31 Mayıs 2012 Perşembe

RÜZGAR EKENLER FIRTINA BİÇECEK

2012 Mayıs ayında ülke gündemine damgasını vuran başlıca etkenler, gerilim ve çatışma koşullarının karşılıklı ve giderek daha fazla tırmanışıydı. Hükümet cephesinde yokuş aşağı yuvarlanmayı andırır biçimde hızlanan ivme, AKP’nin aynı anda ve bir çok cephede saldırgan ve çatışmacı bir siyaset izlemesinde kendini gösteriyordu. Sendikalı işçi sınıfı kesimlerine, Trakya ve Anadolu’nun dört bir köşesindeki köylülere, küçük burjuvazinin kentli ve eğitimli kesimlerine (hekimlere, eczacılara, avukatlara, sanatçılara), kentlerde barınan emekçi halk topluluklarına ve bunların çalışma, yaşama, barınma, sağlığını koruma, çocuklarını eğitme koşullarına yönelik saldırgan tavır, Doğu’da ve Batı’da Kürt halkının köylü ve kentli bütün kesimlerini de hedef alırken, ordunun subay kadroları da geniş ölçüde tutuklamalara maruz kalıyordu. AKP’nin saldırganlığı ülke dışında da Suriye’yi, Lübnan’ı, İran’ı, Libya’yı, Irak’ı fiilen, İsrail’i ise görünüşte hedef tahtasında tutar gözüküyordu. Obama’nın işaretleriyle sağa sola dayılanma biçiminde dışa vuran bu tetikçilik psikolojisi, kimilerine göre Tayyip Erdoğan’ın kişiliği ve ruh haliyle ilişkiliydi. Nitekim Tayyip Erdoğan’dan etrafına, aile çevresinden parti ve hükümet örgütünün alt kademelerine kadar zincirleme bir azmettirme durumunun halka halka ülkeye yayıldığı, başbakanın kızının sakız çiğneyerek sanatçılara saygısızlık gösterisi yapması sonrasında devlet ve şehir tiyatrolarının aynı saygısızın öz babasının kararıyla özelleştirilerek kapatılacağının duyurulması, hasta yakınlarının hekimlere, polislerin askerlere üniversite hocalarına ve gazetecilere huruç harekatına girişmesi gibi örneklerin bu azmettirmelere denk düştüğü dikkatlerden kaçmıyordu. Adolf Hitler’in de özel bir psikolojisi olduğu bilinir ancak Almanya’da 1930’larda faşizmin egemen olmasına yol açan sürecin führer bozuntusunun bireysel psikolojik sapkınlığına indirgenmesinin tarihsel ve toplumsal gelişmeleri açıklamada fazla basitleştirici bir yaklaşım olduğu da herhalde yaygın olarak paylaşılır ve bilinir.

2012 Mayıs ayı sonuç olarak Türkiye’nin yakın geleceğinde belirleyici gelişmelerin açıkça başladığı bir ay olarak anılmayı ilerde fazlasıyla hak edecektir. Sadece havalanmak için pistte giderek hızlanan bir uçak gibi kalkış noktasına doğru yol alan AKP hükümetinin Bonapartist rejim modeline doğru nihai adımları atmaya yönelmesinden ötürü değil, ama aynı zamanda uçağın pistteki kalkış noktasına uçaktan önce varmaya yönelen yüzbinlerin birkaç hafta içinde ayrı ayrı kollardan ve ayrı ayrı saiklerle de olsa karşı yürüyüşe geçmesinden ötürü de! Türkiye’nin yakın geleceği ile ilgili bir dizi politik program, toplumsal dinamik, ülke içi ve dışındaki çeşitli özneler düğüm noktasına doğru hızla yaklaşıyor. Düğümün belirli bir erimde nasıl çözüleceği, yaklaşan çatışmanın sonucuna bağlı olacaktır.

ARABULUCULUK MU ARABOZUCULUK MU?

