28 Kasım 2009 Cumartesi

BÜTÇE SOYGUNU


KAPİTALİST SÖMÜRÜNÜN SİYASAL ARAÇLARLA BEKASI VE İŞÇİ SINIFI


Banka kârlarının yılın ilk yedi ayında BDDK verilerine göre %35 artışla 12,7 milyar TL’ye ulaştığı açıklanmıştı. Temmuz 2009 sonu itibarıyla bankacılık sektörünün sermaye yeterlilik oranı %19,8’e yükselmişti(1).

Güler Sabancı, “Sabancı Holding’in kârına en büyük katkıyı Akbank’ın sağladığını” vurguluyor ve 2010 yılından başlayarak Holding’in maliyet kısma yerine büyümeye odaklanacağını belirtiyordu. Sigorta sektöründe önümüzdeki dönemde konsolidasyonun artacağını, buna kendilerinin de belki katkı yapacağını açıklıyordu(2). Akbank yılın ilk dokuz aylık döneminde 2,013 milyar TL net kâr açıkladı. Brüt kârı 2,505 milyar TL olan Akbank’ın brüt kâr üzerinden ayrılan vergi karşılığı da 492 milyon TL oldu(3). İslamcı sermayenin, Basra Körfezi ve Arap ülkeleri sermayesinin temsil edildiği Türkiye Katılım Bankaları Birliği (TKBB) verilerine göre katılım bankalarının 2009 yılı 9 aylık döneminde topladığı fonlar, bir önceki döneme göre yüzde 30 artışla 24,9 milyar TL’ye yükseldi. Albaraka Türk, Bank Asya, Family Finans (eski Faysal Finans), Kuveyt Türk ve Türkiye Finans’tan oluşan katılım bankaları, 2009 yılının ilk 9 ayında kârlarını yüzde 18 arttırdı(4). Ziraat Bankası’nın ilk dokuz aylık net kârının, geçen yıla göre yüzde 63 oranında artarak 2,670 milyar liraya ulaştığı açıklandı. Ziraat Bankası’nın toplam aktiflerinin, yıl sonuna göre yüzde 16 artışla 121 milyar liraya yükseldiği, 2009 ocak-eylül döneminde vergi sonrası net kârının 2008’e göre yüzde 63 arttığı, eylül 2009 itibarıyla sektör toplam kârının yüzde 17’sini tek başına Ziraat Bankası’nın sağladığı belirtildi(5). Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Eylül ayı Türk Bankacılık Sektörü Genel Görünümü raporuna göre, sektörün 2009 ilk 9 aylık dönem net karı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 41,1 artarak 15,722 milyar TL’ye ulaştı. Kârlılıktaki ve şube sayısındaki bu artışa karşın, bankaların çalışan sayıları azaldı. BDDK verilerine göre 2008 Eylül ayında 171,568 olan çalışan sayısı, bin kişiye yakın bir düşüş göstererek 2009 Eylül ayında 170,761 kişiye düştü (6).

Bankaların kazançlarındaki artış ve sermaye birikiminde gerçekleşen büyüme, AKP hükümetlerinin yarattığı derin kriz ortamında gerçekleşti. Yarıdan çoğu yabancıların elinde olan banka sisteminde, kârlar hükümet tarafından adeta damardan enjekte ediliyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre, 2008’in ilk 8 ayında 10.4 milyar TL olan bankaların net kârları, 2009’un ilk 8 ayında 14.3 milyar TL’ye çıktı. Yani, herkesin inim inim inlediği kriz ortamında banka kârları yüzde 40 arttı! Küresel krizin Türkiye kıyılarını dövmeye başladığı Ekim 2008’den itibaren özel sektöre krediler neredeyse donduruldu. Eylül 2008’de 307.4 milyar lira olan toplam krediler, Ağustos 2009 sonunda 308 milyar lira düzeyinde kaldı. Bunun önemli bir nedeni hükümetin iç borçlanmayı arttırması oldu. Öyle ki, ağustos 2009 sonunda ulaşılan toplam borç stoku 475 milyar TL gibi bir rekor düzeye ulaştı. Bu borçların üçte ikisi iç borç. Hükümet bu kadar borca teslim olunca bankalar da Hazine’nin finansörü haline geldi(7). Bu ortamda, Türkiye Bankalar Birliği Başkanı ve İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince, ekonomideki küçülmeye nazaran bankacılık sektörünün “fena bir yıl geçirmediğini” açıkladı(8). Akbank’ın rekor kâr açıklamasıyla aynı gün açıklamaları basına düşen Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı da, hükümete “aynen devam” mesajı gönderdi. Devlet desteğinin sürmesi için “felaket tellallığı” yapmaktan da geri kalmayan Sabancı, “Talep canlanmadan hükümetler desteği çekerlerse, krizin başlangıcından bugüne kadar tüm yapılanlar boşa gidebilir; işsizlik daha da artar” diye konuştu (9).

