TAYYİP
ERDOĞAN’IN
ALTIN
VURUŞ HAZIRLIĞI
AKP
hükümetinin rejim değişikliği siyasetinin “altın vuruşu” anayasa değişikliği
adımına bağlanmış görünüyor. AKP’nin önde gelen sözcülerinin uzun bir süredir başkanlık
rejimi olarak dillendirilen siyasal hedefe işaret ederek, “laikliğe”,
“cumhuriyete”, “parlamenter demokrasiye”, “hukuk devletine” öldürücü nihai
darbeyi indirme peşinde olduğu anlaşılıyor.
Karşı-devrimci
rejim değişikliği siyasetinin yaklaşan bu son hamleleri, uzun bir gericilik
dönemini izleyerek gündemimize geldi. Bu siyasal gericilik dönemini belirleyen
özellikler ise, “sosyal devlete”, “temel hak ve özgürlüklere”, “ulusal
egemenlik ilkesine” vurulan tırpanlarla halkın ezilen ve emekçi çoğunluğuna
boyun eğdirilmesi, güvencesiz, gelecek kaygısı içinde yaşayan ve çalışan, sesi
boğulmuş, örgütlü gücü kırılmış kitlelerin muktedir ideolojik ve siyasal
odaklara sığınmak zorunda bırakılmasıdır.
Kadın cinsinin
çocuk yaşlardan başlayarak toplumsal hayattan, üretim ve eğitim sürecinden dışlanması, erkek
egemenliğindeki eve (bugünkü biçimiyle burjuva evliliğe) köle olarak
kapatılması, peşpeşe üç ila beş çocuk doğuracak bir kuluçka makinesine
çevrilmesi, ezilmesi, susturulması, öldürülmesi, dövülmesi bu gericilik
döneminin tezahürlerinden biridir.
İşçi sınıfının
hiçbir sınırlayıcı ve düzenleyici kayıt ve koşula bağlı olmaksızın tamamen
sermayedarların iki dudağı arasından çıkacak keyfi söz ve kararlara göre
çalıştırılması, yönetilmesi, işe alınıp işten çıkarılması, çalışamayacak olduğu
hallerde (hastalık, sakatlık, emeklilik gibi durumlarda) varlığını korumaya ve
sürdürmeye yetecek insanca bir ücret hakkından yoksun bırakılması, yıpratıcı ve
tehlikeli çalışma koşullarına, uzun mesai saatlerine, öldürücü veya sakatlayıcı
iş kazalarına maruz bırakılması sendikal örgütlenme ve hak arayışı isteklerinin
sistematik biçimde engellenmesi aynı gericilik döneminin başka tezahürleridir.
İçlerinde
aydınların, gazetecilerin, öğrencilerin, sendikacıların, avukatların, örgütlü
devrimci siyasal aktivistlerin ve başka toplum önderlerinin yer aldığı binlerce
siyasal tutuklunun mahpushanelere doldurulduğu, binlerce siyasal tutukluyu dört
duvar arasına hapseden toplama kamplarının peşpeşe açıldığı ülke manzarası,
arkada bıraktığımız gericilik döneminin bir başka tezahürüdür. Yazarların,
gazetecilerin, karikatüristlerin, ressamların, heykel sanatçılarının yazı,
çizi ve eserlerinin yasaklanması ve imha edilmesi, kendilerinin ise işten
atılması, hatta içeri atılması gericilik döneminin kenar süsü olmaktadır.
