12 Ocak 2010 Salı

İŞÇİ SINIFININ 2010 GÜNDEMİ


İŞÇİLERİN BİRLİĞİ SİYASAL MÜCADELEDE SAĞLANIR!




Siyasal arenada süregiden kayıkçı dövüşü, gerçek toplumsal güçler arası mücadeleyi yansıtmıyor. Bu nedenle neyin neden savunulduğunu anlamayan halkın siyasete yabancılaşması kaçınılmaz. Büyük sermaye, birbirinden farkı belirsiz siyasal güçler ve politikacılar arasında bir mücadeleden ibaret böyle bir “çok partili” siyasal ortamdan bile, düzenin kırılgan istikrarının zedeleneceği endişesiyle zaman zaman rahatsız olsa da, bu sahte siyasal kutuplaşmalar yoluyla yönetilen halk çoğunluğunun siyasal bilincini sise boğduğunun, kendi gündemini onlara tartıştırdığının farkında. Depolitizasyon ile kayıkçı döğüşü, burjuva siyasal egemenliğinin birbirinden ayrılmaz ve birbirini tamamlar iki aracı durumunda.

Siyasal güçler toplumsal sınıfların temsilini başardıkları ölçüde sahici ve maddi bir güç oluşturabilir. Burjuva partilerinin şu ya da bu sermaye kesiminin temsilini sağlamadan gerçek bir politik güç zemini oluşturmaları nasıl mümkün değilse, sosyalistlerin de çalışan sınıf ve tabakaların politik temsilini sağlamadan reel bir siyasal etken olarak gelişmeleri etkilemesi mümkün değildir. Sosyalistlerin etkisizliğinin arka planında, çalışanların kendi gündemi üzerinden somut politikalar geliştirmede gösterdikleri zaaf dikkati çekiyor. Büyük sermayenin yönlendirdiği gündemi aşıp bu fasit daireyi kırmayı başaramadan siyasal düzlemde etkili olmak mümkün değil.

Çalışan sınıf ve tabakaların somut toplumsal, ekonomik ve politik çıkarlarını temsil eden, bunu bir siyasal bir programa dönüştürerek bağımsız bir gündem oluşturmaya yönelen bir siyaset tarzını geliştirmek için, emekçi hareketinin içinden ve onun diliyle konuşan bir başlangıca ihtiyaç var. Böyle bir başlangıcın koşulları, örgütlü sosyalist siyasal çevrelerin içinde ve yakın çevresinde fazlasıyla mevcut.

İNSANCA BİR HAYAT ÖZLEMİ

Çalışanlar her şeyden önce insanca bir hayatı özlüyor, arzuluyor. Türkiye’de emeğiyle yaşamak artık bir cehennem azabına dönüştü. Gençler, çok azının bile başaramayacağı bir “kendi paçasını kurtarma” bireyciliği ile “geleceğe ilişkin umutsuzluk” arasında sıkışmış durumda. Yoksulluk, hayatın sunduğu ve sunabileceği imkanlardan faydalanamama, çalışanları ve ailelerini eğitimsiz, sağlıksız, aç ve sefil bir hayat çemberine zaptediyor. Yaşlılar emeklilik günlerini çaresizlik ve azap içinde geçirir hale geldi. Sosyal güvenlik ile ilgili mevcut yetersiz hakların bile geri alınması, bugünkü çalışan kuşağın gelecek umudunu hepten karartıyor. Kadınlar bir yandan çalışma hayatına ucuz emek gücü olarak çekilip sömürülürken, bir yandan da kölelik benzeri bir ev rejimine tutsak ediliyor. Kürt kökenli emekçiler için ulusal baskıyı da bunlara eklemek mümkün. İşsizlik tehdidi altında ucuz emek sömürüsü çalışanlara soluk aldırmaz oldu.

Bu sıkışmış ortamda insanca bir hayat özlemi, toplumun alt sınıf ve tabakalarında, kenar mahallelerde, emekçi semtlerinde derinliğine kök salmış ve kaynayan bir ruh hali olarak dolaşmaktadır. Son on yılda yapılan seçimlerde merkez sağ ve sol denilen partilerden kaçışın ardında bu ruh hali görünüyor.

