4 Kasım 2009 Çarşamba

AKP HÜKÜMETİNİN DOĞU POLİTİKASI


AKP hükümetinin doğu politikası, açılım siyasetinin uluslararası çerçevesini oluşturuyor. “Doğu” açılımı, bazı gözlemcilere göre, Türkiye’nin “Batı” ve Avrupa eksenli dış politikasından bir uzaklaşma belirtisidir. Geleneksel resmi Kemalist çizginin takipçileri, liberal solun devrimci-demokrat damarları, AKP’nin “Doğu” politikasını “muasır medeniyeti” temsil ettiği varsayılan Batı kapitalizminden ayrılmanın ve Kemalist dış politika geleneğini terk etmenin göstergesi olarak ele alıyor. Bazı Kemalistler açısından iç politikadaki “irtica” eğilimlerinin bu yöneliş ile bağlantılı olduğu düşüncesi, bazı devrimci-demokratlar açısından da ülke içindeki “demokratik açılım” söyleminin ciddiye alınması bu algılamayı tamamlıyor.

Resmi Kemalist bakış açısının ve devrimci-demokratların ortak kör noktaları bu analizlerde bir kez daha ortaya çıkıyor.

Kör noktalardan ilki, Kemalist politikanın gelişiminin farklı evrelerinde farklı yönelişleri içerdiğinin görülmemesinden kaynaklanıyor. Atatürk’ün hayatta olduğu Cumhuriyetin ilk yıllarında, yeni kurulan bağımsız devletin dış politikası, bir yandan Batı kapitalizminin yolunu izlemeyi, bir yandan da “Doğu” halklarıyla yakınlaşmayı kapsıyordu. Bir “Doğu” gücü olarak Sovyetler Birliği ile dostluk ve işbirliği, emperyalizme başkaldıran Doğu’nun Müslüman ve diğer halklarıyla dostluk ve ittifak bu dönemin temel özellikleriydi. 1938-1945 İkinci Büyük Dünya Savaşı dönemeci sonrasında , sermaye birikiminin ilk adımlarını atmış burjuvazinin güçlenmesi, “Batı” kapitalizmiyle ekonomik bütünleşmeye ve askeri siyasal ittifaka yönelen bir dümen kırmaya yol açtı. CHP yönetiminde izlenmeye başlanan ve CHP’nin yavruladığı DP tarafından kesin bir yönelişe dönüştürülen “Batıcılık” siyaseti, Kemalizmin bu ikinci evresinin esas niteliği oldu. NATO ve CENTO üyeliği ve Ortak Pazar’la bütünleşme siyaseti, bu evrede Türkiye Cumhuriyeti’ni komşu halklardan ve devletlerden uzaklaştırdı. Sovyet düşmanlığı, anti-komünizm, sömürgelerdeki ulusal kurtuluş hareketlerine düşmanlık, Kemalizmin bu “Batı”cı evresinin temel ilkeleri oldu ve Türkiye’yi Müslüman Doğu coğrafyasında “Batı” emperyalizminin ve sömürgecilerin Truva atına dönüştürdü. 1990’lara dek devam eden bu siyaset, 12 Eylül döneminde benimsenen Türk-İslam sentezi ideolojisinin doğrultusuna uygun olarak Müslüman coğrafyasının gerici odaklarıyla yakınlaşan renkler kazandı. Suudi gericiliği, Pakistan askeri diktatörlüğü ve İsrail siyonizmi ile eşzamanlı bir ittifak kurulan bu dönemde bu gerici ittifak çemberinin arkasında ABD emperyalizminin işbirlikçiliği yatıyordu. “Batı” emperyalizminin Truva atı rolü hiç değişmeyen Türkiye, şimdi AKP hükümeti eliyle neo-Osmanlı çağrışımlı yeni bir “Doğu” açılımı geliştirirken, bu açılımın arkasında yine aynı emperyalist Batı’nın parmak izi bulunuyor.

Kör noktalardan ikincisi, geleneksel resmi Kemalist politikaya mesafeli durmaya çalışan liberal solun ve Kürt ulusal demokratik hareketinin kusuru olarak dikkat çekiyor. Liberal solun anarko-troçkist damarını temsil eden küçük burjuva demokratları arasında, AKP’nin “Doğu açılımı” bir tür Batı emperyalizminden uzaklaşma ve Müslüman halklarla yakınlaşma yanılsaması başlığı altında ele alınıyor. Üçüncü Dünyacı ve Avrasyacı varyantlarıyla birlikte bu çizginin uzak durmaya çalıştıkları Kemalist akım ile aynı burjuva bakış açısını temsil etmekte ortaklaştıkları gözden kaçmıyor.

