullanımı, direnme ve ayaklanma hakkından feragat pahasına gerçekleşir.
Burjuva egemenliğinin az çok istikrarlı biçimlerde sürdürülmesinin zorlaştığı geç-kapitalizm evresinde ise, özellikle Türkiye gibi kapitalist sistemin hem periferisine hem merkez bölgelerine yakın orta kuşağında yeralan, kapitalist ilişkilerin orta düzeyde olgunlaştığı ve sınıfsal antagonizmaların sık sık patlayıcı bir karakter kazanabildiği ülkelerde, burjuva-demokratik anayasalara özgü direnme ve ayaklanma hakkının meşruluğunun tanınması bir yana, yasal ve barışçıl biçimlerde muhalefet etme hakkının bile giderek daha fazla çiğnenmesi ve zorlaştırılması gündeme gelmektedir. Temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasının, parlamentoların ve seçimlerin siyasal ağırlık noktası olmaktan çıkarılmasının, askeri-polisiye-bürokratik iktidar ve karar odaklarının devlet içindeki ağırlığının büyümesinin, medya ve iletişim ağları üzerinde, toplumsal hayatın akıp gittiği mekanlarda (fabrikalarda, sokaklarda, meydanlarda), hatta beden ve bilgi kaynakları üzerinde sermayenin ve özel mülkiyetin denetiminin büyümesinin, demokrasi-karşıtı bir gericileşme eğiliminin güç kazanmasının belirtileri olduğu çoktandır biliniyor. Kapitalist sistemin orta ve uzak çevresinde yer alan ülkelerde ulus-devletlerin bağımsız karar merkezlerinin güç yitirmesi, özelleştirme, yerelleştirme ve fiili bölünme politikaları üzerinden bu coğrafyalarda yaşayan halkların gelecekleri ve hayatları üzerinde karar verme hakkının Brüksel’deki AB Komisyonuna, NATO’ya, Dünya Bankası’na, IMF’ye vs. emperyalist merkezlere  devredilmesi, demokrasi düşmanlığı eğilimlerini tamamlıyor.  
Orta erimde (önümüzdeki yaklaşık 20 yıllık dönemde) geç-kapitalizmin merkezlerine yakın ikinci kuşak kapitalist halkada, demokrasi karşıtı ve gericileşme doğrultusundaki egemen sınıf yönelimlerine meydan okuyan, direnme ve ayaklanma hakkının meşrulaşmasına yaslanan yeni bir devrimci dalganın yükselişini vadeden koşulların birikimi hızlanacaktır. Daha şimdiden, Orta-Doğu’dan Kuzey Afrika’ya, Anadolu’dan Balkanlara ve Kafkasya’ya, Güney Asya’dan Güney ve Orta Amerika’ya geniş bir kuşakta adaletsizliklerin, eşitsizliklerin, sömürünün, baskı ve esareti dayatan zalim siyasal rejimlerin yarattığı basınç, sert işçi sınıfı eylemlerinin genelleşmesine, kendiliğinden halk ayaklanmalarına peşpeşe yol açmaktadır. Emperyalist egemenlik ve rekabet koşullarından kaynaklanan yıkıcı savaşların bu koşulların yarattığı birikimin üzerine eklenmesi kaçınılmaz gözükmektedir. Biçimsel hukuku ve resmi yasallığı aşan toplumsal meşruluk, orta erimde yeni bir hukukun güç kazanacağı ana dek, işçi sınıfı ve emekçi halk eylemlerinin sırtını dayadığı duvar olacaktır. Geç-kapitalizmin alacakaranlık kuşağındaki halklar, onyıllardır gerileye gerileye sırtlarının bu toplumsal meşruluktan ibaret duvara dayandığını fark etme zorunluluğuyla yüzyüze gelmiştir. Artık ya bu duvarın önünde başkaldırmaya ve karşı saldırıya girişecekler, ya da duvarın cephesinde kanlarının akıtılmasına boyun eğeceklerdir. Bayraklarında bir kez daha “hic Rhodus hic salta!” yazarak karşı saldırıya geçmekten başka seçenek kalmamıştır. İkinci kuşak kapitalist halkada patlak verecek devrimci ayaklanmaların ilk elde zincirleme etkiler yaratacağı bölgeler arasında, Rusya, Güney Avrupa, Çin gibi kapitalist sistemin merkez bölgelerinin yer aldığı da kaydedilmelidir.
Türkiye direnme ve ayaklanma hakkının fiilen hayata geçeceği coğrafyanın göbeğinde bulunuyor. Türkiye’de Hizbullahçıların, mafya mensuplarının, katillerin hukuk oyunlarıyla mahpushanelerden salıverilmesi, buna karşılık cumhuriyetçilerin, yurtseverlerin, muhalif gazeteci ve aydınların hukuk çiğnenerek toplama kamplarına hapsedilmesi, işçilerin, öğrencilerin, köylülerin en ufak kitlesel kıpırdanmalarının vahşice bastırılması, başbakanın ve hükümet üyelerinin ağzından sanat düşmanlığının, doğa düşmanlığının, işçi düşmanlığının biteviye vaaz edilmesi,  ıslıklama, yuhalama, yumurta atma, şarkılı türkülü eleştiriler, karikatürler ve tiyatro oyunları gibi en basit protesto ve muhalefet biçimlerinin dahi suç ilan edilmesi, burjuva siyasal rejimin halka karşı bir iç savaş ilanına hazırlandığını gösteriyor. Türkiye mahpushaneleri binlerce onbinlerce siyasal tutuklu ve mahkum ile dolup taşıyor. Rejimin zalim, haksız ve adaletsiz uygulamalarla resmi ve yasal hukuku açıkça çiğnemesi, ihkak-ı hak ilkesini, direnme ve ayaklanma hakkını meşrulaştırıyor. Son günlerde AKP yörüngesine giren mahkemelerin, 12 Eylül 2010 referandumunda “evet” diyenlerin gaflet ve dalalet içinde olduğunu söyleyen ADD başkanı Çölaşan’ı mahkum etmesi, buna karşılık “hayır” diyenleri darbeci olarak nitelendiren Tayyip Erdoğan hakkında dava açmayı reddetmesi, hukuk sisteminin hukuka karşı konumlandığını kanıtlıyor. Rejim, korumaya yanaşmadığı Kemal Türkler’in, Uğur Mumcu’nun ve Hrant Dink’in katillerini ve azmettiricilerini, yargılamaya ve soruşturmaya yanaşmadığı yolsuzluk ve rüşvet sanıklarını himaye ediyor ve kolluyor. CHP burjuva muhalefetinin bazı sözcülerinin son günlerde yargı bürokrasisini kendi emrine almaya çalışan AKP’yi “direnme hakkını” hatırlatarak uyarması ve hükümetin ülkeyi kaos ortamına sürüklediği endişelerini dile getirmesi dikkat çekicidir. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle budanan ve ilga edilen 1961 Anayasası’nın direnme hakkını tanıyan hükümleri, bu koşullarda ayrı bir önem ve değer kazanıyor.
İşçi sınıfı hareketi ve komünistler, ihkak-ı hak ilkesine, direnme ve ayaklanma hakkına dayanan yeni bir mücadele iklimine hazırlıklı olmalı, örgütlenmelerini, eylemlerini ve siyasal taktiklerini bu iklime uydurma yükümlülüğünün bilincine varmalıdır.