AKP’nin daha bir yıl öncesine dek revaçta olan barış söylemi içinde çeşitli zayıf noktalar olduğu biliniyordu. Gürcistan’ın silahlandırılması, İran’a karşı füzeler alınması, NATO’nun Libya operasyonlarına aktif destek verilmesi, Türkiye topraklarını Irak’ın ABD tarafından işgaline lojistik destek için kullandırması, Kürecik’te bölgesel askeri casusluk amaçlı ABD radar üssüne izin verilmesi, Kuzey Irak’taki bazı Kürt bölgelerine yönelik hava saldırıları, Suriye’yi karıştırmak ve Baas hükümetini devirmek amacıyla Suriye sınırlarında paralı askerlere ve İslamcı teröristlere silah ve üs temin edilmesi, Gürcistan, Irak, Suriye gibi komşu ülkelerin içişlerine müdahale edilmesi, bölgede savaş ve terörizmin esas kaynağı ABD’ nin başlıca müttefiki gibi davranılması AKP’nin barış söyleminin ikiyüzlülüğünü gösteriyor. Türk hükümeti bölgede arabuluculuk görünümü altında arabozuculukla iştigal ediyor.

YENİ REJİMİN YENİ SUÇ TANIMLARI

AKP hükümetinin resmileştirmek için büyük bir hızla tırmandırdığı gerilim ve çatışma iklimi, yeni suç tanımlarına dayanıyor: Silivri özel mahkemelerinde yargılananların siyasal savunma çabalarını suç olarak göstermek, basılmamış bir kitabı yazmayı tasarlamayı suç saymak, gericilik ile mücadeleyi suç olarak tanımlamak, ABD ve AB vesayetine karşı muhalefeti siyasal suçlar kataloguna dahil etmek bunlar arasında yer alıyor. Yeni rejimin suç tanımları, burjuva hukukunun gerisine gidiyor, Ortaçağı ve Hitler faşizmini anımsatıyor.

BURJUVAZİNİN POLİTİK CEPHESİ


Büyük sermayenin ve emperyalizmin şemsiyesi altında oluşmuş burjuvazinin politik cephesi, iki ana odak ve arada kalan tarafsızları kapsıyor: Tayyip Erdoğan odağı, Fethullah odağı ve ikisi arasındaki tarafsızlar. Hükümet, AKP, CHP, MHP, BBP, Kürt hareketi, BDP, sol liberaller, Ordu, MİT, Polis, Medya, Yargı bürokrasisi içinde bu odakların değişik derecelerde etkinliği ve iç çatışmaları dikkat çekiyor. Tayyip Erdoğan odağı esas olarak AKP, hükümet, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Ordu üst bürokrasisi ve MİT müsteşarının desteğine sahiptir. CHP’de Deniz Baykal, faşist harekette MHP (Devlet Bahçeli), medyada Star ve Yeni Şafak, devlet sivil bürokrasisinde Tayyip yanlıları, Kürt hareketinde Burkay gibileri bu odağın yanında saf tutuyor. Fethullah odağı ise Abdullah Gül gibi bazı AKP’liler, CHP’de Kılıçdaroğlu ekibi, Yargı bürokrasisinde ve Poliste çoğunluk hizipleri, faşist harekette BBP kanadı, medyada Taraf, Zaman, BDP’de Barzani kanadı üzerinde etkili gözüküyor. Sol liberaller ise bu iki odak arasında yalpalıyor. Burjuvazinin politik cephesi karşısında anti-emperyalist bir cephenin inşası, Mayıs ayında hareketlenen kitlelerin önüne tutarlı bir program önerme ihtiyacının karşılanmasına bağlı gözüküyor.