Ordunun üst
düzey subaylarından alt düzey kadrolarına kadar NATO-ABD denetimine sığmayan
bütün yönetici çekirdeğinin tasfiye edilmesi, polis operasyonlarıyla
hapsedilmesi, itibarsızlaştırma ve
psikolojik harp saldırılarına maruz bırakılması, eşzamanlı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin
egemenlik alanını çizen sınırlarının ve devlet olarak kimliğinin
belirsizleştirilmesi ve karartılması, ülke topraklarına yabancı askeri
birliklerin ve silah sistemlerinin davet edilmesinin ve üslendirilmesinin
hızlanması, bir yandan da ordu mensuplarına gösterilen savaş hedeflerinin ve ülkede hakim kılınan
savaş ikliminin ülke içinde yaşayan Kürt halkını veya komşu
coğrafyalardaki Türk-Sünni Müslüman
olmayan başka etnik-dinsel kökenli halk ve devletleri düşman olarak belletmesi
gericilik döneminin çarpıcı bir özetini sunmaktadır.
AKP’nin “altın
vuruş” hedefli siyaseti, önümüzdeki aylar içinde, anayasa değişiklikleriyle,
bir dizi seçim ve referandum oylamalarıyla, hükümet vesayetindeki “özel”
mahkemelerin “özel” kararlarıyla, örgütlü halk önderlerine ve toplum
kesimlerine yönelik yeni polisiye operasyonlar ve toplu tutuklamalarla, her
boydan ve soydan faşistin, ırkçının, İslamcı yobazın dahil olduğu linç ve
katliam girişimleriyle, suikast ve imha operasyonlarıyla seyredeceğe
benzemektedir. Kürt sorununda sözümona barış süreci yaklaşımı, Tayyip
Erdoğan’ın “altın vuruş” hedefli siyasetinin tamamlayıcı bir parçasıdır.
Bizi
ilgilendiren ise, “sol” adına muhalefeti temsile aday olanların altın vuruş
hazırlığına nasıl yaklaştığı olmalıdır.
Üç eğilim
hemen ayırt ediliyor: İlki AKP’nin kuyruğunda solculuğu ve liberalizmi
bağdaştırma peşinde koşanlar, Taraf gazetesi çizgisinde duranlardır. Bu grup,
barış, Kürt sorununun çözümü, derin devlet ile hesaplaşma görünümü arkasında
saklanan bütün emperyalist ve gerici gündemi sahiplenme ve aklama çabası
içindedir. “Solculukları” ise, örneğin akil adamlar sofrasında
kadınların temsilinin yetersizliği
nedeniyle tasalanmaktan ibarettir.
İkinci eğilim,
KESK başkanından BDP ve PKK yönetici çevrelerine kadar çoğu Kürt kökenli
politik aktivist nezdinde etkili olduğu gözlenen Kürt halkı için ayrı bir
barış ve hak talebinin mümkün ve gerçekçi olduğu düşüncesinin öne
çıkarılmasıdır. Bu eğilimin de AKP kuyruğunda gerici ve emperyalist gündem
sahipleriyle saf tutma olasılığı güçlenmektedir. Fabrikalarda, tarlalarda ve
siyasal iktidar düzleminde hak kazanma mücadelesini ilerletemeyenlerin dağlarda barışı
kazanabileceği görüşü tehlikeli bir yanılsamadır, yaşayarak görülecek!
Üçüncü eğilim,
burjuvazinin ve emperyalizmin farklı kanatları arkasında saf tutan ve
hesaplaşmayı buradan geliştirme peşinde koşanlardır. Bu eğilimin “altın vuruş” siyasetinde Tayyip
Erdoğan’ın işini kolaylaştırma riski yüksektir.
Bu siyasetten
zincirleme çatışmalar dışında bir sonuç çıkmayacaktır. Tayyip Erdoğan’ın “altın
vuruş” hedefi, Yurtta Savaş Dünyada Savaş ilkesine dayanmaktadır.
Otokrat olmaya soyunan Erdoğan ve peşine takılmış bu üç eğilimin temsilcileri,
politik ve kişisel sonlarına doğru
denetimsiz sürüklenen amok koşucularını andırmaktadır.
İşçi sınıfı
sosyalizmi ve ilerici yurtsever halk güçleri kendilerini bu üç eğilimden ayrı
ve bağımsız bir çizgi üzerinde örgütlemek, amok koşusuna dahil olmaktan
kaçınmak zorundadır.