29 Haziran 2011 Çarşamba

POLİTİK SAFLAŞMA İHTİYACI



KÜRT ULUSAL DEMOKRATİK HAREKETİNİN
POLİTİK ÇİZGİSİ

Sular ısınıyor. Akdeniz havzasında, Güney Avrupa’dan Orta-Doğu coğrafyasına uzanan bölgede, emperyalizmin ve kapitalist sistemin sömürü ve baskısı altındaki emekçi halk kitlelerinin hareketlenmesi devam ediyor. Yunanistan’da ekonomik buhranı izleyen toplumsal ve siyasal kriz, Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) son seçimlerde oy desteğinin artmasıyla birlikte ülkeyi hızla emperyalist zincirin zayıf halkası haline getiriyor. Yunanistan, Portekiz ve İspanya’da kitlesel genel grevler ve kitlesel protesto gösterileri milyonlarca işçiyi seferber ediyor. Fransa’da ve Belçika’da da işçi sınıfının eylemleri artıyor, emekçi kitlelerin huzursuzluğu büyüyor. Mısır ve Tunus’ta halk ayaklanmaları, rejimin tepesindeki sivil kralları devirdi. Türkiye’de Kürt halkının başkaldırısı, hak kırıntıları vermekle yatıştırılamayacak bir politik hareketlenme düzeyine erişti. Türkiye’de işçi sınıfı siyasal hareketinin zayıflığı ve dağınıklığı, baskıcı önlemler altında maskaralık ve hilekarlık gösterisine dönüşen seçimlerde sosyalizmin siyasal müdahalesine fırsat vermemekle birlikte, son bir iki yıldır kendiliğinden işçi hareketinin ve emekçi küçük-burjuva yığınların mücadele için seferber olduklarını gösterdi. Komünist siyasal öznelerin hareketin önünde olmasını engelleyen ve kitlelerin peşinde sürüklenmelerine yol açan zaafları devam ediyor. 12 Haziran 2011 genel seçimleri bu zaafların gerçekliğini bir defa daha doğruladı. Emperyalist güçler, yükselen halk hareketlerine karşı saldırgan savaşçı müdahalelerini hızlandırdı, Libya ve Suriye’de NATO eliyle açıktan emperyalist askeri işgal girişimleri sürüyor, Bahreyn Suudi ordusu tarafından işgal edilerek halk ayaklanması bastırıldı, Yemen’de iç ve dış müdahalelerle kan dökerek rejimi ayakta tutma çabaları devam ediyor. Mısır ve Tunus’taki halk hareketi Müslüman Kardeşler ve ordu koalisyonu ile zaptedilmek isteniyor. Yunanistan’da parlamenter yoldan başkaldırı engellenemezse askeri darbe seçeneğinin gündeme geleceği söylentileri dolaşıyor.
AKP’nin %50 oranında oy aldığının resmen açıklandığı 12 Haziran seçim maskaralığı sürecinde, Türk hükümetinin bölgedeki gelişmelerin tamamında, emperyalist tertiplerin ve saldırganlığın merkezinde saf tuttuğu açığa çıktı. Türkiye’nin komşu coğrafyalarda bir süredir sözümona “sıfır sorun” amaçlı ılımlı arabuluculuk görünümü altında el sıkıştığı işbirliği yaptığı komşu devletlerin kuyusunu kazdığı, iki yüzlü bir siyaset güttüğü, emperyalizmin bölgede oluşturmaya çalıştığı mihverin, yani ABD-AB-Suudi Arabistan-İsrail ekseninin hesaplarına uygun provokasyon tertiplerini planladığı ve yürüttüğü görüldü. Komşu coğrafyaları kana bulayacak emperyalist işgal ve tertiplere alet olan Türk hükümetinin ülkemizi de kanlı iç ve dış çatışmalara sürüklemesi tehlikesi büyüyor. Bölgesel emperyalist paylaşım mücadelelerine, ilhak ve istila girişimlerine kapı açan AKP siyaseti, ülke sınırlarının dokunulmazlığını bizzat Dışişleri Bakanı’nın ağzından tartışmaya açıyor.