DEVRİMCİ MUHALEFETİN POLİTİK İLKELERİ

Burjuvazinin politik cephesi karşısında oluşturulması gereken devrimci cephenin temel ilkeleri, anti-emperyalist, demokratik, cumhuriyetçi, devrimci ve sermaye egemenliğine karşı duran bir zeminde örgütlenmelidir. Devrimci muhalefetin politik zemininde bir araya gelmesi gereken güçlerin, ortak bir politik program etrafında birleşmesi, ortak komiteler kurarak örgütlenmesi, burjuva cephede yer alan örgüt ve çevrelerle bütün bağlarını koparması, direnme hakkının meşruluğuna dayanan politik taktikler üzerinden harekete geçmesi, işçi sınıfının, kentli küçük burjuva kitlelerin, emekçi köylülerin, kürt halkının desteğini sağlaması zorunludur. Devrimci halk cephesinin oluşturulması sürecinde, bir yandan program ve politik temel tartışmaları yürütülmeli, öte yandan bunların sonuçlandırılmasını beklemeden direnme hakkının meşruiyeti anlayışıyla harekete geçen bütün toplumsal kesimlerle birleşme yaklaşımı gözetilmelidir. Nürnberg yargılamalarında eski Nazi’lerin, işledikleri suçlar için “emirlere uyduk” savunmasına başvurduğu biliniyor. Cumhuriyet hukukunda “yasa dışı emirlere” uymanın suç olarak tanımlandığı, emre itaat etmenin her zaman haklı olmadığı, cumhuriyet yurttaşlığı ilkesi açısından kişisel sorumluluğun ve direnme hakkının esas olduğu anımsanırsa, direnme hakkı temelinde kitlelerin seferber olmasının önemi daha iyi anlaşılabilir. Burjuva cephesinin ceberrut saldırganlığı, direnme hakkı temelinde göğüslenecek, boyun eğdirilecek ve işlediği suçların hesabını vermek zorunda bırakılacaktır.

KRİZ ORTAMINDA YAPACAĞIMIZ SEÇİMLERİN ÖNEMİ

Bugün burjuvazinin oluşturduğu cephenin karşısında yer alan güçlerin önemli zaaf ve eksikleri var. Devrimci bir halk cephesinin önderliğini yapması gereken işçi sınıfı sosyalizmi, politik olarak etkisiz, örgütsel olarak zayıf ve bölünmüş, ideolojik olarak donanımsız bir akım durumundadır. İşçi sınıfı sosyalizmin eski geleneksel mihraklarının çoğu, etkiledikleri kadro ve kitlelerle birlikte safları terk etmiştir. Ne var ki, kendi cephemizin önemli yeni üstünlükleri ve güç kaynakları da var: Haklılığımız, saflarımıza yeni katılımların da yolunu açık tutuyor. Devrimci demokrat kökenli akımların diri ve militan odakları, bugün bilimsel sosyalizmin nehir yatağında saf tutuyor: Yürüyüş dergisinin temsil ettiği devrimci hareket, Proleter Devrimci Duruş dergisi, Sorun Dergisi ve Kızıl Bayrak dergisi tarafından temsil edilen komünist gruplar başlıca örneklerdir. Kendi cephemizin olası müttefik güçleri de kitlesel hareketlenmeler içinde burjuva cephe karşısında konumlanmaya eğilim göstermektedir; İP başlıca örnektir. Kürt ulusal demokratik hareketinin de güçler dengesindeki değişmelere bağlı olarak saf seçimi etkilenmeye hala açık görünmektedir. Kendi cephemize çekmemiz mümkün güçlere yaklaşımımızda bu güçlerin bazılarının geçmiş yanlış ve günahları nedeniyle reddedilmemesi gerekir. Önemli olan, içinde bulunduğumuz kriz çukurunda yapılacak seçimlerin, herkesin kim olduğunu belirleyeceği gerçeğidir. Herkesin bugünkü konumunu belirleyecek olan, en kötü koşullarda yaptıkları seçimler olacaktır. Ekim 1917 Devrimi sürecinin bolca örnek ve kanıtları hatırlanmalıdır.