TOPLUMSAL HAREKET SENDİKACILIĞI

Alınteriyle geçimini sağlayıp çağdaş hayatın nimetlerinden asgari ölçülerde yararlanabilmek, bugün artık sadece işyeri hatta işkolu düzeyinde yürütülen sendikal mücadele ile başarılabilecek bir şey olmaktan çıkmış, toplumsal hayatın yeniden örgütlenmesini ilgilendiren bir meseleye dönüşmüştür. Ulaşım, su, elektrik, iletişim, sağlık ve eğitim hizmetlerinden ısınma ve barınma giderlerine, günlük alışveriş harcamalarından güvenlik ve dinlenme beklentilerine kadar hayatın her alanı kapitalizmin adaletsiz, kuşatıcı ve sömürücü pençeleriyle emekçileri hapsetmektedir.

Eski işyeri-işkolu sendikacılığı öneminden bir şey yitirmemiş olmakla birlikte, bugünkü koşullar altında çalışan sınıf ve tabakaların ihtiyaç ve beklentilerini karşılamak bakımından yetersiz kalmaktadır. İşyerinde alınan en iyi ücret zammı bile, hükümetlerin bütçe politikaları veya özelleştirilmiş elektrik dağıtım şebekesi gibi dolayımlar üzerinden buharlaştırılabilmektedir.

Toplumsal hayatın yeniden örgütlenmesi için somut sorunlar üzerinden örgütlenen “girişimlerin” ve örgütlerin son zamanlarda pıtrak gibi çoğalması, klasik sendikal hareketin yetişemediği bu yeni alanın doldurulmasına yönelik bir çaba olarak algılanmalı. Toplumsal hareket sendikacılığı, yeni tip bir emekçi örgütlenmesi ve kapitalizmin bugünkü aşamasına çalışanların yeni türden bir sendikal yanıtıdır.

Bu tür örgüt ve girişimlerin klasik sendikal hareketle işbirliği ve ortak eylemi, hem işyeri-işkolu düzeyinde hem de toplumsal sorunlar düzeyinde çalışanların mücadelesini daha etkin ve başarılı kılma şansı vermektedir. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bunun koşulları ve olanakları çoğalmaktadır.

1 MAYIS

2009 yılı 1 Mayıs’ı, çalışanlara kendi gündemlerini oluşturma ve ona sahip çıkma, sosyalistlere de bu gündemin politik temsilini üstlenme sorumluluklarını hatırlattı. 1 Mayıs 2009, IMF-Dünya Bankası-Dünya Ticaret Örgütü üçlüsünün simgelediği küresel sermayeye karşı emekçileri küresel düzeyde birleşmeye ve mücadeleye çağrı günü olarak tarihsel bir önem kazandı. “Çalışanların küresel direnişi” ise eğer boş sözlerden ibaret yaldızlı bir slogan olarak kağıt üstünde kalmayacaksa, öncelikle, kendi ülkemizde mücadeleyi yükseltmek ve siyasal bir programa bağlamak gereği ile yakından ilişkili olarak ele alınmalı.

Türkiye’de SSK ve sosyal güvenlik haklarına yönelik saldırının püskürtülmesi, özelleştirme saldırısına karşı topyekun seferberlik, silahlanma hazırlıklarının ve nükleer santral kurma çabalarının durdurulması, sendikal hak ve özgürlüklerin kamu emekçilerini kapsayacak biçimde genişletilmesi, demokratik bir seçim yasası ve yerel yönetim reformu, IMF anlaşmasının ve tahkim yasalarının iptali, deprem için özel bütçe oluşturulması gibi toplumsal talepler etrafında bir siyasal programa ihtiyaç ağır basıyor. Siyasal rejime güvensizliğin ve değişiklik arayışlarının yönetenler ve yönetilenler arasındaki yaygınlığı da dikkate alınarak, demokratikleşme, siyasal özgürlüklerin sağlanması, barış ve Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının tanınması ekseninde “yeni bir kurucu irade” tesisi ve “12 eylül anayasının tasfiyesi” için 1 Mayıs 2010 ile açılacak mevsim, çalışanların birliği yolunda bir dönemeç olmalıdır.