Kürt sorununun çözümüne yönelik tartışmalar bölgesel bir paylaşım kavgasının zemininde yol alıyor. Hareketimizin Kürt meselesinde 1970’lerden bu yana izlediği siyasal çizgiyi ve bu çizgiye karşı çeşitli siyasal öznelerin tutum ve saflaşmasını, olası tehlikeli gelişmeler ışığında gözden geçirmek gerekiyor.
Kürt meselesinde siyasetimizin temelinde, “ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkı” ilkesi yer alıyor. “Halklara özgürlük” sloganı, 1970’lerden bu yana, Kürt halkının ulusal demokratik haklarının savunulmasını, asimilasyon ve milli baskı siyasetinin reddini ifade ediyor. Öte yandan biz meseleye daima işçi sınıfının uluslararası ve bölgesel çıkarları açısından bakıyoruz. Kürt halkının özgürlüğü ve ulusal demokratik hakları, Türk ve Kürt işçi sınıfı kitlelerinin ve Orta-Doğu halklarının emperyalizme karşı mücadelede birleşmeleri temelinde savunulabilir ve kazanılabilir. Türk, Kürt, Arap ve diğer milliyetlerden işçilerin birliği, bu kazanımın zorunlu koşuludur.
Sosyalist sistemin dağılması sonrasında, bölge halkları emperyalist kışkırtma ve tertiplerin hedefi oldu. Geleneksel emperyalist siyasetin etnik toplulukları ve halk kitlelerini birbiriyle çatıştırma ve bu çatışmanın taraflarını birbirine karşı “himaye” ederek kendi çıkarlarını hayata geçirme taktiği bu dönemde yeniden canlandı. Çokuluslu Osmanlı devletinin paylaşılması sürecinde Orta-Doğu’da hakimiyet kurmayı hedefleyen Britanya emperyalizminin Araplar, Türkler, Kürtler arasında bu etnik grupların ve halk topluluklarının egemen güçleri arasından nasıl işbirlikçiler devşirdiği, bu yolla kendi siyasetinin ve askeri gücünün himayesini bölge halklarını kendi geleceklerini belirleme hakkının yerine geçirebildiği iyi biliniyor. Aynı kural, 1990 sonrası uluslararası karşı-devrim yıllarında SSCB, Yugoslavya, Irak halkları üzerinde de işletildi. 20. yüzyıl boyunca sosyalizmin kardeşlik ve eşitlik temelinde özgürlüğünü ve gönüllü birliğini sağladığı halkların ve etnik grupların özel mülkiyet, piyasa ve bencillik çağına girer girmez birbirlerinin boğazına nasıl sarıldığı unutulmadı.
Kürt meselesinin çözümünde, bölgedeki emperyalist paylaşım mücadelesinin ve bölge halkları içindeki sınıfsal çıkar ayrışmalarının etkisi göz ardı edilemez. Daha doğrusu, Kürt ve Türk halklarının içindeki sınıf ve zümrelerin ve dünya çapında bu sınıfların konum ve çıkarlarıyla siyaseten ilişkilenen emperyalist sermaye güçlerinin rolünü görmezden gelen bir siyasal çözüm tasavvuru olanaksızdır.
Bölgede ABD-AB-Suudi Arabistan-İsrail-TC hükümetleri ekseninde bir askeri-politik mihver oluşuyor. Bu mihver, bölge kaynaklarının emperyalist sermayeyi temsil eden büyük güçler tarafından paylaşıldığı ve sömürüldüğü bir dünyayı vaat ediyor. Bu paylaşım kavgasının bir ucu, küçük ve orta ölçekli ve giderek dünya çapında büyük savaşlara uzanıyor. Bu kavgada yağlı lokmalar, emperyalist büyük sermayenin payına düşecektir. Kırıntıların işbirlikçiler arasında kavga gürültü payedileceği varsayılabilir. Emeğiyle yaşayan milyonlarca yoksul işçi ve köylünün payına ise, eğer hayatta kalabilirlerse, kan, gözyaşı ve açlık düşeceği daha önce yaşanan deneyimlerden biliniyor.
Bu kavgada kendi efendilerinin, ağalarının, şeyhlerinin, patronlarının, büyük servet ve güç sahiplerinin peşinden gidecek, din adına, millet adına, onların paralı veya parasız askeri olacak yoksullar ise, kendi evlatlarının, kardeşlerinin, kocalarının bedenlerini kefensiz tabutsuz toprağa verecektir.