GERÇEK KARA DELİK: BANKALAR

Son 7 yıllık ekonomi politikasıyla toplumsal ve ekonomik bir yıkıma neden olan AKP hükümetleri döneminin işçiler açısından bilançosu, işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin reel gelirlerinde düşme oldu. Bunun doğal sonucu olarak iç pazarda talep daralması gerçekleşti. Yapay olarak TL’nin aşırı değerlendirilmesi, dış ticaretin ve gümrüklerin liberalizasyonu sonucunda dışa bağımlı üretim yapısında ithalat denetimsiz büyüdü ve cari ödemeler dengesi açığı rekor düzeylere çıktı. İstihdam kapasitesi yaratan KOBİ'ler dışa bağımlı 2002-2009 büyüme döneminin ardından çökertildi ve İslamcı ağırlıklı büyük sermaye tekelleri tarafından yutulmaya başlandı.

Kapitalizmin küresel kriziyle birlikte Türkiye'nin ihracatı üçte bir azaldı, ihracata dayalı ekonomik büyüme çöktü ve sanayi üretimi % 24 küçüldü. AKP, 29 Mart yerel seçimlerinde bazı bölgelerde seçmene "beyaz eşya" rüşveti dağıtarak, hesapsız ve plansız yerel yönetim, altyapı ve silahlanma harcamalarına hız vererek devlet giderlerini artırdı, öte yandan kriz ortamında kapanan işyerleri ve artan işsizlik nedeniyle devletin vergi ve sosyal güvenlik prim gelirleri de azaldı, sonuçta devasa bir bütçe açığı oluştu. Bu durum yerli ve yabancı finans sermayesinin ve bankaların işine yaradı. Hükümet bütçe açığını kapatmak ve kamu bütçesinin iflasını önlemek için yüksek faizli tahvil, bono gibi değerli kağıtları satarak finans piyasalarından borç para toplamaya hız verdi. 2002-2009 arasında IMF programları gözetiminde Türkiye işçi sınıfının yarattığı toplam artı-değerin büyük bir bölümünü dış borç ödemelerine yönlendirmeye ve emperyalist finans çevrelerinin ülke kaynaklarını yağmalamasına aracılık eden bankalar yeniden en iyi yaptıkları işe yani tefeciliğe soyundu, paralarını sanayiye düşük faizle kredi olarak vereceklerine, devlet tahvilleri satın alarak yüksek kazançlar sağlamaya hız verdi. Bu durum kriz ortamında yatırımlara ayrılacak sermayenin kısılması ve sağlık-eğitim-ulaşım başta olmak üzere kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve paralı hale getirilmesi anlamına geldi(10). Büyük bütçe açığı veren hükümet bir yandan kamu yatırımlarını yapmaktan geri dururken, bir yandan da kamu emekçilerinin ücretlerine kısıntı getirdi. İşsizlik tehdidi, siyasal ve sendikal baskılar, gerici İslamcı ideolojik kuşatma altında boyun eğdirilen işçi sınıfı, ücret kesintileri ve hak kayıplarıyla yüzyüze geldi. Emekli maaşları geçinmek için gerekli düzeyin iyice altına çekildi. Yatırımların durduğu, hükümet bütçesinin tefecilikle iştigal eden bankalar tarafından soyulduğu, genç kuşakların işsizlik dışında bir geleceği öngöremediği bu koşullarda sadece bankacılar zil takıp oynuyor. Herkes ağlarken bankacıların gülmesi ne anlama geliyor?

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından hazırlanan Türk Bankacılık Sektörü aylık bültenine göre, bankalardaki toplam mevduatın tutarının 488,945 milyar lira, mevduat sahibi sayısının 70,569 milyon olduğu, bu mevduatın yarısının 30 bin kişiye ait bulunduğu açıklandı. Türkiye’de bankacılık sektöründe 1 milyon lira ve üzerinde hesabı bulunanların sayısı 29 bini yurtiçi yerleşiklere, bini de yurtdışı yerleşiklere ait olmak üzere toplam 30 bin hesap sahibi olarak belirlendi. Bankalar Birliği Başkanı Özince’nin mahçup bir tebessümle andığı 2009 yılında bankacılık sisteminden kazananların sayısı, banka hissedarları bir yana bırakılırsa, 30 bini aşmıyor! (11)

