26 Temmuz 2009 Pazar

BODRUM’DA YAPILAN TÜSİAD TOPLANTISI


DAHA FAZLA YOKSULLUK, KEMER SIKMA VE SAVAŞ VAADEDİYORLAR!

Bodrum’da düzenlenen ve hükümet temsilcisi olarak Ali Babacan’ın da katılıp uzun bir konuşma yaptığı TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısı, herkesin ortak vurgusu ve imkansız hayali “uluslararası işbirliği” söylemi etrafında cereyan etti. Ne var ki kapitalist dünyanın tarihi ve yakın dönemde yaşanan gelişmeler, “uluslararası işbirliği” söyleminin her sıklaştığı dönemeçte rekabet, perde arkasından çatışma veya açıkça savaş olasılığının büyüdüğünü tekrar tekrar doğruluyor. Zaten burjuva politikasında, söylenenlerin karşıtının kastedildiğini düşünmek için her dönemde bolca sebep bulunmuştur. Bu nedenle barış, işbirliği ve refah dediklerinde savaş, düşmanlık, rekabet ve yoksulluk demek istediklerini anlamalıyız ve tetikte olmalıyız.

Toplantıda TÜSİAD “AB vizyonu” hedefinden şaşmamayı önerdi ve AB içinde bu vizyonu engellediği gerekçesiyle Avrupa’da aşırı sağın yükselişinden yakındı. Kendi ülkesinde aşırı sağın ve gericiliğin her türlüsünün yükselişine mihrak olmuş ve olmaya devam eden bir büyük sermaye örgütünün bu yakınması elbette tutarsızdır. Kaldı ki hem Avrupa’da hem Türkiye’de liberal-sosyal demokrat-sağcı siyasal güçler arasında Türkiye’nin “AB vizyonu” ve Orta-Doğu Birliği içinde önder bir Yeni-Osmanlı rejimi gibi birbirinin seçeneği olarak algılanan ve gösterilen ama aslında birbirini tamamlayan ikiz emperyalist projeler konusunda aslında bir siyasal mutabakat bulunduğu, siyasal gelişmelere bağlı olarak bu seçeneklerden birinin ya da ötekinin öne çıktığı bilinmektedir. Bu çerçevede TÜSİAD’ın vizyon vurgusu emperyalizm işbirlikçiliğinin beyan edilmesi dışında özel bir anlama sahip değildir.

Toplantıda IMF temsilcisinin konuşması ise özetle “kemer sıkma” talimatlarını içeriyordu ve hükümet bu doğrultuda harekete geçti bile: sağlık ve emeklilik harcamalarının kısılması, tüketim üzerinden alınan dolaylı vergilerin artırılması, tarıma yönelik bütçeden yapılan harcamaların kısılması, ücret ve maaş artışlarının kısılması.

Toplantıda en ilginç konuşmayı hükümet adına söz alan Başbakan yardımcısı Babacan yaptı. G-20 Londra zirvesinde 5 trilyon dolar genişletici finans politikası izlenme kararı alındığını açıklayan Babacan, bu karşılıksız para basma kararının önümüzdeki dönemde enflasyonist etki yapacağını müjdeledi. G-20 borçlarının kaderi konusundaki belirsizliğin ve G-8 devlet hazinelerinin finans sistemlerini kurtarmak için şirketlere akıttığı devasa fonların bedelini kimin ödeyeceği konusundaki belirsizliklerin altını çizdi. Babacan’ın sözlerinden önümüzdeki yıllarda bir “bedel ödeneceğinin” vaat edildiği ama bu bedelin kime , hangi biçimler altında ve nasıl ödetileceği konusunda emperyalist tekel çevrelerinde bir belirsizliğin hüküm sürdüğü anlaşılıyor. Babacan’ın en ilginç açıklaması, yaşanmakta olan ekonomik krizin maliyetinin 2.Dünya Savaşı’nın maliyetinden daha yüksek olduğuna dair sözleriydi. Dünya Savaşı’nın insani ve toplumsal maliyetlerinden bahsetmediği besbelli olan Başbakan Yardımcısının sözleri, emperyalist çevrelerde krizin bedelinin nasıl ödeneceği konusunda “basiretli tüccarlara özgü” bir maliyet hesabının yapılmakta olduğunun, emperyalist metropollerde ve özellikle de kapitalist sistemin çevre kuşağında krizin bedelini işçi sınıfına, emekçilere, halk kitlelerine ödetmeye ilişkin bir arayış olduğunun, yeni bir emperyalist savaşlar kasırgasının dahi bu çerçevede gündemde olduğunun itirafı gibi okunabilir. Sözün kısası, emperyalist aktörlerin ve işbirlikçilerinin, krizi atlatmak için yoksulluk, kemer sıkma ve büyük emperyalist yağma ve paylaşım savaşlarını içeren bir reçete üzerinde çalışıyor olduğu anlaşılıyor.

Babacan’ın değindiği bir başka önemli husus, uluslararası ticari ve finansal ilişkilerde “korumacılık tehlikesi”nin doğmasıydı; G-20 ülkelerinin (özellikle de Türkiye’nin) “biz tam liberalleştik, sıra sizde” dediğini, ama özellikle AB ülkelerinde toplumsal muhalefetten çekinen hükümetlerin popülist-korumacı önlemlere yönelebileceğinden söz etmesiydi. Emperyalizme ekonomik ve siyasal açıdan tam anlamıyla kendi ülkesini esir eden AKP hükümetinin temsilcisi, şimdi boyunlarını kurbanlık koyun gibi kasabın bıçağı altına uzattıklarını ve emperyalist öznelerin kararını beklediklerini açıklamaktan çekinmedi.