AKP hükümetinin “Doğu” politikasını doğru analiz etmek için uygun bir analoji, Federal Almanya’da Willy Brandt başkanlığındaki SPD hükümetinin 1960’larda geliştirdiği “Ostpolitik” (Doğu Politikası) açılımıdır. 2. Büyük Savaş sonrası anti-komünizm ve anti-sovyetizm bayraklarını dalgalandırarak izlediği Soğuk Savaş siyasetiyle ekonomik ve siyasal restorasyonunu gerçekleştiren Batı-Alman kapitalizmi, sosyalist sistem ülkelerinin ilan ettiği barış ve detant politikası karşısında Avrupa arenasında Soğuk Savaş siyasetinin tıkanmasıyla yüzyüze gelmiş ve dümeni “Doğu”ya kırma yönelişine girmişti. “Ostpolitik” yönelişi, bir yandan NATO ve ABD’nin genel stratejisi çerçevesinde ilerlerken, bir yandan da sosyalist sistemin 1960’lardaki reel politik hamlelerini de karşılamayı gözetiyordu. Avrupa düzleminde savaşa yakın bir ortamda yüzyüze gelen karşıt sistemlerin soluklanmasını ve geçici sınırlı uzlaşmasını temsil eden bu açılım, emperyalist strateji açısından reel sosyalizmi ve Avrupa’da kapitalizmin egemenliği açısından hala büyük bir tehdit oluşturan güçlü komünist kitle partilerini barışçıl araçlarla sulandırma yaklaşımını da içeriyordu. “Konverjens” yani karşıt toplumsal sistemlerin birbirine yakınlaşıp aynılaşması teorilerinin, “güleryüzlü sosyalizm” söylemlerinin bu dönemde ortalığa saçılması da rastlantı değildi.

Emperyalist burjuvazinin savaş sonrasında bir özgüven kazandığının da göstergesi olan “Ostpolitik” anti-sovyetizm ve anti-komünizm araçlarını ve silahlanma baskısını da el altında tutmaya ve kullanmaya devam ediyordu. Prag Baharı denilen 1968 Çekoslovak karşı devrimi, 1970 Polonya Gdansk olayları “Ostpolitik” siyasetinin emperyalist saldırgan politikalarla çelişen değil onu başka araçlarla tamamlayan ve geliştiren yönünü sergiliyordu. “Ostpolitik” açılımı, deyim yerindeyse, sosyalizme karşı emperyalist siyasetin barışçıl ve diplomatik araçlara da başvurmayı ihmal etmeyen, ne var ki emperyalist siyasetin başka araçları, şiddet ve savaş tehdidine dayanan, NATO’ya, anti-sovyetizme yaslanan zor araçlarını kullanmasını da kapsayan genel çizgisini tamamlıyordu.

AKP hükümetinin “Doğu” politikası açılımı, pek çok bakımdan Willy Brandt’ın “Ostpolitik” siyasetiyle benzerlikler taşımaktadır. AKP’nin “Doğu” politikası, Batı emperyalizminin Müslüman halklar coğrafyasına yönelik politikasının işgal ve şiddet araçlarıyla yürütülmesini tamamlayan ve destekleyen, bu siyaseti başka araçlarla bütünleştiren bir yöneliştir. Türkiye, Müslüman halklar coğrafyasında Batı emperyalizminin Truva atı rolünü sürdürmekte, bu rolü daha sinsi bir açılımla tamamlamaktadır. AKP’nin “Doğu” siyasetini Kemalizmin ilk evresindeki “Doğu” politikasına benzeten Kemalistler ve bu siyaseti emperyalizmden uzaklaşma ve mazlum Müslüman halklarla yakınlaşma olarak tasavvur eden küçük-burjuva demokratlar aynı yanılgı düzleminde birleşiyor.

AKP hükümetinin “Doğu” açılımı, mazlum Müslüman halklarla değil Müslüman coğrafyasındaki gerici güçlerle, ABD işbirlikçileriyle yakınlaşmayı temsil ediyor. “Doğu” coğrafyasında şu an en büyük askeri ve politik güç, Irak’ı işgal etmiş, oraya üsleriyle ve kukla Kürdistan devletiyle kalıcı olarak yerleşmiş, Hazar, Karadeniz ve Doğu Akdeniz çevresi ülkeleri elde etmeye yönelmiş, Afganistan’da ve Pakistan’da kanlı bir savaş yürüten ABD ve Batı emperyalizmidir. “Doğu” bugün artık ABD’dir. AKP’nin “Doğu açılımı” ABD emperyalizmine açılımdır.