“Bankacılık sisteminin sağlamlığı” hakkında AKP hükümetinin böbürlenmelerini doğrulayan veriler nasıl yorumlanmalı? Bankaların kârlarının başlıca kaynağı, devlete verdikleri yüksek faizli ve garantili borçlardan oluşuyor. Yarısından çoğu yabancı sermayenin denetimine geçmiş bankaların hükümetin kamu borçlarını finanse ettiği ve kamu kağıtlarını alarak kazandığı anlaşılıyor. Yani, kamu bütçesinin yarısını oluşturan faiz ödemeleri bankaları semirtiyor! Faizlerdeki düşüşe rağmen, dolardaki düşüş de hesaba katıldığında, halen dolar bazında en yüksek faizle borçlanan ülkelerden biri olan Türkiye hükümeti, bankaları adeta “emziriyor”. (Son dönemdeki faiz düşüşüyse, özellikle son yıl baz alındığında bankaların aleyhine değil, lehine olan bir durum, çünkü bu düşüş sayesinde bankaların geçmiş dönemden ellerinde kalan ve banka aktiflerinde tutulan devlet borçlanma senetlerinin değerleri artıyor)(6). Kamu bütçesi, faiz ödemelerine tahsis edildi. Daha 2009’un ilk 9 ayında bütçeden yapılan faiz harcamaları 45.5 milyar TL’ye ulaştı ve toplam bütçe harcamalarının yüzde 23’ünü götürdü. 2009 sonunda bütçeden yapılan faiz harcamalarının 70 milyar TL’yi aşması bekleniyor(7).

Sabancı’nın ve bankacılık otoritelerinin açıklamaları da bu analizi doğruluyor. Sabancı Holding sanayi ve ticaret faaliyetlerinden çok kamu bütçesinden transfer edilen faiz ödemeleriyle kâr ediyor ve ayakta kalıyor. Sabancı şimdi elindeki fonlarla sigorta sektörünü ele geçirmeye ve finansal devleşmeye hazırlanıyor, finansal tekel vasfını pekiştiriyor.

Bütün bunlar şunu gösteriyor: Hükümeti iflas ettiren ve devasa bütçe açığına yol açan en büyük “kara delik” bankalara kamu bütçesinden yapılan faiz ödemeleridir! Yani bankalar kamu bütçesinden transfer edilen faiz ödemeleriyle büyütülüyor ve ayakta tutuluyor. Bankacılık sistemi ilaçla ayakta tutulan yoğun bakımdaki hastalara benziyor! Türkiye finans-kapital zümresinin büyük tekel gruplarına kamu bütçesinden aktarılan faiz ödemeleriyle sermaye birikimi yapmaları sağlanıyor, büyümeleri ve tekelleşmeleri destekleniyor. Desteğin kamu bütçesi üzerinden yapılmasının, yaratılan bütçe açıklarının kapatılması için halkın sırtına yeni yükler, vergiler, fiyat zamları bindirilmesi, eşit ve bedelsiz olarak kamu hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun bırakılma, ücretlerin düşürülmesi, yoksullaştırılma, işsizlik anlamına geldiği biliniyor.

İŞÇİ SINIFININ GÜNDEMİ SİYASAL TALEP VE HEDEFLERİ KAPSAMALIDIR

Türkiye kapitalizminin krizi, tekellerin işletme düzeyinde artı-değer sömürüsü yoluyla sermaye birikimini büyütme kanallarının tıkandığı bir evreye girildiğini, sermaye birikiminin siyasal araçlar kullanılarak, hükümet zoruyla sağlanabildiğini gösteriyor(12). Bu durum, işçi hareketinin işletme ve işkolları düzeyinde yürüttüğü sendikal-ekonomik mücadelenin artık yetersiz hale geldiğini, sömürüyü kısıtlamak ve artı-değer paylaşımına işçi sınıfı lehine müdahale edebilmek için ülke düzeyinde siyasal araçlara ve yöntemlere başvurmanın kaçınılmazlaştığını anlamayı kolaylaştırıyor.

İşçi sınıfının sendikal-ekonomik mücadelesinin siyasal araç ve hedeflere yönelmesi zorunluluğu, bir yandan işyerleri ve işkolları düzeyinde yürütülen mücadelelerin ulusal düzeyde birleştirilmesini, bir yandan da bu mücadelenin siyasal talep ve hedefleri gündemine almasını gerektiriyor. 25 Kasım Kamu Emekçileri Uyarı Grevinin ülke çapındaki yaygınlığı ve sokak gösterilerine yansıyan gücü, KESK ve Türkiye Kamu-Sen gibi birbirine aykırı işçi siyasetlerinin bu eylem doğrultusunda birleşme eğilimlerinin ortaya çıkması, işçi hareketi içinde bu gerekliliğin farkına varanların çoğaldığına, ancak aşılması gereken zaafların devam ettiğine işaret ediyor. Bu zaafların başlıcası, sendikal hareket içinde milliyetçi-liberal-gerici işçi siyasetlerinin etkinliğini sürdürmesi, gerekliliği kuvvetle hissedilen siyasal talep ve hedeflerin biraz da bu nedenle ulusal düzlemde berrak bir program halinde ortaya çıkarılamamasıdır. İşçi sınıfının siyasal kurmay heyetini oluşturacak parti otoritesinin eksikliği bu durumun temel sebebidir.
_________________________________