Önümüzdeki dönemin ekonomik politika çizgisini, “kuralların eşit ve şeffaf olduğu, denetlenen ve düzenlenen bir serbest piyasa” olarak tanımlayan Babacan, bu söylemiyle, Türkiye kapitalizminin yeniden yapılanmasında siyasal öznelerin (şimdilik AKP hükümeti olarak anlaşılabilir) müdahil ve belirleyici olacağı otoriter bir siyasal rejim arayışının kırbacını şaklattı. Kuralların eşit ve şeffaf olması söylemini bir yana bırakabiliriz, büyük tekelci sermaye-işçi sınıfı ilişkileri ya da emperyalizm-Türkiye ilişkisi açısından bu söylemin en ufak bir değerinin bulunmadığı bir tarihsel çağda asıl önemli olan “denetlenen ve düzenlenen bir serbest piyasa” söylemiyle toplantıya katılan TÜSİAD üyelerine, emperyalist aktörlerin önünde aba altından sopa gösterilmesidir.

Toplantının devamında hükümet temsilcisi Babacan, liberalleşmiş Türkiye kapitalizminin dünya krizinden ister istemez etkileneceğini, ekonominin ağır basan ihracata yönelik sektörlerinde bu etkilenmenin daha fazla olacağını, sanayi burjuvazisinin döviz borçları nedeniyle risk altında olduğunu itiraf etti. KOBİ denilen ve AKP’nin destekçisi olan küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerine kredi riski nedeniyle hükümet tarafından kredi garantisi verildiğini açıklayarak krizin sanayi burjuvazisinin payına düşen bedelinin bütçe üzerinden halka ödetileceğini utanmazca açıklamaktan çekinmeyen hükümet temsilcisi, yabancı finans çevrelerinin alacaklarının üzerine titrediğini de göstermiş oldu.

Hükümetin orta erimli siyasal-ekonomik meteoroloji tahminini merak edenlere ise Babacan yine emperyalist reçetelerden sözetti: AB ile uyum için 4 yıllık program, Dünya Bankası ile yapısal uyum programları, kemer sıkma önlemleriyle bu yıl patlama tarzında büyüyen bütçe açığının orta erimde “öngörülebilir” olarak planlanması. Sözün kısası, işçiler ve emekçi halk için daha fazla yoksulluk, kamu bütçesinin tamamen yabancı alacaklıların dış borç ödemelerine tahsisi, bu yıl tamamen zincirlerinden boşalan (daha fazla borç ve belki enflasyonist karşılıksız para basma politikasıyla göğüslenebilecek) bütçe açığının gelecek yıllarda zaptedilmesi umudu!

Hükümet temsilcisi, konuşmasını yakın geleceğe dair siyasal öneri ve taleplerini TÜSİAD patronlarına ileterek tamamladı: Türkiye kapitalizminin “gerçek bir demokrasi” temeline dayanması, büyük sermaye tekellerinin özellikle TÜSİAD’ın bu hususta ikircikli ve nazlanan desteğinin berrak ve kesin hale gelmesi, anayasada “gri alanların kalkması” ve anayasanın “bilgisayar programı gibi” yazılması, parlamento yetkilerinin kısıtlanması, Meclis iç tüzüğünün AKP çoğunluğunun istediği değişiklikleri hızla ve tartışma zahmetine katlanmaksızın yapmasına elverecek biçimde değiştirilmesi... TÜSİAD’ın siyasal rejim değişikliği için AKP hükümetine açık destek vermesinin “kendi lehine olacağı” konusunda aba altından son bir sopa ve havuç göstermeyi de ihmal etmedi. Babacan’ın konuşmasının sonundaki siyasal mesajı oldukça net: AKP hükümeti, Türkiye kapitalizminin yeniden yapılandırılması konusunda kararlıdır ve TÜSİAD ile ilişkisinde güç dengelerini hükümetin belirleme gücü olduğunu hissettirmektedir. AKP’nin “gerçek bir demokrasi” kavramından ne anladığı, refah, barış, uluslararası işbirliği söylemlerinden ne anladığına ve hükümetin işbaşında olduğu dönemdeki siyasal pratiğine bakılarak tahmin edilebilir. “Anayasadaki gri alanların kalkması” ve anayasanın “bilgisayar programı gibi” yazılması,parlamento yetkilerinin kısıtlanması önerileri ise, AKP çizgisinin öngördüğü rejim değişikliğinin hiçbir müzakere, uzlaşma ve esneklik payı bulunmayan gerici, diktatoryal bir siyasal düzeni vaad ettiği biçiminde anlaşılmalıdır.

Burjuvazinin kurmayları emperyalizmin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ipini çekme konusunda kararlı gözüküyor. Rejim ve düzen içindeki son tereddüt ve nazlanma emarelerini gidermeye, büyük sermaye sınıfını kendi arkasında konsolide etmeye çabalıyor. Halk düşmanı bu siyasal programın ekonomik bedelini kemer sıkma, yoksullaştırma, mülksüzleştirme ve ülkenin evlatlarını savaşa sürükleme pahasına işçi sınıfına, ezilenlere, emekçi halka ödetmek istiyor. İşçi sınıfının, yoksul köylü ve emekçi yığınların, ezilen kürt halkının, Türkiye Cumhuriyeti’nin yaklaşan cenaze namazında işbaşındaki imamın arkasında saf tutup tutmayacağını hep birlikte göreceğiz.