Hareketimiz, bu apaçık gerçeğin kapıya dayandığı koşullarda, Kürt ulusal demokratik hareketinin sözcülerine temsilcilerine hangi yolu izleyeceklerini sormak hakkına sahiptir. KCK, PKK, BDP çizgisini izleyenler, tarihsel bir ayrım noktasındadır. Önderleri Abdullah Öcalan mahpustur ama otoritesini belki hayatı pahasına kullanma şansına sahiptir. BDP seçimlerde başarılı olmuş, direnme gücünü kanıtlamış bir geleneğin üzerinden tercihini belirleyerek halkını etkileme şansına sahiptir. PKK 12 Eylül faşizmine karşı elde silah direnebilmiş, binlerce can pahasına bölge coğrafyasında siyasal bir özne olmayı başarabilmiştir. Ancak gelinen noktada Kürt ulusal demokratik hareketinin kendi toplumu ve dünya ölçeğinde hangi sınıf çıkarlarının temsiline yanaştığı belirsizdir. İttifak çemberi içinde İsrail ile, ABD ile, AB ile, liberaller ile, emperyalizmin ajanlarıyla, gericilerle flört edenler mebzuldur. İttifak çemberi içinde sosyalist sıfatlı olanlar da yok değildir ama Ufuk Uras’tan Ertuğrul Kürkçü’ye bu sosyalistlerin “bizden” olmadığı bellidir. İttifak siyasetinin temel hedefi belirsizdir. Kürt halkının kendi geleceğini belirlemesi değil, özgür ve eşit bir unsur olarak Orta-Doğu’daki halklar safına katılması değil, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin gölgesinde kendi efendilerinin lehine bazı hak kırıntılarıyla yetinilmesi  tehlikesi vardır. Bu tehlike, Kürt yoksullarının devrimci örgütü olarak PKK’nin tasfiyesini, Kürt ulusal demokratik hareketinin bölge coğrafyasındaki devrimci dinamiklerle dayanışmasının tasfiyesini, Kürt ulusal demokratik hareketinin emperyalist provokasyon ve tertiplere alet olmasını da içerebilir.
Kürt ulusal demokratik hareketinin politik çizgisi, emperyalizme ve bölgedeki işbirlikçilerine karşı tavır konusunda netleşmek zorundadır. 1970’lerde 1980’lerde Türk şovenizmine ve faşizmine karşı mücadele ettiniz, Türk faşizmi Orta-Doğu coğrafyasında emperyalizmi, NATO’yu, büyük sermayeyi  temsil ettiği oranda mücadeleniz bizim açımızdan meşru ve haklıydı. Bugün emperyalizm bölge halklarını, Irak, Suriye, Filistin, İran, ve Türk halklarını tehdit ediyor. İşgal ve yağmaya maruz bırakıyor. Başka coğrafyalarda aynı emperyalist tehdit Küba ve Venezuela halklarını hedef alıyor. Siz bu saflaşmada nerede duruyorsunuz? Silahlarınızın namlusunu dünya halklarıyla birlikte emperyalizme ve işbirlikçilerine çevirecek misiniz? Yoksa Amerikan-Suudi-TC-İsrail-İngiliz-Fransız mihverine mi katılacaksınız?
Bu soruları laf olsun diye sormuyoruz! Kürt ulusal demokratik hareketinin saflarında, Barzani ve Talabani ile saf tutan, “İsrail ile ABD ile biraz da biz müttefik olalım” diyenler olduğunu biliyoruz. Sizin bunlardan olmanız, bizim egemenlerimiz ile aynı dili konuşmanız, aynı çıkarları temsil etmeniz demektir. Eğer böyleyse, Kürt halkının kendi geleceğini belirleme mücadelesinin karşısına düşmeniz söz konusudur. Eğer böyleyse, Kürt halkının kendi geleceğini belirleme hakkını savunanlarla omuz omuza mücadeleyi sürdürme hakkını devralmak işçi sınıfı sosyalizminin meşru hakkı olacaktır. Eğer böyle değilse, bunu sadece zaman zaman yaptığı gibi söylemiyle değil pratikte kanıtlamak Kürt ulusal demokratik hareketine düşmektedir.