1. Cumhuriyet 5.9.2009: 13; Bankaların karı %35 arttı


2. Cumhuriyet 5.9.2009: 13; Sabancı’nın gözü sigorta sektöründe

3. Cumhuriyet 29.10.2009: 15; Avrupa’nın orta büyüklükte bir bankası olmaktan bile uzak olan Akbank’ın yüksek bir kâr elde edebilmesinde başlıca etkeni, devlete borç vermesi oluşturuyor. Halen Avrupa ve Amerikan piyasalarına göre oldukça yüksek bir faiz düzeyinden borçlanan devlet, Akbank ve Türkiye’de faaliyet gösteren diğer bankaları fonlarken faizlerin düşmesi nedeniyle, bankaların elinde bulunan devlet borçlanma senetleri daha da kıymetli hale geliyor ve bu da bankaların kârını katlıyor. Tabii Akbank'ın krizi fırsat bilip geçen yılın sonunda işten attığı iki bine yakın kişinin katkısını da unutmamak gerekiyor. Sadece işten atılanların "maliyeti"nden tasarruf edilmiş olmadı, kalanlar da daha çok çalışmaya otomatikman ikna edildi. (http://haber.sol.org.tr/ekonomi/sabanci-dan-hukumete-arkamizdan-cekilme-haberi-19847)

4. 23.11.2009 http://haber.sol.org.tr/ekonomi/onlar-fonladi-akp-buyuttu-haberi-20737

5. Cumhuriyet 10.11.2009: 14

6. 6.11.2009 http://haber.sol.org.tr/ekonomi/karlari-artti-calisanlari-azaldi-haberi-20142

7. M.Sönmez, Sanayi Hızlı İnişte, Banka Kârları Yüzde 40 Çıkışta, Cumhuriyet 28.10.2009: 12

8. Cumhuriyet 28.10.2009: 13

9. 29.10.2009 http://haber.sol.org.tr/ekonomi/sabanci-dan-hukumete-arkamizdan-cekilme-haberi-19847)

10. Hükümeti, bankalara muhtaç kılan bir diğer önemli harcama kalemi sosyal güvenlik açıkları. 2009’un ilk 9 ayında, sosyal güvenlik açıkları için bütçeden yapılan harcamalar, neredeyse faize ödenen kadar, yani 24 milyar TL’ye yakın, yıl sonunda 30 milyar TL’yi aşabilir. SGK iflas halinde, prim toplayamıyor, prim borcu tahsil edemiyor, SGK gelirleri özel hastane tekellerine ve ilaç tekellerine pompalanıyor. AKP hükümetinin bankaları ve özel hastane ve ilaç tekellerini hükümet eliyle besleme politikası, Sağlık Bakanlığı, SGK, özel hastaneler, ilaç firmaları, eczaneler arasında artı-değer paylaşımı kavgasının kızışmasına ve halk sağlığının bu kavga ortamına kurban edilmesine yol açıyor. Bütçenin yüzde 45’i faize ve SGK açığına gidince geriye kalanın eğitime, sağlığa ayrılması güçleşiyor, sağlık hizmetlerinde bütçe payı polis-mahkeme bütçelerinin de altında kalıyor. Tarıma, yoksullara, sosyal devlet gereği yapılması gereken harcama kalemlerine düşenler bu koşullarda azaldıkça azalacak.

11. Cumhuriyet 07.11.2009: 12

12. Türk kapitalizmi yakın tarihte benzer bir evreye, 1970’lerin sonunda gelip dayandı. Sermaye birikiminin tıkandığı, işletme düzeyinde ve ekonomik artı-değer sömürüsünün üzerinde sermaye birikiminin büyütülmesinin olanaksızlaştığı bu evreyi tekelci burjuvazi 24 Ocak Kararları ve 12 Eylül Faşist Darbesiyle aştı. AKP hükümetinin 12 Eylül’ün restorasyonunu amaçlayan siyasetini püskürtmek, bu açıdan hayati bir önem taşıyor. İşçi hareketinin birleşik demokratik yurtsever cumhuriyet cephesine öncülük etmesinin koşullarının yaratılması ise henüz öznelerinin tarih sahnesine çıkmasını bekliyor.